Türk dış politikası 14 Haziran'daki NATO zirvesi ve ABD Başkanı Joe Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşmesine hazırlanıyor. Geçmişten tanışık iki lider Biden'ın başkanlığı sonrası ilk kez yüz yüze görüşecek. Türk-Amerikan ilişkilerinin gündemi yoğunken, görüşmenin sıkıntılı başlıklarda durumu nasıl etkileyeceği merak konusu. Ankara'dan ilişkilerde 'yeni sayfa açma' beklentisi dile getiriliyor.
NATO zirvesi öncesinde Türk dış politikasının görünümünü Marmara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Barış Doster ile konuştuk.
'Türkiye NATO zirvesine zor bir konjonktürde zayıf bir şekilde katılıyor'
Prof. Barış Doster’e göre, Türkiye NATO zirvesine ve Biden ile görüşmeye zor bir konjonktürde gidiyor. Bir yandan Türkiye'deki ekonomik kriz, diğer yandan da mafya-bürokrasi-iş dünyası ve siyasette ortaya çıkan manzaraya dikkat çeken Doster, dış politikada da ABD ile Rusya arasında 'sıkışmışlık' haline atıfta bulundu:
“14 Haziran’daki NATO Zirvesi’ne ve bu kapsamda hazır gitmişken liderlerin baş başa yapacağı görüşmelere Türkiye zor bir konjonktürde katılıyor. Hem iktisadi ölçekte durum sıkışık, bu elbette yüksek dövizden yüksek enflasyondan yüksek faizden de anlaşılıyor. Bizim maalesef çok alışkın olduğumuz mafya, bürokrasi, iş dünyası ve siyaset dörtlüsünün son dönemlerde yapılan yayınlarla ortaya çıkan basıncı etkili. Hem de ABD ve Rusya arasında gerçekten sıkışmış bir Türkiye pozisyonu var. Bu üç gerekçeyle Brüksel’deki zirveye Türkiye zayıf bir şekilde katılıyor, eli çok kuvvetli bir şekilde katılmıyor."
'Türkiye'nin S-400 alması egemen bir devlet olarak hakkıdır'
Doster'e göre Türkiye'nin egemen bir devlet olarak S-400 savunma sistemlerini alması hakkıyken, ABD'nin yaptırım politikası dost ve müttefik ülkeye yakışır bir hareket değil. ABD'nin NATO'daki müttefikine CAATSA yaptırımı uyguladığını anımsatan Doster, övgüyle söz edilen ittifakta işlerin eşit şartlarda işlemediğini belirtti:
"Türkiye’nin S-400 hava savunma sistemi alması egemen bir devlet olarak hakkıdır. Bu adımı doğru bulan biriyim. Türkiye’nin eğer kendi hava savunma sistemini kuracak bugünkü imkan kabiliyeti yoksa, yerli ve milli imkanlarıyla kotaramıyorsa, bu gereksinimini bir şekilde başka devletten temin edecektir. Bu Türkiye’nin hakkıdır. ABD’nin bu konuda Türkiye’ye yaptırım uygulaması bırakın dostça müttefike yakışır bir hareket olmasını egemen bir devlete yapılmaması gereken bir davranıştır. NATO üyeliğine de karşıyım, Türkiye’nin NATO üyesi olmasının demek ki hiçbir esprisi yokmuş. Benzer bir müeyyide Çin ve Rusya’ya karşı uygulanmıştı. Ama bir NATO müttefikine CAATSA yaptırımlarının uygulanması Türkiye içinde ve dışında kimilerinin çok da abartarak övgüyle andığı NATO’da işlerin hiç de öyle demokratik şekilde işlemediğini, NATO’nun ABD emperyalizminin bir saldırı ve işgal aygıtı olmaktan öteye gidemediğini ortaya koyuyor.
'Türkiye'nin asıl tehdidi Suriye'deki ABD varlığından kaynaklanıyor'
Doster'e göre Türkiye'nin asıl tehdidi Suriye'deki ABD varlığından kaynaklanıyor. Washington'ın Suriye'nin kuzeyindeki Kürt gruplara desteğine işaret eden Doster, bu tehdidin görüp buna göre konumlanma gerektiği görüşünü dile getirdi:
"Asıl meselenin Suriye’de olduğu görüşüne katılıyorum. Türkiye’nin asıl büyük tehdidi Suriye’deki ABD varlığından geliyor. ABD orada YPG/PYD/PKK terör örgütünü destekliyor. Irak kuzeyinden Barzani eliyle ne yaptıysa ve nasıl yaptıysa Suriye kuzeyinde de YPG/PYD/PKK terör örgütü eliyle aynısını yapmaya çalışıyor. O bağlamda Türkiye bu gerçeği görmek zorunda. Fırat doğusunu, Suriye’deki ABD varlığını, ABD’nin terör örgütüne açtığı alanı ve verdiği desteği görüyoruz. Artık işi tank verecek kadar abarttılar. On binlerce TIR dolusu araç gereç, binlerce hava kargo uçağı dolusu mühimmat donanım diyorduk ama ABD, terör örgütüne tank verecek kadar işi abarttı. Türkiye’nin bu tehdidi görüp asıl buna göre konumlanması gerekiyor.”
