Afganistan'dan NATO eşliğinde çekilmeyi sürdüren ABD yönetimi, Taliban saldırıları karşısında kendisiyle işbirliği yapmış Afganları ülkeden çıkartmak için kolları sıvarken, olası 'bekleme' rotası olarak yine Türkiye öne çıktı. Afgan sığınmacılar için 'öncelik iki' programını duyuran bir ABD Dışişleri yetkilisi açıkça Afganların İran üzerinden Türkiye'ye gelmesi ve bir yıldan fazla süre bekledikten sonra ABD'ye alınmalarına dair programı anarken, Ankara'dan tepkiler gecikmedi.
Önce ana muhalefetteki CHP'nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ABD'yi de sert biçimde eleştiren Twitter mesaj zinciri ile çıkış yaparken, arkasından Türk Dışişleri Bakanlığı ve hükümet yetkililerinin açıklamaları geldi. Diğer yandan da Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın haziran ortasında ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çekilme sonrası Kabil'de görev yapması kadar olası Afgan sığınmacılarının kabulünü de ele aldığı öne sürülüyor. Suriyeli sığınmacı sorunu nedeniyle sert tartışmaların döndüğü Türkiye kamuoyunda, Afgan sığınmacıların da kabul edilmesinin gündeme gelmesi, büyük tartışma kopartmış durumda
Batı’nın Afganistan’dan çekilmesi ve Türkiye’ye düşen askeri ve mülteci programı konusundaki olası rolleri Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.
‘Bu işleri üstlenen bir müttefik olma ihtiyacını, siyasi destek bulabilmek için hissettiler’
Mehmet Ali Güller'e göre Erdoğan yönetimi açısından Afganistan'da ABD/NATO çekilmesi sonrası misyon üstlenmek, Batı'dan ekonomik ve siyasi destek bulmanın aracı. Bu konuda siyasi açıklamaların da yapıldığını anımsatan Güller, askeri heyetler arasında görüşmelerin sürdüğü ve Ankara'nın lojistik ve mali destek taleplerini masaya koyduğunu vurguladı:
“Erdoğan açısından Afganistan meselesi şu; Batı'dan ekonomik ve siyasi destek bulabilmek adına Amerika ve NATO'nun Afganistan’dan çekilirken yapılması gereken birtakım işler var. Bu işleri üstlenen bir müttefik olma ihtiyacını, bir siyasi destek bulabilmek için hissettiler. Mayıs sonunda NATO Savunma Bakanları Toplantısı sırasında Hulusi Akar, bu görevi üstlenmek istediklerini ifade etti. Ardından bu durum 14 Haziran’daki zirvede Biden ve Erdoğan arasında yapılan görüşmede her iki tarafın açıkladığına göre genel bir mutabakatla sonuçlandı. Genel mutabakatın kesin bir anlaşmaya dönüşebilmesi için de bir süredir askeri heyetler arasında görüşmeler yapılıyor, bir takım teknik müzakereler yapılıyor. Türkiye’nin talepleri var, lojistik ve mali destek gibi. Diğer yandan Taliban’ın Türkiye’nin bu görevi devralmasına çok açıktan cepheden karşı duruyor olmasının yarattığı birtakım tedirginlikler var. Bu tedirginliklerin aşılabilmesi için Avrupa ve Amerika’dan bir destek alma şartını Ankara zorluyor, görüşmeler o minvalde devam ediyor."
