YAŞAM

Şair Ahmet Telli: Kitap bir kültür aracıyken artık tüketim nesnesine dönüştü

Başkent Ankara, aynı zamanda büyük bir entelektüel mirasa da sahip. Cumhuriyet kültürünün etkisiyle bu mirasa sahip olan şehrin en önemli şairlerinden biri de Ahmet Telli. Sputnik’in sorularını yanıtlayan Telli, ‘kendi Ankara’sını’ ve yaşanan değişimi anlattı.
Sitede oku
Şair Ahmet Telli, Ankara için, “Bana kendimi anlatıyor” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Benim nasıl bir karakter ya da kişilikte oluşumda Ankara’nın çok önemli bir yeri var. Çünkü 1950’li yıllardan itibaren ben Ankara’dayım. Ankara’daki değişim ve dönüşüm bir biçimde benim dünyamı da değiştirdi. Ailem ve çocuklarım burada, dolayısıyla Ankara benim evim gibi oldu. Her evde zaman zaman hırgür olduğu gibi benim de Ankara’yla hırgürüm olmuştur. Ankara’nın, Cumhuriyet kültürünü yeşerten ama daha sonra ona ihanet eden bir kent olarak benimle arasının pek hoş olmadığı zamanlar da oldu.”

‘Şiir dünyasının birçok insanı Ankara kökenlidir’

Ankara’nın entelektüel kültürünü anlamak için Ahmet Erhan’ın ‘Ankara-İstanbul Karatreni’ kitabını örnek veren Telli, şunları ekliyor:
“Ankara, Cumhuriyet’ten sonra ve özellikle 1940’lı yılların sonuna kadar hem bir yandan özgür kültürün bir yandan resmi kültürün boy verdiği bir yerdir. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı tercüme bürosu Ankara’daydı. Bu büro dolayısıyla edebiyat tarihinin özellikle de şiir dünyasının birçok insanı, Nurullah Ataç’tan Orhan Veli’ye, Edip Cansever’den Turgut Uyar’a kadar hepsi Ankara kökenlidir. Ancak 1950’lerden sonra bu işlevini İstanbul’a bıraktı. Bir bakıma kültür endüstrisi olan İstanbul’a göçtüler. Bunu Ahmet Erhan’ın Ankara-İstanbul Karatreni kitabı çok güzel anlatır.”

‘Artık ne yazık ki köklü bir edebiyat dergisi çıkmıyor’

“Ankara, dergiler ve şairlerin çok yaşadığı bir kentti ama gittikçe çoraklaştı” diyen Ahmet Telli, bunu şöyle anlatıyor:
“Dergiler de ne yazık ki yerini fanzinlere bıraktı. Artık ne yazık ki köklü bir edebiyat dergisi çıkmıyor. Yine de Ankara’da kitapçılar çok. Ankara’da İstanbul’daki gibi çok büyük kitap fuarları açılmıyor nedeni de Ankara’daki kitapçıların çok düzenli oluşudur. Herkes istediğini bulabiliyor. Ankara’daki kitapçıların bir özelliği vardı. Toplum Kitapevi’nin sahibi Remzi İnanç’tı, yazardır. Sol Yayınları’nın sahibi Muzaffer İlhan Erdost, yazardır. Dolayısıyla kitapevlerinin sahiplerinin özelliği çoğunlukla yazan, çizen ve kitapla ilişkisi olan insanlardı. Günümüzde bu ortadan kalktı, sadece kitap raflarından bilgisayarla aranıp kolayca bulunabilen bir şekilde oldu. Dolayısıyla kitap bir kültür aracıyken artık tüketim nesnesine dönüşmüş durumda. Kitapçılarda da bunu çok net görüyoruz.”

‘Ankara’da meyhaneler kalmadı artık restoranlar var sadece’

Tabii Ankara demişken mekanlardan da bahsetmeden geçmek olmaz. Telli de “Ankara’nın kültürünü belirleyen önemli şeylerden biri de mekanlardır” diye tarif ediyor:
“Bu mekanlara, meyhaneler de diyebilirim. Gerçi Ankara’da meyhaneler kalmadı artık restoranlar var sadece. Mesela Sakarya Caddesi’nde bir üst geçit vardı. Üst geçidin olduğu yer Tavukçu Meyhanesi’ydi. Üçüncü sınıf, salaş bir meyhaneydi ama Ankara’da yaşayan şairlerin, ressamların, yazarların, karikatürcülerin ve tiyatrocuların mutlaka uğradığı bir yerdi. Burada buluşulurdu. Gerçi orası yıkıldıktan sonra başka bir yere taşındı. Sahibi hepimizi tanırdı, yıllar sonra gittiğimizde bile yer bulurdu. Körfez Lokantası vardı, şimdi orası nüfus dairesi vardı. Altında Buhara vardı, Köşem Meyhanesi vardı Zafer Çarşısı’nın hem üst tarafında oralarda Cemal Süreya, Muzaffer Buyrukçu ile oturduğumuz zamanlar oldu. Darwin’i çok iyi çeviren Öner Ünalan, yazarlık adı Ragıp Gelencik’tir, bunların tabii artık birçoğu yaşamıyor. Bu isimler Ankara’nın değerli kültür çevresiydi. Onlarla Ankara soluk alıp veriyordu, artık Ankara, Melih Gökçek’in belediyeyi aldıktan sonra kültür şehri olmaktan tamamen çıkmış bir resmi devlet yüzü olan asık yüzlü bir kent oldu.”

