‘Kolombiya’daki isyan, Amerika’nın kurduğu neoliberal düzeni hedef alıyor’

28 Nisan'dan bu yana hükümet karşıtı kitlesel gösteriler yapılan Kolombiya'da binlerce kişi sokaklarda ve bugüne kadar 50’nin üzerinde eylemci polis ve askerin müdahalesinde hayatını kaybetti. Siyaset Bilimci Yunus Soner’e göre, Kolombiya’da halk, “ABD’nin kurduğu düzene” karşı ayaklandı.
Sitede oku

RS FM’de yayınlanan Kıtalararası programında, Kolombiya’daki eylemler ve bölgede değişen siyasi süreç ele alındı.

Kolombiya’da derinleşen krizin arka planına bakıldığında ekonominin yönetilememesi ve hükümetin uyguladığı politikalar temel sebep olarak öne çıkıyor. Aslında bu protestolar Kolombiya'da ilk değil. 21 Kasım 2019'da ilan edilen 'genel grev'le de ülke çapına yayılan hükümet karşıtı gösteriler düzenlenmişti. Bu eylemler sırasında 4 kişi hayatını kaybetmişti.

Eylemlerle yeniden hedefte olan sağcı Devlet Başkanı Ivan Duque’nin hükümeti, ABD ile yakın müttefikliği, neoliberal politikaları, FARC olarak bilinen Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri ile imzalanan barış anlaşmasına uyulmaması, paramiliter gruplar ve uyuşturucu kaçakçılığıyla ilişkisi nedeniyle eleştirilerin odağında.

Salgın döneminde 75 bine yakın insanınölmesi, salgın koşullarında artan yoksulluk ve işsizlik, kayıt dışı çalışmanın yüzde 48’in üzerine çıkmasıyla artan güvencesizlik, oldukça düşük seyreden aşılama da ülkede bardağı taşma noktasına getiren etkenler oldu.

Üzerine gelen vergi reformu yasa tasarısı ile de işler kontrolden çıktı. Hükümet, vergi reformu ile bütçeye gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 2'sine denk gelen yaklaşık 6 milyar dolarlık ek vergi geliri sağlamayı ve 663 dolar üzerinde maaş alanlardan ek gelir vergisi almayı planlıyordu. Kolombiya’da asgari ücret ise aylık 234 dolara denk geliyor.

Yasa tasarısının ardından istifa eden Hazine Bakanı Alberto Carrasquilla, paranın 'yüzde 73’ünün bireylerden, geri kalanının şirketlerden' geleceğini söylemişti. Bu nedenle orta sınıftan emekçilerin yasaya tepkisi büyük oldu.

Yeni atanan Hazine Bakanı José Manuel Restrepo, tepkilerin odağındaki bir diğer karar olan ABD’li Lockheed Martin şirketinden 4.5 milyar dolarlık '24 savaş uçağı alımı' planından da vazgeçtiklerini açıkladı. Vergi reformunun temel hedeflerinden birinin de ülkenin artan dış borçlarına bir kaynak yaratılması olduğu da biliniyor.

ESMAD polis gücü görevde

Ülkede ayağa kalkan kesimler ise en çok KDV'nin arttırılması sonucunda su, elektrik, doğal gaz gibi temel ihtiyaç maddelerine ek vergi getirilmesi ve orta sınıfın Kovid-19 salgını nedeniyle zorlaşan ekonomik koşullarının daha da bozulmasına karşı çıkıyor.

Hükümetin toplumsal gösterilere müdahale gücü olan ESMAD polis gücünün olaylara müdahalesi de halkın tepkisinin artmasına neden oldu.

Sendikalar, yerel topluluklar, öğrenci birlikleri ve farklı kesimlerin 'ulusal grev' çağrısıyla başta başkent Bogota olmak üzere 50'den fazla kentte meydanlara inen binlerce vergi reformu karşıtının barışçıl başlayan gösterileri, polisin ve daha sonra da askerin müdahalesi sonrasında şiddetli olaylara sahne olmaya devam ediyor.

Başkan Duque, 2 Mayıs’ta yasa tasarısını ‘yeniden değerlendirilmek’ üzere geri çekse de protestolar sona ermedi. Kolombiya hükümeti ile Ulusal Grev Komitesi arasında devam eden görüşmelerde henüz anlaşma sağlanamadı.

Ulusal Grev Komitesi’nin eylemlerin son bulması için talepleri arasında; demokratik hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması, şiddetten sorumlu olanların cezalandırılması, ESMAD polis gücünün dağılması ve ekonomi ve sağlık düzeyinde bazı toplumsal adımların yerine getirilmesi bulunuyor.

