Eski AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Metiner, Yeni Şafak gazetesinde 'Sonu yıkım olacak anlayışlardan kaçınmak' başlığıyla yayımlanan yazısında sözlerine "Biz başkası değiliz. Başkasını farklılığından dolayı düşman olarak gören kimseler değiliz. İnancımız buna zinhar izin vermez" diye başladı.
"Biz Arafat Dağı’nda tüm insanlığa insanlık manifestosu sunan o yüce Peygamber’in (sav) takipçileriyiz" ifadesini kullanan Metiner, şöyle devam etti:
"O Peygamber ki şöyle diyordu: 'Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir.'
Dikkat ediniz, 'Ey Araplar, Ey Mü’minler!' diye seslenmiyor Peygamberler Peygamberi. 'Ey insanlar!' diye sesleniyor. İnsanlar, Hz. Ali (ra) Efendimiz’in de buyurduğu gibi ya dinde kardeşimizdirler ya da yaratılışta eşlerimizdirler. Cümlemizin Rabbi birdir, atası birdir, hepimiz topraktan yaratıldık, hiçbirimizin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvâdadır. Takvâ, kul ile Allah arasındaki ilişki biçiminin adıdır. Sen Allah’a ne kadar yakınsan yani Allah’ın dediklerine ne ölçüde samimiyetle uyuyorsan Allah nezdindeki değerin de imtiyazın da ona göredir. Başka tür kabuller, inancın reddidir.
Bu insaniyetçi bakışı bir tarafa itenlerin din anlayışları insanlık açısından sorunlu bir fanatizme kapı aralar. Doğru: Hepimizin Rabbi ve atası birdir, lakin hepimiz farklı farklıyız. Kimimiz Arap’ız kimimiz Türk, kimimiz Kürt. Kimimiz siyahız, kimimiz beyaz. Kimimiz Müslümanız, kimimiz Yahudi veya Hristiyan. Kimimiz Sünniyiz, kimimiz Alevi. Kimimizin hayat tarzı öyledir, kimimizin böyle. Ama sonuçta hepimiz insanız. Cümlemiz Âdem’in çocuklarıyız.
Allah (cc) dileseydi hepimizi aynı düşünen ve aynı yaşayan tek bir toplum olarak yaratırdı. Allah bunu dilemedi. Çünkü bu durum imtihanın sırrını ortadan kaldırırdı. Allah’ın dilemediğini Allah adına dilemek, dindarlık değil, sapkınlıktır.
'Cenneti yeryüzüne indirmeye çalışanlar gerçekte yeryüzünü cehenneme dönüştürürler'
Yeryüzü bir imtihan yurdudur. Kim ki yeryüzünü tek tip düşünen ve tek tip yaşayan bir yere dönüştürmeye çalışırsa, yeryüzünü birbirinin kanına ekmek doğramaya çalışan canavarlar yurduna dönüştürmüş olur. Cenneti yeryüzüne indirmeye çalışanlar gerçekte yeryüzünü cehenneme dönüştürürler. Bu sapkın totaliter faşizan düşünce ne yazık ki kimilerimizce kabul görebiliyor.
Kendilerini 'Dinin sahibi/jandarması' olarak görenler, hâkim oldukları yerlerde yeryüzünü sadece başkaları için değil aynı dine mensup olup farklı düşünen ve yaşayan insanlar için de cehenneme dönüştürüyorlar, görmüyor musunuz? Başkalarının hayat tarzlarını ve düşünce biçimlerini metazori yöntemlerle baskılamayı, dahası ve en fenası yok etmeyi, 'emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker' olarak görenler bilesiniz ki asıl münker bir zihniyetin savunuculuğunu yapıyorlar.
'Dinin devleti olmaz'
Din adına ortaya konulan bu totaliter faşist zihniyetin nasıl bir teröre dönüştüğü ortada. Dinin gerçeklerini tebliğ etmek ile dini hayat tarzını dayatmak arasındaki farkı bilmeyen anlayışlar bugün hepimize kaybettiriyor. Din devleti gönüllerde kurulur. Ama din devletini bedenler üzerinden kurmaya kalkışanlar ne yazık ki gönülleri yıkıyorlar ve gönüllerdeki o yüce din algısını yerle yeksan ediyorlar.
Dinin devleti olmaz. Din devleti de olmaz. Zira herkesin dini anlayışı farklı farklıdır. Dini anlayışlarını devlet üzerinden din diye dayatanların yapıp ettiklerine de 'din devleti' denmez. Devletin dini adalettir. Adaleti olmayanın dini de sözden ibarettir.
Din, devlet eliyle topluma dayatılacak bir inançlar manzumesi değildir. Kim ki dini hayat tarzını devlet veya güç marifetiyle başkalarına dayatmaya çalışıyorsa bilesiniz ki o dine ve dindarlığa en büyük zararı veriyordur.
'Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi asla başkalarına yapmamalıyız'
Bu konuyu yakınlarda çıkan SİYASİ ERDEMLER RİSALESİ/ Nebevi Siyaset adlı kitabımda ayrıntılarıyla işledim. Merak edenler okurlar. Diyeceğim o ki: Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi asla başkalarına yapmamalıyız. Düşüncelerimizden ve hayat tarzlarımızdan dolayı çokça baskılandık. Başörtülü kızlarımız çokça zulüm gördü.
Şimdi birileri kalkıp başkalarının kılık-kıyafetine din adına karışmaya, en fenası başkalarının hayat tarzını bastırmaya kalkışırsa, bize aynısını yapan zalimlerle bir kefeye kendilerini yerleştirmiş olurlar. Biz başkasına benzememeliyiz asla. Biz o birilerine benzediğimiz gün kaybederiz.
'Asıl marifet, güçlü iken adaleti dimdik ayakta tutmaktır'
Biz kendimiz olmaktan çıktığımız an zevale doğru sürükleniriz. Marifet, zayıf iken adaleti savunmak değildir. Asıl marifet, güçlü iken adaleti dimdik ayakta tutmaktır. Yani bize yapılmasını istemediğimiz hiçbir şeyi başkalarına yapmamaktır. Yapılmasına da zinhar müsaade etmemektir. Yüreğimizin giderek daralmakta olduğunu görmek üzüyor.
Kendi dinimizden olanları dahi kendi cemaatlerimiz, kendi tarikatlarımız, kendi ırklarımız, kendi mezheplerimiz, kendi derneklerimiz üzerinden 'bizden olanlar-olmayanlar' biçiminde ayrıştırmaya kalkışırsak, dahası cemaatimizden, tarikatımızdan, ırkımızdan, mezhebimizden, derneğimizden olanları diğerlerinden üstün görmeye başlarsak, Arafat Dağı’ndan seslenen o sevgililer sevgilisinin ortaya koyduğu ölçülerden sapmışız demektir. Bizi kendimiz olmaktan çıkartacak anlayışlardan ve siyasetlerden uzak duralım."