‘Egemen güçler küçük yazarları severler’

Ahmet Telli’ye, Türkiye’de şair olmayı da soruyoruz. “Şiirle ve şairle egemen güçlerin arası hiçbir zaman iyi olmadı. İyi olanlara biz şair demiyoruz” ifadelerini kullanan Telli, şunları söylüyor:
“Çünkü egemen güçler küçük yazarları severler. İyi yazarları sevmezler. Bu yalnızca Türkiye’ye dair bir şey değildir. Dünyanın her ülkesinde bu böyledir. Bu ezeli ve ebedi bir çelişkidir. Gerçi demokrat yöneticiler zaman zaman çıkmaz değil. Diyelim ki Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, ‘Jean-Paul Sartre, Fransa’dır’ demiştir. Bu tür çıkışlar olmaz değildir. Ama genele baktığımız zaman şairle egemen güçler hiçbir zaman uyuşamaz, uyuşmamaları da doğası gereğidir. Şairlik meslek olmadığı için bir geçim kaynağı da değildir. Şiirle geçim sağlayan benim tanıdığım hiçbir şair yok. En azından Türkiye’de yok. Daha gelişmiş ülkelerde olabilir. Her şairin mutlaka asıl mesleği vardır. Ben yıllarca öğretmenlik yaptım. Yazdığım şiirler nedeniyle egemen güçlerin saldırısına uğramadım değil. Ben, emniyete düştüğümde şiirlerim nedeniyle ağır saldırıya uğradım. 1981 yılında. Keza yaptığım konuşma ve şiirlerim nedeniyle daha bir yıl önce Hacettepe Üniversitesi’nde saldırıya uğradım.”

‘Şiir, dilin imgesel yönünü besler’

Günümüzde teknolojinin gelişmesi ile birlikte aslında okuma alışkanlığı ve sanata olan ilgide de bir düşüş gözlemleniyor. Şair Ahmet Telli, bu değişimi şöyle yorumluyor:
“Teknoloji ile hız arasındaki ilişki bir ideoloji olarak ortaya çıktı. Hız artık bir ideolojidir. Ancak her sanat eseri bu hıza karşı, ‘sakin ol’, ‘hayata bak’ demiştir. Sanat biraz hayatı yavaşlatmak için yapılır. Dolayısıyla sanatın hızla ideolojik olarak bir çelişkisi vardır. Öyleyken hız bir ideoloji olarak sanatı da kendi alanı olarak görmek isteyebilir. Nitekim buna uyan bir üretim tarzı da var. Teknolojiyi çok iyi kullanan genç şairler var ve bunlar teknolojik kavramları şiire yedirmeyi çok iyi biliyorlar. O yüzden onları çok önemsiyorum. Hayatı yavaşlatmak için bile olsa sanat bir hızın, rüzgarın içindedir. Bu rüzgarın içinde bir yaprak misali savrulmamak, rüzgarın farkına varabilmek için bunu bilmek zorundadır. Teknolojiyi çok iyi kullanan ve o kavramlarla güzel şeyler yazan genç şairler var, onları seviyorum. Ne kadar çok şair varsa o kadar dil gelişir. Çünkü dilin eklemlerine giden yolu, kan akışını adeta hızlandırır. Düz yazı sözcüklerin gramatik anlamlarıyla donup kalırken, şiir gramatik anlamın ötesinde gölge anlamlar, anlam salkımları icat ederek dili geliştirir ve dilin imgesel yönünü besler.”

‘Bayramlarda, vefanın ve hatır bilirliğin ikiyüzlülüğü yaşanıyor’

Bir de bayramlar var… Telli, “’Ah nerede eski bayramlar’ demem. Çünkü eski bayramlar da bir şey değildi” diyor ve şöyle sonlandırıyor:
“Ama yeni bayramlar artık tatil anlamında olduğu için bence vefanın ve hatır bilirliğin ikiyüzlülüğü yaşanıyor. Kendi kutsiyetinden çok uzaklaşmış vaziyette. Sahici bir bayram olduğunu düşünmüyorum. Belki hala kırsal alanlarda, daha kapalı ekonomilerde bayramlar kendi kutsiyetleri içinde yaşanıyor olabilir ama özellikle büyük kentler bayram bir tatil kavramı haline dönüştü.”
Yorum yaz