EKSEN

‘Asıl normalleşme girişimleri Suudi Arabistan, İran ve Suriye arasında; kim kimle barışmak istiyorsa ona misafir oluyor'

Güller’e göre Biden etkisiyle asıl normalleşme girişimleri Riyad, Tahran ve Şam arasında, Türkiye'ye dönük değil. Yeni Osmanlıcı dış politikanın sürdürülemez olduğunu belirten Güller, "Kim kiminle barışmak istiyorsa ona misafir" dedi. Güller, İsrail'le mücadele yolunun olayı din ekseninden çıkarıp ABD ve emperyalizmle mücadeleden geçtiği görüşünde.
Sitede oku

Türkiye, Orta Doğu’da yeni bir açılım sürecine girmiş durumda. Mısır’la istihbarat düzeyinde temaslar, diplomasiye evrildi. 'Kaşıkçı cinayetinin' ele alınış şeklini kabullenen Ankara, Suudi Arabistan'la da ilişkileri 'tazelemek' için kolları sıvadı. İlk adım uzun süre sonra Riyad'ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'ndan geldi.

Ankara'nın hamleleri, İsrail ile Filistinli Araplar arasındaki gerilimin yıllardır görülmemiş düzeyde yükseldiği bir döneme denk geldi. Gelişmelerin ardından Ankara, İsrail'e yönelik 'normalleşme' adımlarından vazgeçmiş görünürken, Filistin meselesiyle ilgili Arap ve İslam dünyasına yönelik 'ümmet' çağrılarını öne çıkarıyor.

Gelişmeleri Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.

‘ABD emperyalizminin bölgedeki siyasal ağırlığının azalması normalleşme girişimlerini tetikledi'

Mehmet Ali Güller’e göre, Orta Doğu Trump sonrası dönemini yaşıyor. ABD’nin Biden yönetimiyle Trump'ın temel rotasından sapmadığını ancak Çin’i ‘baş düşman’ alıp Rusya'yı ikinci cephe ilan etmesi sebebiyle Orta Doğu’daki ağırlığı azalttığını belirten Güller, bu rotanın Trump'ın Arap-İsrail normalleşme dizisi yaratan politikalarının devamı niteliğinde olduğunu söyledi. Güller, bu normalleşme dizisinin bölge ülkelerini içeren bir başka normalleşmeyi tetiklediğini dile getirdi:

“Orta Doğu’da aslında Trump’tan sonraki yeni döneme ilişkin değişim işaretleri görünüyor. Bu değişim Biden’ın Trump’tan farklı izlediği politika nedeniyle değil ama Amerika’nın baş düşmanı olarak Çin’i alıp, Rusya’yı da ikincil cephe ilan edip oraya yönelmesiyle ilgili olarak Orta Doğu’daki ağırlıklarını azaltmasıyla ilgili. Trump, öyle bir rotaya girildiği için hızla İsrail’in güvenliğini sağlayarak bu geri çekilmeyi yapmak istemişti. İsrail’in güvenliğini esas alan bir Arap-İsrail normalleşme dizisi başlatmıştı. İsrail’in Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Sudan ile hızla normalleşmeleri biraz bu nedenleydi. Amerika çekilirken İsrail de Arapların bir kısmıyla normalleşsin ve daha güvenli bir durumda kalsın diye. Bunun karşılığında ikincil bir normalleşme tablosu oluşmaya başladı. Bir yandan Türkiye’nin Mısır ve Suudi Arabistan ile normalleşme görüşmeleri başladı. Ama ondan önemlisi esas kavgalı iki ülke Suudi Arabistan ve İran görüşmeye başladı. Dahası Suudi Arabistan, Suriye ile de görüşmeye başladı. BAE de Suriye ile görüşüyor, elçilik de açtı. Abdullah Bin Zaid, Lavrov ile görüştüğünde çok açık bir şekilde Suriye’nin Arap Ligi’ne dönmesi kaçınılmaz demişti."