'Amerika, Türkiye’yi göç için ‘bir bekleme salonu’ gibi işaret ediyor'
Biden yönetimi ile Ankara'nın Afganistan'da misyon üstlenmeyi tartışırken Türkiye'ye yoğun bir Afgan göçü olduğuna dair görüntülerin yansıdığını anımsatan Güller, bu ilk defa olmasa da zamanlamasının dikkat çekici olduğunu dile getirdi. Türk kamuoyunda zaten Suriyeli sığınmacılar yüzünden tedirginlik bulunduğunu anımsatan Güller, ABD'nin Afganlara Türkiye'yi 'bir bekleme salonu' gibi işaret ettiğini söyledi. Güller'e göre açıklanan 'öncelik iki' programı 50 bin kişiyle sınırlı da kalmaz:
"Fakat Türkiye’yi esas ilgilendiren boyutu şu oldu. Bu genel mutabakat ve müzakereler sürerken bir anda Türkiye’nin gündeminde yoğun bir Afgan göçü görüntüsü girmeye başladı. İlk defa mı oluyor, hayır. Daha önce de vardı ama bir anda bunun yoğunlaştığını fark ettik. Gruplar halinde elini kolunu sallaya sallaya Türkiye’ye giriş yapan pek çok Afgan görüntüsü vardı. Bu kamuoyunu haliyle tedirgin etti. Resmi olarak 3.6 milyon, gayri resmi de 5 milyon olduğu söylenen Suriyeliler varken bir de üstüne Türkiye’nin Afganistan göreviyle iyice artacak bir Afgan göçünün kamuoyunda ciddi endişe yarattığı bir durum oluştu. Bu işler konuşulurken, araya yangın gibi başka acı gündemler girdi ve unutuldu. Ama o esnada 2 Ağustos’ta Amerika’nın başlattığı mülteci kabul programının 'öncelik iki' kategorisi ilan edildi. Orada görüldü ki Amerika, Türkiye’yi göç için ‘bir bekleme salonu’ gibi işaret ediyor. Türkiye üzerinden gelecek olan Afganların burada BM yetkilileriyle temas kurabileceklerini ya da doğrudan Türkiye üzerinden kayıt yaptırarak Amerika’ya alınacaklarına dair bir işaret vardı. Bu Amerika’nın öncelik iki kategorisinde alacağı Afganlarla sınırlı. Hangi Afganları kastediyorlar? Kendisinin yardım kuruluşlarında çalışan ve aileleri. Yardım kuruluşu olmasa bile Amerikan kaynağı alarak uluslararası yardım kuruluşu misyonu sürdüren kuruluşlarda çalışanlar ve aileleri ya da Amerikan haber kuruluşlarında çalışanlar ve aileleri. Bunların tamamının 50 bin civarında olacağı söyleniyor. Tedirginlik şu, bu 50 binle kalmaz.”
‘Kılıçdaroğlu'nun açıklamasından sonra bir anda devletin aklına ABD'nin Türkiye'yi işaret etmesinin çok ciddi sıkıntı olduğu geldi'
Güller, ABD’nin Afgan göçmenler konusunda Türkiye’yi işaret etmesinin ardından CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu açıklama yapana kadar Ankara'dan herhangi bir yetkilinin tepki göstermemiş olmasına dikkat çekti. Türk Dışişleri'nin ancak Kılıçdaroğlu'ndan sonra açıklama yaptığını anımsatan Güller, bunun üzerine ABD'den gelen 'geri adım' gibi anlaşılabilecek açıklamaların ise inandırıcılığının bulunmadığı görüşünü dile getirdi:
“ABD Türkiye'yi işaret edince bu çok büyük bir Afgan göçü krizini tetikleyebilir diye ciddi bir endişe oluştu. Fakat ne hikmetse ayın ikisi, üçü oldu, bu konuda Türkiye’den resmi olarak hiçbir tepki gelmedi. Ta ki 3 Ağustos bitmek üzereyken gece yarısı saat 23.09’da Kılıçdaroğlu bu konuda bir tweet atana kadar... Özetle dedi ki ‘Biz Türkiye’nin işaret edilmesini kabul etmiyoruz. Amerika’nın Erdoğan ile yaptığı bir anlaşmanın parçasıysa bu, o anlaşmaları da kabul etmiyoruz. Bunu da buradan ilan ediyoruz’. Hatta şuna işaret etti, 'Erdoğan ve Biden arasındaki görüşmede alınmış bir karar mı' dedi haklı olarak. Çünkü o kararların ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Oralarda devlet kayıtları için neredeyse resmi bir evrak da tutulmuyor artık, böyle bir gelenek oluşturuldu. Haklı olarak Kılıçdaroğlu da bunu sordu. Hatta doğrudan isim de verdi.
