ABD Başkanı Joe Biden, Afganistan'ın ardından Irak'tan da muharip güçlerin yıl sonuna kadar çekileceğini duyurdu. Biden'ın Beyaz Saray'da Irak Başbakanı Mustafa el Kazımi ile görüşmesinde yapılan açıklama, Irak'ta erken seçim ve boykot tartışmaları eşliğinde 'ABD Irak'tan da çekiliyor' değerlendirmelerine yol açtı.
Irak işgalinin anlaşmalı biçimde büyük ölçüde sonlandırılması sonrasında ABD, 2014'te IŞİD saldırılarını müteakiben yeniden bu ülkeye muharip güç konuşlandırmıştı. ABD'nin Donald Trump yönetimi altında Bağdat'ta İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani ile IŞİD'le savaşta öne çıkan Haşdi Şabi güçleri komutanı Ebu Mühendis'i öldürmesi ise Irak meclisinin ABD güçlerini ülkeden çıkartma kararına yol açmıştı.
Biden'ın son açıklamasının anlamını Yakın Doğu Haber internet sitesinin kurucusu, araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.
‘Abdülmehdi, Çin ile yaptığı anlaşmalardan dolayı yolsuzluk bahane edilerek iktidardan düşürüldü’
Alptekin Dursunoğlu, Biden'ın 'Irak'tan muharip güçleri çekme' açıklamasını anlamak için öncelikle Irak'taki siyasi resme bakmak gerektiğini vurguladı. Irak'ta 2019’da sokakların yolsuzluk bahane edilerek ABD tarafından hareket geçirilmesi ve Başbakan Adil Abdülmehdi'nin devrilme nedeninin Çin'le yaptığı milyar dolarlık anlaşmalar ile Irak topraklarını kullanarak İran'a yönelik olası askeri operasyonu onaylamaması olduğunu belirten Dursunoğlu, yerine ABD lehine politikalar geliştirilen Kazımi'nin atandığını söyledi. Dursunoğlu, şimdi de 10 Ekim'de erken genel seçimin planlandığı bir ortamda başını Mukteda Sadr'ın çektiği kimi grupların boykota yönelmesine dikkat çekti:
"Irak’ta 2018’de bir parlamento seçimi olmuştu. O seçimlerde Sadr grubunun liderlik ettiği ‘Sairun İttifakı’, birinci oldu. İkincisi de Haşdi Şabi’nin siyasi gücü denilen Fetih İttifakı’ydı. Bu iki ittifakın anlaşması sonucu Adil Abdülmehdi başbakanlığında bir hükümet kuruldu. Bu hükümet 2019’un ortalarına doğru Amerika tarafından sokakların kışkırtılması sebebiyle güya yolsuzlukların, hırsızlıkların protesto edilmesi gerekçe gösterilerek, Adil Abdülmehdi iktidardan düşürüldü. Burada Mukteda Sadr’ın Amerika lehine oynadığı rolü unutmamak gerekiyor.
Abdülmehdi’nin iktidardan düşürülmesinin en temel sebeplerinden biri Çin ile yaptığı milyar dolarlık anlaşmalardı. Abdülmehdi sadece Amerika’ya bağımlı bir Irak istemiyordu, alternatiflerini çeşitlendirmeye çalışıyordu. Öte taraftan da ırkçı İsrail rejiminin Irak toprakları üzerinde saldırıları söz konusuydu. Bu saldırıdan da başbakan olarak doğrudan İsrail rejimini sorumlu tutmuştu. Bir diğer faktör de şuydu. Abdülmehdi, İran’a yönelik herhangi bir askeri operasyon söz konusu olursa, Irak topraklarını bu amaçla kullandırmayacağını çok açık şekilde söylemişti. Abdülmehdi’nin bu ‘günahları’ Amerika tarafından hedef alınması için yeterli geldi. Nitekim yolsuzluk, hırsızlık bahaneleriyle devrildi. Ondan sonra başbakanlığa Mustafa Kazımi getirildi. Mustafa Kazımi bir denge adamı; ama daha çok Amerika lehine siyasi rol oynayan bir figür.
