Bu deyimin kaynağı 1792’de yaşamını yitiren Tokatlı Ebubekir Kani Efendi’den başkası değildir. Kani Efendi, Osmanlıda devlet hizmetinde yer almış bir isimdir. Nesirde oldukça başarı sahibi, nüktedan bir kişiliktir.
Kani Efendi şakacılığından son nefesini verirken bile vazgeçmemiştir. Bundan sonrasını gelin İskender Pala’nın 'İki Dirhem Bir Çekirdek' kitabından okuyalım:
“Ben Fatiha dilencisi değilim, mezar taşıma Fatiha yazmayın” diye bir nükte söylemiş, ölümünden sonra mezarını yaptıranlar da bunu bir vasiyet gibi uygulayıp şakasına karşılık vermişlerdir. Şimdi, Eyüp Sultan Mezarlığı’nda bulunan kabrinin şahidesinde Fatiha ibaresi yoktur.
Kani, Silistre’deyken Voyvoda Alexander’ın yanında özel sekreter olarak da hizmet etmiş ve o sıralarda genç bir Rum dilberine gönlünü kaptırmış. Ne var ki kız bir papaz sülalesinden gelmekte ve tutucu bir hayat yaşamaktadır. Kani, dillere destan olan aşkını mutlu sona erdirmek için kıza evlenme teklif ederse de nafile, kızın ailesinden zinhar olmaz cevabını alırlar.
Sonunda kızın aklına bir çare gelir; Kani’nin Hristiyan olması. Bu çare üzerine kızın babası evlenmelerine razı olur ve bir gün Voyvoda’yı ziyarete gittiğinde konu açılır, Kani Bey’i yanlarına çağırırlar. Papaz Efendi teklifi yapar.
- Kani Bey, bir şartla kızımı sana vereceğim, hemen şimdi dinini değiştirip Hristiyan olursan!..
Kani Bey’in zihninde şimşekler çakar. O yörelerde sıkça kullanılan Yani adını hatırlayarak der ki:
- Yapmayın Papaz Efendi, kırk yıllık Kani, hiç olur mu Yani!?”