Batı’nın sorunlarını başka zemine aktarma gayretinde olduğunu söyleyen İbrahim Kalın, “Buna yansıtma deniyor. Bir sorunu burada çözemediğinizde bunu başka bir zemine yansıtarak çözmeye çalışırsınız. Bir anlamda bu korkuyu üreten örneğin İslamofobi olgusunu üreten bakış açısı Batı toplumlarının kendi içindeki sorunlarını başka bir zeminde çözme gayretine yöneldiği için bunu İslam karşıtlığı, Müslüman korkusu üzerinden yapmaya çalışıyor” diye konuştu.
Müslümanları günah keçisi olarak gören Batı'nın kendi sorunlarını öteleyerek bir rahatlama sağlandığını anlatan Kalın, “Örnek vermek gerekirse diyelim ki Avrupa’da bugün 20-25 milyon kadar Müslüman yaşıyor. Baktığınız zaman orada yaşayan Müslüman azınlıklar aslında çok büyük kahir eksende o topluma entegre olmuş, o toplumun dilini konuşan, o toplumun eğitim kurumlarından geçmiş, yasalara uyan, kanunlara riayet eden, orada üreten, orada tüketen oranın vatandaşlığını benimsemiş insanlardan oluşuyor. Ama algıya baktığınız zaman, yapılan onlarca ankette bu defalarca dile getirildi. Sanki o ülkelerdeki işsizlik sorununun temel kaynağı orada yaşayan Müslüman azınlıklarmış gibi bir algı oluşturuluyor. Orada aile kurumunun, aile ilişkilerinin zayıflamasının müsebbibi olarak bu topluluklar gösteriliyor. Terör hadiselerinin çok büyük bir bölümü orada yaşayan Müslüman bireylerle, cemaatlerle, camilerle, derneklere ilişkilendiriliyor. Halbuki gerçeklere baktığınız zaman hem Amerika’da hem Avrupa’da yaşanan terör hadiselerinin yüzde 90’dan fazlası o toplumların kendi vatandaşları, kendi dindaşları, kendi etnik kökeninden gelen insanlar tarafında yapılan terör eylemleri. Ama algıya baktığınız zaman farklı. Orada elbette adı Müslüman olup da teröre karışan, suça karışanlar da var bunu inkar etmiyoruz. Ama gelip bütün meseleyi onlar üzerinden bir günah keçisi üzerinden çözülmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu ne sağlıyor. Bir konfor duygusu sağlıyor. Bir rahatlama duygusu sağıyor. Sorun bende değil sonradan gelen eklemlenen bu azınlık toplumlarda diye” şeklinde konuştu.
Dünya değişirken ‘kızıl tehlike’nin yerine ‘yeşil tehlike’ olgusunun geçirildiğini ifade eden Kalın, sözlerini şöyle tamamladı:
"Müslümanların mesela diyelim ki kendi inançlarına, dinlerine, adetlerine geleneklerine sahip çıkmalarını sorun olarak görüyorlar. Halbuki buna karşı yapılması gereken şey, diyelim ki bir Hristiyan açısından kilise açısından; Müslümanları ayıplamak yerine onların da kendi gelenek ve adetlerine, inançlarına sahip çıkmaları olmalıdır. Bunu yerine kolay yolun tercih edildiğini görüyoruz. Küresel düzlemde de şundan bahsedildi hep. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu dünya sona erdi. Tek kutuplu dünyaya geçerken ‘kızıl tehlike’nin yerine bir başka tehdit konulması gerekiyordu. Bunun içinde ‘yeşil tehlike’ diye bir şey icat edildi. Onlarca yılda bunlar konuşuldu. İşlendi. Ve 90’lı yıllarda Huntington’ın ondan hemen önce aslında Bernard Lewis’in ortaya attığı Medeniyetler Çatışması tezi bütün bu algıları daha da tetikledi. Burada Batı Medeniyeti kendi iç sorunlarını kendisiyle ciddi bir muhasebe yaparak çözmek yerine bunu ötekinin suçlanması ötekinin öcüleştirilmesi ötekinin şeytanileştirilmesi üzerine yapmaya çalıştı."