Birkaç defa ertelenmiş olsa da Irak’ta 10 Ekim’de erken seçimlere gidilecek. Erken seçim öncesinde birkaç gelişme oldu. Birincisi şu an halihazırda parlamentodaki en büyük grup olan ‘Sairun İttifakı’nın lideri Mukteda Sadr, seçimleri boykot ettiğini, katılmayacağını, aday göstermeyeceğini açıkladı. Sadr’ın ardından yine kendi ittifakının üyelerinden Komünist Partisi Başkanı Raid Fahmi de aynı açıklamayı yaptı. Ardından Sünni Ulusal Diyalog Cephesi Başkanı Salih Mutlak da seçimleri boykot edeceğini söyledi. Son olarak Amerikan yanlısı figürlerden, işgalden sonra Amerika’nın atadığı geçici hükümetin başbakanı İyad Allavi’nin grubu da seçimi boykot edeceğini açıkladı. 10 Ekim seçimleri öncesi siyasi manzara bu şekilde."
‘Muharip güçleri çekme açıklaması direniş gruplarını yalnızlaştırmaya yönelik bir manevra olabilir'
Süleymani suikastı sonrası Irak meclisinin ABD güçlerinin topraklarından çıkarılması kararı aldığını anımsatan Dursunoğlu, Irak'ta aksi görüşte olan grupların varlığına işaret etti. Dursunoğlu, ABD’nin Irak’taki güçlerinin görev tanımını savaşçılıktan danışmanlığa dönüştürdüğünü açıklamasının Iraklı direniş gruplarını yalnızlaştırmaya yönelik bir manevra olabileceğine dikkat çekti:
"Amerika rejimi 2020 Ocak’ta İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ile Irak Halk Seferberlik Güçleri Heyeti Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis’i düzenlediği suikastla öldürdü. Bu cinayetin ardından Irak parlamentosu bir karar aldı ve Amerikan güçlerinin Irak’tan çıkarılmasını istedi. Hükümete de bu kararı uygulama görevi verdi. Bu konu, Irak ile Amerika arasında yapılan stratejik diyalog görüşmelerinde söz konusu edildi. Bu hafta içerisinde bu görüşmelerin dördüncüsü yapılmıştı.
Biden yönetimi, ‘Biz yıl sonuna kadar muharip hiçbir güç bırakmayacağız. Bundan sonra koalisyon güçlerinin görev tanımı Irak ordusuna danışmanlık yapmak ve eğitim vermekle sınırlı olacak’ dedi. Bu, Irak’ta Amerika’nın kalmasından yana olan kesimlere verilmiş güçlü bir argümandı. Amerika’nın Irak’ta kalmasını isteyen ciddi bir kesim var. Mesela Irak Kürdistan bölgesi açıkça Amerika’nın güçlerinin kalmasını istiyor. İkincisi de Irak’ta Sünni gruplar aynı şekilde Amerika’nın kalmasını istiyorlar. Ayrıca Şii gruplardan Sadr Hareketi de sözde Amerikan karşıtı söylemlere sahip olmasına rağmen eylemleriyle Amerika’nın varlığını devam ettirmesine sebep olan bir siyasal pratik ortaya koyuyor. Amerika’nın bu adımı, onların siyasal pozisyonunu güçlendirmeye yönelik.
Amerika’nın Irak’taki güçlerinin görev tanımını değiştirmesi, bu kesimlere Amerikan güçlerine yönelik saldırıları açıkça karşı çıkan bir pozisyon armağan ediyor. Çünkü Iraklı direniş grupları ‘Biz Irak parlamentosunun kararı doğrultusunda Amerikan güçlerinin Irak’tan çıkmasını istiyoruz. Çıkmadığını sürece de işgalci olarak onlara saldırıları sürdüreceğiz’ diyorlar. Biden yönetimi biz muharip güçlerimizi çekiyoruz diyerek Amerika’nın Irak’ta kalmasını savunan gruplara güçlü bir pozisyon vermiş oldu.
Bunu şu açıdan söylüyorum. Iraklı Sünni gruplar ve Irak Kürdistan Bölgesi, Amerikan güçlerine yönelik saldırıları kınıyor ve terörist saldırı olarak görüyorlar. Ama öte taraftan şöyle bir gerçeklik var. Amerika’nın saldırdığı veya hedef aldığı güçler, Irak güvenlik güçlerinin resmi olarak bir parçası. Halk seferberlik güçleri yasadışı örgütler değil, başbakana bağlı resmi Irak devletinin güçleri. Dolayısıyla Amerika ile Halk Seferberlik Güçleri arasındaki bir çatışmada doğrudan Amerikan güçlerinin yanında yer almak pozisyonuna düşmek de istemiyorlar. Dolayısıyla Amerika’nın Irak’taki güçlerinin görev tanımını değiştirmesini bir argüman olarak kullanıp şunu diyebilecekler: ‘Görüyorsunuz Amerikalılar zaten muharip bir güç de bırakmadı. O halde siz ne için böyle bir eylem yapacaksınız? Sizin Amerikan güçlerini hedef almanız için hiçbir gerekçeniz kalmadı. O yüzden siz de buna son verin. Irak’taki devlet Amerika ile bir anlaşma yaptı, muharip güçler yok, onlar sadece danışmanlık hizmeti verecek.’ İşte Biden yönetimi onlara güçlü bir argüman armağan etti derken bunu kastediyorum."