‘İktidara yakın odakların ABD ile Suriye'de işbirliğini kuvvetlendirmek için başlattığı kampanya devam ederse daha büyük sorunlara yol açacaktır'
Doster'e göre Türkiye'nin Suriye politikasında düğme en baştan yanlış iliklendi. Eski dışişleri bakanı ve başbakan Davutoğlu döneminde uygulanan politikalarının ağır maliyetlerine dikkat çeken Doster, Suriye meselesinin Türkiye'ye iktisadi, toplumsal, siyasal, diplomatik yükünün yanında bir güvenlik meselesi olarak geri döndüğünü anımsattı. Son dönemde de Astana süreci ve Soçi formatını olabildiğince zayıflatmak ve ABD ile Suriye’de işbirliğini kuvvetlendirmek yönünde iktidara yakın düşünce kuruluşları ve medyada bir kampanya başlatıldığını söyleyen Doster, bu sürecin devamının çok daha büyük sorunlara yol açacağını vurguladı:
“İlk düğme yanlış iliklendi. Sabık başvekil hazretleri eski AKP Genel Başkanı şimdilerde de Gelecek Partisi’nin lideri Ahmet Davutoğlu’nun çizdiği, o günkü mensubu olduğu partinin de bütün gövdesi, kurmay heyetiyle desteklediği Suriye siyaseti başından yanlıştı. Ahmet Davutoğlu’nun ‘Bir avuç asabi çocuklar’ dediği kişiler teröristtiler. Emevi camisinde namaz kılacağız söylemi bir hayalden ibaretti. Esad’ın arkasında kimseler yok, 15-20 gün dayanamaz şeklindeki yaklaşım tamamen sönmüş, ayakları yere basmayan bir yaklaşımdı. İlk düğme yanlış iliklendiği için Türkiye orada çok gereksiz ve tehlikeli angajmanlara girdiği için hem diplomatik ölçekte kaybetti ve kaybetmeyi de sürdürüyor hem Türkiye’deki beş milyon geçici sığınmacı statüsüne sahip Suriyeli önemli bir toplumsal sorun yarattı. Türkiye bunlara 85 milyar dolarlık bir kaynak ayırdı. Toplamda 450 milyar dolar borcu olan, 800 milyar dolar büyüklüğünde bir iktisadi hacmi olan Türkiye ekonomik büyüklüğünün onda biri kadar bir mali kaynağı, 80 milyar doları bu geçici sığınmacılara ayırdı. Dahası bu Suriye meselesi iktisadi, toplumsal, siyasal, diplomatik yükünün yanında bir güvenlik meselesi olarak da geldi kapımıza dayandı. O konuda maalesef çok istekli, arzulu bir siyaset görüyoruz. Astana sürecini, Soçi formatını olabildiğince zayıflatmak, kağıt üzerinde kalmaya mahkum etmek ve içini boşaltmak ve ABD ile Suriye’de işbirliğini kuvvetlendirmek yönünde iktidara yakın düşünce kuruluşları ve medyada kanaat önderleri, dış politika yorumcuları üzerinden adeta bir kampanya yapıldığına tanık olmaktayız. Bu Türkiye’ye ne getirir? Çok daha büyük sorunlar açar. İlk düğmesi yanlış iliklenmiş olan gömlek bundan sonra eğer Suriye’nin kuzeyinde Suriye, Türkiye ve İran’ı bölmeye amaçlayan bir ABD ile daha kapsamlı bir işbirliğine yönelme halinde çok daha büyük sorunlara yol açar. ABD’nin bölgedeki kalıcılığını pekiştirir. Böylesi bir ABD angajmanı Irak ve Suriye’den sonra ABD’nin İran ve Türkiye için bugün olduğundan daha büyük şekilde güvenlik ve ulusal bütünlük tehdidi olmasının önünü açar.”