İran, Suudi Arabistan ile görüşme yapıldığını doğruladı
'Kim kiminle barışmak istiyorsa ona misafir oluyor'

Ancak Güller'e göre Orta Doğu'daki asıl normalleşme girişimleri Türkiye'ye dönük değil. "Kim kiminle barışmak istiyorsa ona misafir oluyor" diyen Güller, Suudilerin Şam'da yaptıkları söylenen temaslar ve Irak'ın arabuluculuğunda İran ile görüşmelere atıfta bulundu:

"Toplam bir normalleşme var. Suriye ve İran’a dönük bir normalleşme var. Fakat Türkiye’ye dönük bir normalleşme bunun bir parçası değil. Çünkü Türkiye’ye dönük normalleşme yok. Mısır ve Suudi Arabistan’a dönük Türkiye normalleşmesi var. Kim kimle barışmak istiyorsa ona misafir oluyor. Suudi Arabistan, Suriye ile normalleşmek istiyor. Suudi istihbarat şefi kalkıp Şam’a gitti, Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Ali Memlük ile görüştü. Beşar Esad ile de görüştü. İran ile Suudi Arabistan normalleşmek istiyor ama ikisi de denk durumda ve arabulucum olarak Irak sahasında normalleşiyorlar. Fakat Türkiye’ninki böyle değil, Riyad ve Kahire’ye gitti. Bunların diplomaside önemi var. Nerede normalleşiliyor, kim kime gidiyor bunların hepsi masaya konulan dosyaların ağırlığına, normalleşme ihtiyacını kimin ne kadar daha çok ihtiyaç olarak gördüğüne işaret eden durumlar. Fakat son tahlilde bunlar olumlu işler. Amerikan emperyalizminin bölgedeki siyasal ağırlığının azalmasının doğal sonuçları. Kuşkusuz hepsinin kendi içerisinde kendi gündemiyle ilgili yanları var.”

‘Türkiye yeni Osmanlıcı zihniyetle yürüttüğü Orta Doğu dış politikasını artık sürdüremez durumda'

Güller, Ankara'nın uzun süre mezhep eksenli ve yayılmacılığı esas alan yeni Osmanlıcı dış politikasını artık sürdüremez olduğu için normalleşme girişimlerinde bulunduğu görüşünde. Ankara'nın AB'nin yaptırım tehditleri ve ABD'nin Türkiye'yi Rusya ile karşı karşıya getirme girişimleri karşısında Orta Doğu'da elini rahatlatmaya çalıştığını belirten Güller, bunun bir strateji değil taktik dönüş olduğunu söyledi. Güller'e göre işin anahtarı Suriye ama Erdoğan yönetimi hala Esad ile anlaşmamakta diretiyor. Güller, Ankara'nın Mısır'ı yöneten El Sisi ile muhatap olmasına karşın ikircikli adımlarla iç siyasette de durumu 'Mısır halkı ile normalleşmek' olarak sunduğunu dile getirdi:

“Türkiye uzunca bir süredir mezhep eksenli, yayılmacılığı esas alan, yeni Osmanlıcı bir zihniyetle yürüttüğü Orta Doğu dış politikasını artık sürdüremez duruma gelmiş halde. Bunun ticarete, siyasete, pek çok alana yansımaları var. Dolayısıyla AKP iktidarı, eli birkaç yerde sıkışmış olduğu için buralarda normalleşmeye mecbur kaldı. Doğu Akdeniz’de de ilerledi ve marjları bir yerde tükendi. AB’nin yaptırım tehdidi karşısında birtakım geri adımlar atmak zorunda kaldı. Bir yandan Amerika’nın Karadeniz ve Ukrayna konusunda Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya getirme durumları var. Hal böyle olunca en azından Orta Doğu’da güneyde Mısır ve Suudi Arabistan-BAE ile AKP hükümeti normalleşerek dış politikada nefes almaya çalışıyor. AKP hükümetinin kendi özgül çıkarları açısından durum bu. Böyle olduğu için de AKP’nin bu normalleşmesi bir taktik dönüşü olarak görülüyor, bir stratejik dönüş değil. Aslında burada işin anahtarı Esad rejimiyle anlaşmak, hala orada direniyorlar. Oysa ilk Esad ile anlaşılsa geriye doğru her şey daha kolaylaşacak. Orada hala İdlib ve Afrin’de bulunma politikaları nedeniyle Esad rejimini düşman olarak görmeyi sürdürüyorlar. Karşılığında Sisi konusunda da ikircikli adımlar atıldı. Sisi ile değil de sanki Mısır halkıyla normalleşiyormuş gibi... Sisi hala bildikleri Sisi imiş gibi davranıyorlar. Ama bunun Türkiye’deki kendi tabanlarını, ‘rabia’ ile 8-10 yıldır alıştırılmış tabanı birden köklü bir dönüşü çok onaylanabilir gösteremeyecekleri için bunu sanki Mısır halkıyla yapıyorlarmış gibi sunmaya çalışıyorlar. 'Mısır halkını Yunanistan’ın yanında görmek istemiyoruz' gibi ifadeler kullanıyorlar. Ama sonuçta Mısır’ı kim yönetiyorsa onunla anlaşacaksınız. Mısır’ı da Sisi yönetiyor. Türkiye’nin mezhepçi politikasına işaret ederken de çok söyledik. Önemli olan ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde çıkarlardır. O ülkeleri kimin, hangi rejimin yönettiğine bakarak bu işler yapılacak olursa durum çok sıkıntılı olur. Mısır’ı kim yönetiyorsa yönetsin, Türkiye Mısır’la ilişki içinde olmalı. Türkiye’yi kim yönetiyorsa yönetsin, çıkarları bölge açısından değerliyse ki bölge açısından öyle, Türkiye ile ilişkileri yürütmek durumundalar. Şu ülkeyi komünist, şu ülkeyi bir askeri rejim, diğerini mezhepçi biri yönetiyor diye sınıflandırmaya kalkarsanız, bunun adı bir ulusal çıkar esaslı dış politika olmaz, başka bir şey olur. O da AKP’nin uyguladığı gibi olur, gider en sonunda sürdürülemez hale gelip zorunlu taktik dönüşlere neden olur.”