'Kavakçı ailesinden bir tercümeni bu işleri gizlemek için mi bulundurdunuz' dedi. Bu açıklamadan sonra bir anda devletin aklına Amerika’nın Türkiye’yi işaret etmesinin çok ciddi bir sıkıntı olduğu, bunun bir göç krizine neden olacağı geldi ki Kılıçdaroğlu’nun ilk attığı tweetten 35 dakika sonra Dışişleri bir açıklama yaparak ‘Amerika’nın Türkiye’yi işaret etmesinin kabul edilemeyeceğini’ söyledi. Ertesi gün de bu kez AKP yetkililer, önce İletişim Başkanı olarak Fahrettin Altun, Numan Kurtulmuş hatta Süleyman Soylu bu açıklamayla ilgili birtakım itirazlarını dile getirdiler. Amerika’nın bu işaretinin kabul edilemezliğini temel olarak dile getirmiş oldular. Amerika da ‘Biz belirli bir ülkeyi ya da Türkiye’yi işaret etmedik. Yarattığımız sıkıntıdan dolayı üzüntü duyuyoruz’ gibi bir açıklama yaptı. Fakat Amerika’nın bu geri adımı bir şey değiştirmiyor. Hala Türkiye’yi işaret ettiğini gösteren resmi ifade, hala yerinde duruyor. Tam ifade şu. Dışişleri yetkilisi brifingde diyor ki; ‘Açıkçası insanlar kuzeye veya İran üzerinden Türkiye’ye giderlerse bu insanlar hem ülkeye girme hem de hükümete ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne kaydolma fırsatına sahipler’. Amerika sözde geri adım atmış oldu ama Türkiye’yi işaret ettiği artık ortada. Afgan göçmenler bu işareti çoktan almış olmalı ki zaten göç yoğunlaşmaya başladı.”
‘Batılıların bu kadar ‘pişkin’ olmasının birinci nedeni AKP hükümetinin ortaklık etmesi’
Mehmet Ali Güller, Batı'nın Türkiye’yi 'tampon bölge' olarak kullanması ve ‘pişkince’ açıklamalar yapabiliyor olmasının en büyük sorumlusunun Erdoğan yönetimi olduğu görüşünde. Türkiye'ye akan yoğun göçün arkasında ABD'nin Irak'tan Afganistan'a uzanan 20 yılı aşkın siyasetinin büyük etkisine dikkat çeken Güller, aynı şekilde Erdoğan yönetiminin Suriye ve Libya da dahil tüm bu işlerde ABD'ye destek olmasının katkılarının büyük olduğunu dile getirdi:
“Batılıların bu kadar pişkin olmasının birinci nedeni şu. Bütün bu göçe neden olma siyasetlerinde ne yazık ki AKP hükümeti onlara ortaklık etti. Çok açık bir şekilde şunun altını çizelim. Amerika’nın 2000 yılından bu yana politikalarına bakarsak Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmese, Libya ve Suriye’ye Avrupa ile birlikte büyük bir basınç uygulayıp iç savaşa sürüklemese bu göçlerin hiçbiri olmayacaktı. Fakat bu kadar Türkiye’yi tampon bölge olarak yapma konusunda ‘pişkince’ açıklamalar yapabiliyor olmaları da tüm saydığımız bu işlerde öyle ya da böyle Türkiye’nin Amerika’ya destek vermiş olmasıydı. Afganistan’da zaten doğrudan NATO koalisyonun bir parçası olarak bulundu, her ne kadar muharip güç olmasa da Afganistan’da bulunmuş oldu. Irak’ta Türkiye direnip tezkere reddetmiş olmasına rağmen Erdoğan başbakan olur olmaz hızla tezkerenin benzeri bir takım limanları ve hava sahasını açmak gibi Amerika’ya bazı vaatlerde bulunmuştu, onların tamamını yerine getirdi. Suriye konusunda zaten işin içine tamamen girmiş oldu. Libya da öyle. Önce NATO’nun Libya’da ne işi var demişti, sonra Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tescil etmek için NATO orada olmalı dedi ve 'Haçlı donanmasına' Türk gemisi de dahil etmiş oldu. Bütün burada yaşanan kaoslar hala sürüyor ve bunun da en büyük sıkıntısını ne yazık ki Türkiye çekiyor."