‘Zirvede, yeni bir sayfa açılacak düşüncesi fazla iyimser, öte yandan ipler kopmayacaktır’
Prof. Doster, NATO zirvesinde Türkiye ile ABD’nin ne kavga ederek ne de kol kola çıkacakları görüşünde. Türkiye'nin hegemonyası gerileyen emperyalist bir devlet olan ABD'yle derin bağımlılık ilişkilerine atıfta bulunan Doster, 'yeni sayfa açma' yaklaşımının da 'fazlasıyla iyimser' olduğunu dile getirdi:
“Bu tarz ikili zirvelerden ve uluslararası zirvelerden birkaç istisna hariç çok büyük beklenti içine giren biri değilim. Bu zirveler biraz iç kamuoyuna mesaj verme amaçlıdır, biraz dünyaya aile fotoğrafı vermeyi amaçlar. Biraz diğer liderlerle tanışmak, ahbaplık etmek, onlarla gündemi ortaklaştırabilmek yönünde atılan adımlardır ama büyük sonuçlar çıkmaz. O bağlamda NATO Zirvesi’nden de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden’ın ikili görüşmesinden de büyük anlamlar yüklenmeyeceğini düşünüyorum. Ne kavga ederek çıkarlar ne de kol kola çıkarlar, ikisi de olmaz. Çünkü ABD bir emperyalist devlettir; fakat hegemonyası aşınmakta olan iktisadi, siyasi, diplomatik, endüstriyel ve teknolojik gücü gerilemekte olan bir emperyalist devlettir. Öte yandan Türkiye de orta büyüklükte bir devlettir ve ABD’ye teknolojik, diplomatik, bürokratik ve politik ölçekte fazlasıyla bağımlı olan, ABD’nin Türk siyasal hayatı, Türk toplum yapısı, sivil asker güvenlik bürokrasisi üzerinde çok çeşitli araçlara sahip olduğu bir devlettir. O yüzden ‘Yeni bir sayfa açılacak’ şeklindeki yaklaşımları fazla iyimser buluyorum. Ama öte yandan iplerin kopmayacağını da biliyorum.”
‘Türkiye dahil olmak üzere hiçbir ittifak üyesi ülkenin NATO’nun geleceğinde söz hakkı yoktur, bu tekel ABD emperyalizmine aittir’
Doster'e göre ABD Rusya'yı Gürcistan ve Ukrayna hamleleriyle kuşatmaya çalışmaya devam ederken Rusya'nın bunlara sessiz kalması beklenemez. ABD'nin müttefiklerini hizada tutmak için NATO'yu kullandığını belirten Doster, Türkiye dahil hiçbir üyenin ittifakın geleceğinde bir ağırlığı ve söz hakkı bulunmadığını, bu tekel ve ayrıcalığın sadece ABD emperyalizmine ait olduğunu vurguladı:
“Eğer ABD, mevcut haliyle yani Rusya’yı yakın çevresinden başlayarak Baltık Denizi, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Karadeniz’de aşağıda Akdeniz’de Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ni işin içine katarak kuşatmaya, çevrelemeye devam ederse, Bulgaristan, Romanya ve Türkiye’nin NATO üyesi olması sanki yetmezmiş gibi ısrarla Gürcistan ve Ukrayna’yı da NATO üyesi yapıp Karadeniz’i adeta bir NATO denizine çevirmek isterse, bütün bu yakın coğrafyayı silahlandırmaya devam ederse Rusya’nın buna seyirci kalmayacağını bilmesi gerekir. Rusya 2008’de Gürcistan savaşında, 2013-14 döneminde Ukrayna krizinde ve devamında Kırım’ı ilhak ederek kendi yakın çevresinde bir ABD varlığına razı olmayacağını göstermiştir. 2003-04-05’te sırasıyla Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da turuncu, renkli karanfil gül devrimlerini anımsıyoruz. Ne ABD o günkü ABD, ne de Rusya o günkü Rusya’dır. Rusya gelişmiş, gürbüzleşmiş, etkinliğini sadece yakın çevresinde değil daha geniş bir coğrafyada Suriye’den Libya’ya kadar arttırmıştır. ABD ise bu geçen 15 senelik süre zarfında hegemonyası aşınmış bir devlettir. Dolayısıyla ABD’nin Rusya’yı kuşatmaya yönelik adımlarını arttıracağını, hatta NATO’yu işin içine katarak Avrupa’daki müttefiklerine NATO’yu gerekçe, koruyucu kalkan gösterip öncelikle Rusya’yı şeytanlaştırıp müttefiklerini de hizada tutmaya çalışarak adımlar atacağını, Rusya’nın da bunlara en sert ve en seri şekilde yanıt vereceğini öngörmekteyim. İster 2030 desinler ister 2050 desinler, Macron’un dediği gibi NATO beyin ölümü gerçekleşmiş bir ittifaktır. ABD’nin gücünden bağımsız ittifak değildir. NATO, ABD’nin hasımlarına karşı bir emperyalist ve işgal aparatı olduğu gibi hatta zaman zaman NATO müttefiklerini ABD’nin çizdiği hizada tutmak için kurulmuş bir yapıdır. O yüzden NATO, 2030-2130 demeden evvel ABD’nin takati, nefesi buna yeter mi onu sormamız gerekiyor. Onun dışında Türkiye dahil olmak üzere hiçbir NATO üyesinin NATO’nun geleceğinde bir ağırlığı veya söz hakkı yoktur. Bu tekel, imtiyaz, ayrıcalık bir tek ABD emperyalizmine aittir.”