‘Muharip güçleri çekeceğiz, sadece danışmanlık hizmetiyle sınırlandıracağız söylemi kelime oyunu’
Amerikan ordusunun Irak’ta havadan müdahaleye yönelik bulunduğunu, kara operasyonlarına katılmadığını da vurgulayan Dursunoğlu, şimdi muharip güçleri çekeceğiz, sadece danışmanlık hizmetiyle sınırlandıracağız' denilmesinin sadece bir kelime oyunu olduğu görüşünde. Dursunoğlu bu söylemin seçimlere kadar da Irak’ta Amerika’nın kalmasını isteyen siyasi gruplara destek anlamına geldiğini dile getirdi:
"Bu tamamen kelime oyunu, tamamen bir aldatmaca. Amerikalıların zaten toplamda 2500 askeri gücü var. Irak’taki uluslararası koalisyon dediğimiz şey 12 Eylül 2014’te yapılan Cidde konferansıyla oluşturuldu. O zaman dönemin Amerikan Başkanı Barack Obama, açıkça ‘2003’te olduğu gibi Amerikan askerlerinin postalları yere değmeyecek, havadan müdahale edeceğiz. Karada da müttefiklerimiz bu işi yapacak’ dedi. Müttefik derken de peşmerge güçleri ve Irak ordusunu söylüyordu.
Yani Amerikan ordusu zaten Irak’ta hiçbir zaman muharip güç olarak rol üstlenmedi ki. Sadece havadan bombaladı ve kara operasyonlarına hiç katılmadı. IŞİD, Irak ordusu, Halk Seferberlik Güçleri ve Peşmerge güçlerinin operasyonları ile temizlendi. Ayrıca geçtiğimiz Nisan ayındaki stratejik diyalog toplantısında da zaten aynı ifadelerle görev tanımı değişikliği yapılmıştı. Yani Amerika şu an yeni bir şey söylemiş olmuyor. 'Amerikan güçlerinin bundan sonra muharip niteliği olmayacak, sadece danışmanlık ve eğitim verecek' sözü çok anlamsız; çünkü 2014’ten beri zaten bu rolle Irak’talar. Dolayısıyla Amerika’nın şu anki muharip güçleri çekeceğiz, sadece danışmanlık hizmetiyle sınırlandıracağız söylemi sadece bir kelime oyunu. Önümüzdeki seçimlere kadar da Irak’ta Amerika’nın kalmasını isteyen siyasi gruplara bir anlamda elini güçlendirecek bir siyasal adım armağan etmiş oluyor."
‘Amerika’nın Irak üzerinde mutlak bir nüfuzu veya gücü bulunmuyor, zaten Amerika’yı çıldırtan da bu’
Amerika’nın Irak üzerinde mutlak bir nüfuzu veya gücünün bulunmadığını söyleyen Dursunoğlu, İran’ın Irak içindeki nüfusundan şikayetçi olduğuna dikkat çekti. Kazımi’nin Amerika’nın çıkarlarına büsbütün açıkça hizmet edebilecek içeride bir gücü olmadığı görüşünde olan Dursunoğlu’na göre, bir sonraki seçimde Kazimi’nin hiçbir rolü kalmayacak:
"Irak’ın parlamento aritmetiğinin ortaya koyduğu başbakan, Adil Abdülmehdi’ydi. Onun neden düşürüldüğü biraz önce anlattık. Mustafa Kazımi, Amerika’ya hizmet edecek bir figür olarak belirlendi. Ancak Amerika’nın Irak üzerinde mutlak bir nüfuzu veya gücü bulunmuyor. Zaten Amerika’yı çıldırtan da bu. Çünkü sürekli olarak İran’ı, Irak’ın iç işlerine karışmakla suçlayan Amerika, aslında 'İran olmasa Irak’ı istediğim gibi biçimlendireceğim; Irak’ı canımın istediği gibi yönetmeme İran engel oluyor' diyor.
