NTV'nin haberine göre, Japonya'da 2011 yılında meydana gelen tsunami felaketi, yaklaşık 16 bin kişiyi öldürdü, evleri ve alt yapıyı tahrip etti ve tahmini olarak 5 milyon ton enkazı okyanusa süpürdü. Ancak bu enkaz ortadan kaybolmadı. Bir kısmı Pasifik boyunca sürüklenerek Hawaii, Alaska ve Kaliforniya kıyılarına ulaştı ve onunla istilacı türleri de beraberinde götürdü.
Bununla birlikte uzmanlar, plastik atıklarla yolculuk eden istilacı türlerin çok büyük ve az bilinen büyük bir tehlike oluşturduğu konusunda uyardı. Plastik çöpleri yeni kıyılara taşıyan istilacı türler, yerli türlerin yaşam alanlarını azaltıyor. Ayrıca, hastalık taşıma potansiyeli (mikro algler özel bir tehdittir) nu türler, hali hazırda aşırı avlanma ve kirlilik nedeniyle baskı altında olan yerel ekosistemler üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor.
Cambridge Üniversitesi'nden deniz ekoloğu David Barnes'a göre, istilacı türlerin okyanuslardaki yolculuğu, yerel ekosistemlerdeki biyoçeşitliliği ve işlevselliği bozarak yerli türlerin yok olma riskini artırıyor. Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Barnes, şu ifadeleri kullandı:
“Tsunami ayrıca yeni bir şey de gösterdi: Hayvanların çoğu, daha önce mümkün olduğu düşünülenden daha uzun süre, altı yıldan fazla bir süre sürüklenerek hayatta kaldı. Rafting veya okyanusta dağılma, doğal bir olaydır. Deniz organizmaları kendilerini deniz çöpüne bağlar ve yüzlerce kilometre yol alır. Sargassum gibi bazen 3 metre kalınlığında serbest yüzen deniz yosunu kümeleri, her ikisi de zayıf yüzücü olan resif balıkları veya boru balıkları ve denizatı gibi Atlantik'teki belirli ‘rafting türleri’ için bir yuva sağlar."
Tel Aviv Üniversitesi Steinhardt Doğa Tarihi Müzesi küratörü Profesör Bella Galil ise konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Transokyanus raftingi, deniz evrimsel biyocoğrafyası ve ekolojisinin temel bir özelliğidir ve genellikle tür dağılımlarının küresel modellerinin kökenlerini açıklamak için başvurulur” ifadelerini kullandı.
Yerli olmayan bir türün yeni bir ortamda başarılı bir şekilde hayatta kalmasının önceden nadir olduğunu belirterek, günümüzde bu durumun yükseliş gösterdiğini ifade eden Galil, denize atılan atıklardaki büyük artışın yanı sıra terk edilmiş av araç gereçlerinin biyolojik kirlenmeye neden olduğunu belirtti.
Galil, “Bu durum nadir ve düzensiz bir evrim sürecini gündelik bir evrime dönüştürüyor. İstilacı türler biyolojik çeşitliliği, gıda güvenliğini ve insan refahını tehdit edebilir. Örneğin, 1990 yılında Akdeniz'e ulaşan Avustralya'dan deniz üzümleri, diğer deniz yosunlarının yerini aldı ve sonuçta yerli karından bacaklılarda ve kabuklularda azalmaya yol açan bir domino etkisi yarattı” değerlendirmesinde bulundu.
Diğer taraftan, okyanus istilacıları Hint Okyanus’undan Akdeniz’e kadar dünyanın kıyılarını tehdit ediyor. Galil, istilacı türler için en güçlü koridorlardan birinin Kızıldeniz'i Akdeniz’e bağlayan Süveyş Kanalı olduğunu söyledi. Şu anda Doğu Akdeniz'de listelenen 455 deniz yabancı türün çoğunun, kuzeye doğru olan akıntı sayesinde kanaldan plastik atıklar üzerinde geldiğinin düşünüldüğünü aktardı.
Galil, birçoğu orta ve batı Akdeniz'e yayılan yabancı işgalcilerin, yerli türleri kolonileştirdiğine dikkat çekti ve bazılarının zehirli olduğunu belirterek insan sağlığına açık bir tehdit oluşturduğunu vurguladı. Hint Okyanusu'na özgü uzun dikenli deniz kestaneleri ve göçebe denizanaları, şu anda Akdeniz'de hasara neden olan iki örnek.
Öte yandan, Mısır'ın bu yılın başlarında Even Given adlı konteyner gemisinin karaya oturmasının ardından kanalın genişletileceğini açıklamıştı. Ancak, Galil’e göre bu Akdeniz’deki çevre felaketini kötüleştirecek.
Galil, "Daha büyük kanal, daha büyük gemiler demek. Bu da daha fazla istilacı Kızıldeniz türlerinin Akdeniz'e ulaşması anlamına geliyor" dedi.