'Avrupa Türkiye'yi tampon bölge yapmak istiyor, Türkiye sınırları açma şantajı yapıyor, kaybet-kaybet durumu oluşuyor'
Güller'e göre, Avrupa da göçmenlerin kendisine akmaması için Ankara ile geri kabul anlaşmaları yaparak Türkiye'nin tampon bölgeye çevrilmesine katkıda bulunuyor. Buna karşılık Ankara'nın 'sınırları açarım' söylemiyle göçmenleri şantaja çevirdiğini dile getiren Güller, Türkiye'nin bu koşullarda büyük ekonomik maliyetle 'kaybet-kaybet' durumuna düşürüldüğü değerlendirmesinde bulundu:
"Avrupa göçmenlerin Avrupa’ya akmaması için geri kabul anlaşması gibi çalışmalarla Türkiye’nin bir tampon rolü oynamasını istiyor. Karşılığında da ekonomik ve siyasi destek sözü veriyorlar. Hoş bu sözlerin hiçbiri hem dişe dokunur değil, tam olarak gerçekleştirilmiyor. Fakat AKP hükümeti de bu konuyu ‘Sınırları açalım’ diyerek bir şantaj malzemesi haline getiriyor. AKP hükümetinin de destek vererek emperyalist devletlerin birincil neden olduğu bu küresel göç sorununda iki taraf da bu işlerden siyasi ve ekonomik kazanç elde edebilmek için hem yan yana çalışıyorlar hem de zaman zaman bu konuları şantaj malzemesi haline getiriyorlar. Olan zavallı göçmenlere oluyor. Ama onların geldiği yer olarak Türkiye’nin bu kadar büyük ekonomik sıkıntıları varken, büyük bir maliyeti olmuş oluyor. Dolayısıyla çift taraflı bir kaybet kaybet durumu oluşmuş oluyor. Böyle de bir sıkıntılı durum var ne yazık ki.”
'Hükümet ucuz işgücüne dayalı bir sömürü düzeni kurdu'
AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, geçen hafta göç olgusunun Türkiye için 'stratejik kazanç' olduğunu söylemişken, Mehmet Ali Güller'e göre, hükümet bu konuyu ucuz işgücüne dayalı bir sömürü düzenine çevirmiş durumda. Bu konunun Türkiye sermaye sınıfının da işine geldiğini vurgulayan Güller, bu durumun Türk işçi sınıfını da olumsuz etkilediğinin altını çizdi:
“Hükümetin bunu stratejik kazanç olarak görme açıklamalarına bakarsak Numan Kurtulmuş dışında da birkaç bakan şunu söyledi. Suriyelileri gönderirsek ekonomi çöker dedi. Bu kısmen doğru, çünkü öyle bir düzen kurdular ki, ucuz iş gücüne dayalı bir sömürü düzeni. O sömürü düzeninde Suriyeliler de başka göçmenler de kayıtsız, düşük yevmiyelerle, sigorta olmadan ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyorlar. Bu orta, büyük pek çok işletmenin uygulayageldiği bir yöntem. Bu önemli bir ekonomi şartları açısından dönüşüm yaratıyor. Ne yazık ki bu durum Türkiye’nin egemen sınıflarının iki kere işine geliyor. Bir ucuz iş gücü kullanmış oldular. İki bu ucuz iş gücünü alternatif göçmen ekonomik gücünü Türk işçisine karşı bir sopa olarak kullanıyorlar. Zam isteme, sendika isteme bak alternatifin var diyorlar. İki kere sömürü oluşturan bir ekonomik düzen inşa etmiş durumdalar. Yani Suriyeliler giderse ekonomi çöker demeleri, sadece Suriyelileri burada tutmak üzere muhalefete yönelttikleri sıradan bir propaganda değil, belli ölçülerde ekonomik altyapısı olan bir gerçeklik ne yazık ki."