Kazımi, Amerika’nın ihtiyaçlarını gidermek için seçilmiş bir figür ama bir taraftan da Irak’ta Halk Seferberlik Güçleri gerçekliği var. Mesela Mustafa Kazımi’nin başbakan sıfatıyla komuta ettiği Halk Seferberlik Güçlerinin bir komutanı geçtiğimiz ay Amerika’nın isteği üzerine tutuklandı. Ancak bu tutuklama en fazla bir hafta sürebildi. Çünkü Halk Seferberlik Güçleri, Yeşil Bölge’ye girdi ve Mustafa Kazımi’ye de açık bir şekilde tehdit ortaya koydu. Dolayısıyla Kazımi o komutanı serbest bırakmak zorunda kaldı. Yani Kazımi’nin içeride Amerika’nın çıkarlarına büsbütün açıkça hizmet edebilecek bir gücü yok. Böyle bir iradesi olsa da gücü yok. Dolayısıyla iki arada bir derede kalıyor. Mesela Biden ile görüşmeye giderken 'Irak’ın artık Amerikalılara, yabancı güçlere ihtiyacı yok' diye açıklama yaptı. Bu açıklama aslında tabandan gelen Irak halkının bir talebi. Parlamentonun bu yönde bir kararı var zaten. Irak Parlamentosu, ABD’nin çekilmesini isterken Amerika, Irak’ta kalmak istiyor. Amerika’nın Irak’taki güçlerinin görev tanımını değiştirmesi ile güya bu iki zıt isteğin ortası bulunmuş oldu. Yani Amerikan güçlerinin görev tanımı danışmanlık şeklinde değiştirilerek ve güya muharip birliklerin çekileceği belirtilerek bir kelime oyunuyla Amerika’nın Irak’ta kalmaya devam etmesi sağlanıyor.
Ancak Kazımi’nin önümüzdeki seçimlerden sonra büyük bir ihtimalle hiçbir rolü, varlığı kalmayacak. Eğer sonradan bir değişiklik olmazsa, zaten seçimlerde aday olmayacağını da söyledi. Kaldı ki aday olsa bile bir şansı olmayacak."
'Seçimler yapılabilecek mi o da belirsiz'
Diğer yandan Dursunoğlu, Irak'ta 10 Ekim'de seçimlerin düzenlenip düzenlenmeyeceğinin de belirsiz olduğuna dikkat çekti. Çok sayıda grubun boykot kararı açıkladığını aktaran Dursunoğlu, ülkede yolsuzluklardan şikayetçi olan Sadr grubunun kendi adamlarının bizzat yolsuzluklarından şikayet edilen bakanlıklarda yer aldıklarına işaret etti:
"Seçimler yapılabilecek mi o da bir belirsizlik. Çünkü çok sayıda grup boykot kararı açıkladı. Sadr’dan başlayalım. Yıllardır teknokrat hükümeti üzerinden bir baskı yapıyor. Irak seçim yapıyor, parlamento oluşturuluyor; ama teknokrat hükümeti kurulsun diyor. Güya amaç yolsuzlukları önlemek. Halbuki aksine bu şu anlama geliyor. Sadr adını teknokrat hükümeti koyarak aslında kendi seçtiği adamları kabineye yerleştiriyor. Bir taraftan beceriksizliklerin veya yolsuzlukların güya ortağı değilmiş gibi gözüküyor. Hatta başarısızlıklardan veya yolsuzluklardan hesap soran rolü oynuyor.
Örneğin birkaç hafta önce 60 kişinin ölümüyle sonuçlanan Nasıriye’de İmam Hüseyin hastanesinde bir yangın çıktı. Dolayısıyla herkes Sağlık Bakanı’nı suçladı. O kim, Sadr’ın adamı. Elektrik sorunu oluyor, elektrik bakanlığına bakan yine Sadr’ın adamı. Sadr’ın hem iktidarda olup hem de hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmemesi için herkesten daha büyük bir muhalif rol oynaması gerekiyor. O da bunu yapıyor. Yani ülkedeki yolsuzluklardan şikayet ediyor. Halbuki en büyük yolsuzlukların olduğu bakanlıklar bilakis Sadr’ın adamlarının elinde. Irak’taki birçok gazeteciye göre şu an Irak hükümeti üzerinde nüfuzu olan partiler, çevreler seçimleri olabildiğince erteleyerek mevcut konumlarını korumaya çalışıyor. Boykot hikayesinin arka planını da bu oluşturuyor."