‘Bölgede değişen bir süreç var’

Honduras, Venezüella, Paraguay, Brezilya, Nikaragua, Küba ve Meksika gibi birçok Latin Amerika ülkesi bugüne kadar ABD’nin siyasi ve askeri müdahale girişimlerine sahne oluyordu. Bölgeyi yakından takip eden Siyaset Bilimci Yunus Soner’e göre, artık değişen bir süreç var. Soner, RS FM için yaptığı değerlendirmede bu süreci şöyle anlattı:

“Öncelikle Trump ve Biden hükümetlerini kıyaslamak gerekir. Trump hükümeti, dışarıdan yıkıcı bir Latin Amerika politikası izledi. Bunun başlıca hedefe Küba, Venezüella ve Nikaragua hükümetleriydi. Trump bunları zorbalığın üçlüsü olarak adlandırdı ve bunlara karşı askeri müdahale tehdidi dahil ağır yaptırımlar, doğrudan hedef alma, iç kışkırtmaları desteklemeyle dışarıdan yıkıcı bir çizgi izledi. Biden hükümeti bu çizgiye bir yöntem eleştirisi getirdi. Biden, ‘Trump gibi dışarıdan müdahale etmemeliyiz, bunun yerine ülkelerle ve oradaki iç kuvvetlerle işbirliği içinde diyalog, müzakere, diplomasi yöntemlerini kullanmalıyız. Aslında bunun örneklerini zamanında Obama da Küba politikasında sergilemişti. Obama, Küba’yı ziyaret bile etti. Biden’ın çizgisi daha çok içeriden karşı tarafın direnişini çözme yöntemi. ABD’nin Latin Amerika’ya yönelik geleneksel müdahaleci çizgisi pek sürdürülebilir görünmüyor. Bu da Latin Amerika ülkelerinde hem ABD’nin kurduğu neoliberal düzene hem de Amerikancı hükümetlere karşı önemli bir muhalefet imkânı tanıyor.”

‘Amerikancı hükümete karşı çok büyük bir isyan var’

Soner, “ABD’nin Latin Amerika siyasetleri açısından bugünlerde yaşanan iki gelişmenin paralelliğinin çok çarpıcı ve çok şey anlattığını” belirtti ve konuşmasını şöyle sürdürdü:

“ABD’nin yıkmaya çalıştığı Venezüella hükümeti bir ara zafer kazandı. ABD’nin Venezüella’da devlet başkanı olarak tanıdığı Juan Guaidó, mevcut ve resmi devlet başkanı Nicolas Maduro ile müzakere masasına oturmak zorunda kaldı. Bununla aynı zamanda ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden biri olan Kolombiya’da ise halkın Amerikancı hükümete karşı çok büyük bir isyanı var. Venezüella’daki istikrarsızlaştırma girişimlerinin de önemli bir merkezidir, Latin Amerika’da en büyük Amerikan üsleri bu ülkededir. ABD’nin bölgedeki en büyük müttefiki olan Kolombiya’da Ivan Duque burada bir ara yenilgi aldı çünkü öne sürdüğü vergi reformunu geri çekmek zorunda kaldı. Bununla birlikte gerginlik durmadı. İki komşu ülke paralel bir şekilde ABD’nin güç kaybını ve ara yenilgisini çok güzel temsil ediyor. Bir tarafta Amerikan piyonu teslim oluyor diğer tarafta Amerikancı hükümet halk tarafından baskı altına alınıyor. Çok çarpıcı gelişmeler.”

‘Latin Amerika, ABD’nin iktidarları belirlediği bir bölge olmaktan çıkmış durumda’

Peki, Latin Amerika, ABD’nin tırnak içinde ‘arka bahçesi’ olmaktan çıkıyor mu? Yunus Soner’in bu konudaki değerlendirmeleri ise şöyle oldu:

“Meksika’nın 20. yüzyılın başında uzun süre devlet başkanlığını yürüten Porfirio Díaz’ın çok efsanevi bir sözü vardır: Zavallı Meksika, Tanrı’dan çok uzak ve Amerika’ya çok yakın. ‘Arka bahçe’ konumunun böyle bir coğrafi boyutu var. ‘Arka bahçe’ konsepti aynı zamanda 1823’teki Monroe Doktrini’ne dayanıyor. ABD o zaman Avrupa’nın iç siyasetine karışmama sözü veriyor ama bunun karşılığında o zaman temel rakipleri olan Avrupalıların, Latin Amerika’nın iç siyasetine karışmamasını talep ediyor. Eğer ‘arka bahçe’yi; ‘ülkelerin siyasi iktidarları ve onların iç dinamikleri, son tahlilde ABD’nin tutumu ile belirlenir’ diye tanımlarsak o zaman Latin Amerika, ABD’nin arka bahçesi olmaktan çoktan çıktı. Ve her geçen gün daha da uzaklaşıyor. Bunun en belirgin örneği, 1959 Küba Devrimi’ydi ama son yıllarda Trump’ın hedef aldığı Küba, Venezüella, Nikaragua hükümetleri ayakta kaldı. ABD baskılarına direndi ve daha da önemlisi bu ülkelerin hepsinde Amerikan baskısına karşı Çin, Rusya ve Türkiye gibi Avrasya ülkeleri iktidar mücadelelerinin parçası oldular. Bugün Venezüella’da iktidar mücadelesi sadece Maduro ve Guaidó arasında değil ya da sadece Venezüella ile ABD arasında değil, Çin, Rusya ve biraz da olsa Türkiye de iktidar mücadelesinin bir parçası. Dolayısıyla somut olarak artık Latin Amerika, son tahlilde ABD’nin iktidarları belirlediği, istediği zaman devirdiği, yerine yenilerini getirdiği bir bölge olmaktan çıkmış durumda.”

‘Latin Amerika’da çok ciddi oranda artan bir Çin ve Rus etkisi söz konusu’

Bölgede azalan ABD, artan Çin ve Rusya etkisiyle birlikte Latin Amerika ülkelerinin siyasi geleceğinin nasıl bir yolda ilerleyeceği de tartışma konusu. Siyaset Bilimci Soner’in görüşleri ise şöyle:

“Gerçekten Latin Amerika’da çok ciddi oranda artan bir Çin ve Rus etkisi söz konusu. Özellikle Çin, kıtadaki yatırımlarını son 10 yılda 10 kat artırdı. Aralarında Arjantin, Brezilya, Şili, Venezüella gibi önemli ülkeler olmak üzere birçok ülkenin birinci ticaret ortağı haline geldi. Latin Amerika’nın 19 farklı ülkesi Bir Kuşak Bir Yol projesine katıldı. Burada birçok ülke siyasi tutumunu da değiştirdi. Örneğin, Dominik Cumhuriyeti, El Salvador, Panama gibi ülkeler geleneksel olarak Çin’i değil Tayvan’ı temsilci olarak tanıyor ve Tayvan’la diplomatik ilişkiler sürdürüyorlardı. 3 ülke de son yıllarda bu tutumlarını değiştirdiler. Çin’in burada ciddi kredi yatırımları da söz konusu. Buna özellikle Venezüella-Rusya arasındaki askeri işbirliğini de eklemek lazım. Son zamanlarda Kovid-19 aşısı diplomasisini de buraya eklemek gerekli. Latin Amerika’da artan Avrasya gücü, bu ülkelere bağımsızlık açısından çok kutuplu bir dış politika için önemli imkânlar sunuyor. Bunlara karşı ABD de ülke ülke savunma pozisyonunda mücadele ediyor. Çin ve Rusya’nın etkisini sınırlamaya çalışıyor. Ama yine de esas eğilim Avrasya güçlerinin Latin Amerika’da güçlenmesi ve bölge ülkeleri için de yeni perspektiflerin açılması yönünde.”

‘Kolombiya’daki isyan anti-Amerikancı bir çizgiye evriliyor’

“Bununla birlikte Latin Amerika ülkelerinin önünde ciddi sorunlar da var. Hemen hemen hepsi dışa bağımlı ekonomiler yönetiyor, geleneksel bir şekilde serbest sermaye hareketlerine izin veriyor ve Amerikan hegemonyasından kaynaklanan neoliberalizm bağımlılığı içinde. Kolombiya’daki isyan doğrudan ABD’yi hedef almasa bile, Amerika’nın kurduğu düzeni hedef aldığı için ister istemez anti-Amerikancı bir çizgiye evriliyor. Avrasya bu ülkelere alternatif sunuyor, bununla birlikte bu ülkelerin önümüzdeki dönemde kamucu politikaları artırmaları kaçınılmaz olacak. Kalkınmacı siyasetler, devlet önderliğinde kamu kuruluşlarının ağırlığının arttığı politikalar tekrar gündeme gelecek. Bölgesel entegrasyon da burada çok önemli. Dış politikada daha çok Asya’ya yönelen ABD’yi ve bunun karşılığında Latin Amerika’da Avrasya ülkelerinin etkisinin arttığını düşünürsek bu tür bağımsızlıkçı ve kalkınmacı girişimler için Latin Amerika’da zeminin oldukça uygun olduğunu söyleyebiliriz.”
Yorum yaz