‘Ortak ekonomik alan projelerinin yapılabilmes için Türkiye'de iktidar değişikliği gerekiyor'
Güller'e göre, Türkiye'deki düzensiz göç meselesinin çözümü için öncelikle Türkiye'nin Şam yönetimi ile anlaşması gerekiyor. Ancak bunun yeterli olmayacağını, Suriye savaşının başından bu yana Türkiye'ye akmış Suriyelilerin gönüllü olarak gönderilmesini de sağlamayacağını dile getiren Güller, bunu motive edecek projeler geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.
“Suriye ve Türkiye sınırında 400 km derinlikli 900 km genişliğinde tarım ve sanayinin hakim olduğu bir ortak ekonomik alan oluşturulmalı” önerisinde bulunan Güller, ancak bu tür girişimlerin gerçekleştirilebilmesi için de bu hükümetin değişmesi gerektiğinin altını çizdi:
"Birinci halka kuşkusuz Ankara’nın Şam ile anlaşması gerekiyor. Fakat şöyle bir sorun var. Ankara’nın Şam ile anlaşması İstanbul, Ankara, Bursa, Konya’da iyi kötü bir işe girmiş, ailesini barındıran, artık çocuklarını da burada okutmaya başlamış bir Suriyeliyi yeniden ülkesine dönmeye motive etmeye yetmeyecek. Tek başına anlaşma yetmez. ‘İki ülke barıştı hadi ben ülkeme döneyim’ demeyecektir, kolay değil. Dolayısıyla geri dönüşü motive edecek bir proje yapmak lazım. Suriye ile anlaşmanın yapılması gereken alanıyla ilgili önerim şu. 900 km sınırımız var. Bu aşağı yukarı uzunlukta her iki sınırdan 200 km derinlikte toplam 400 km eninde olan bir bölgenin endüstriyel tarım merkezi ama sanayinin de olduğu bir ortak ekonomik alana dönüştürülmesi lazım. Türkiye’nin oralara ve Suriye sınırının alt bölgesine konutlar inşa ederse, bunlar yapıldığı takdirde bir iş sahası ortaya çıktığı takdirde Suriyelilerin en azından bir kısmını geri dönüşe motive edebileceğiz. Öncelikle Ankara ile Şam anlaşacak. Ama o anlaşma aynı zamanda bir siyasi barışın ötesinde göçmen sorununu karşılıklı yarar temelinde çözebilmek için böylesi bir 400 km derinlikli 900 km genişliğinde GAP’ın geliştirildiği bir ortak ekonomik alan oluşturulmalı. Burada endüstriyel tarıma geçilen sanayinin de olduğu yeni yerleşim yerlerinin kurulduğu çok ciddi bir ortak ekonomik bölge kurulması lazım. Bu bizim bölgeselleşen ve uluslararasılaşan Kürt sorununda da Kürtlerin de yararına bir takım çözümler getirecek bir proje olacak. Bunları yapmadığımız takdirde öbürü hayal olur. 5 milyon Suriyeli var, hadi anlaştık dönün demek kolay olmayacak. Zorla sınır dışı da edemeyeceğinize göre, bunu yapmak da politik olarak Türkiye açısından sorunlar doğuracaktır, dolayısıyla bir motivasyon kaynağı bulunmalı. Ben de böyle bir öneri öneriyorum. Bütün bunların yapılabilmesi bu hükümetle mümkün değil. Bu hükümet Esad’ı yıkamayacağını gördü. Ama Esad ile barışmaya da hala mesafeli bunca şeye rağmen. Hatta hala Suriye’nin içinde bir güvenli bölge adı altında nüfuz bölge oluşturma politikaları var. Ortak ekonomik alan, ondan önce Ankara-Suriye anlaşması diyoruz, bütün bunların yapılabilmesi için Türkiye’de bir iktidar değişikliği gerekiyor."