Rus Dışişleri: İsrail'in Kudüs'ün statüsünü değiştirme girişimleri hukuka aykırı
‘Amerika’nın kanatlarının altında İsrail terör estiriyor’

Türkiye'nin İsrail'e yönelik girişimlerin hiçbir sonuç vermediğini anımsatan Güller, çoğu Orta Doğu ülkesinin de ikiyüzlü davrandıklarını söyledi. Güller'e göre 70 yıldır değişen bir şey yok, İsrail, Arapların ihanete varan tavırlardan yararlanarak alanını genişletti. ABD'nin kanatlarının altında İsrail’in bir 'terör devleti' olarak terör estirdiğini kaydeden Güller, Filistin destekçisi ülkelerin ise ABD saldırısı altında olduğuna dikkat çekti:

“Kudüs’ün başkent ilan edilmesi sürecinde öyle ileri şeyler söylendi ki! Bir konferans da düzenlendi. Kudüs’e uluslararası güç gönderme kararı bile aldılar. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun açıklamaları var üç yıl önce. Ne oldu üç yıldır? Hiçbir şey. Bunlar sadece Türkiye için değil. Hatta Türkiye buralarda çok daha iyi tavır aldı. Ürdün’ü sayarsak bütün Orta Doğu dünyası Filistin konusunda oldukça ikiyüzlü. İsrail de zaten bu ikiyüzlülüğü iyi değerlendirerek sürekli vur kaç taktiğiyle alan genişletiyor. Mahalle mahalle genişliyor, Yahudi yerleşimcileri yerleştiriyor. Tarihsel olarak son 70 yıldır değişen hiçbir şey yok. Amerika’nın kanatlarının altında İsrail bir terör devleti olarak terör estiriyor. Filistinliler bu konuda hem Arap ihaneti yaşamış durumda hem Suudilerin 2015’ten itibaren İsrail ile yaptıkları anlaşmaların olumsuzluğunu yaşamışlar. Ama toplamda aslında İsrail, Amerika’nın Irak, Libya, Suriye saldırıları ve sürekli İran’ı 40 yıldır hedef alıyor olmasının avantajını kullanıyor. Filistin’in en büyük destekçisi Saddam Hüseyin’di, Kaddafi’ydi, baba-oğlu Esad ve İran’dı. Hepsi Amerika’nın saldırısı altında. Saddam devrilmiş oldu, Kaddafi de öyle. Suriye 10 yıldır büyük sıkıntılar çekiyor. İsrail bütün bu avantajlardan yararlanarak Golan Tepeleri de benimdir diyor, yayılmacılığını sürdürüyor.”

‘Meselenin din savaşı gibi sunulması iki tarafın tabanlarını konsolide etmesine yarıyor'

Güller, İsrail'e karşı ağıt yakmak, slogan atmak, 'had bildiririz' demek anlamsız. İsrail'le mücadelenin yolunun ABD’ye karşı durmaktan geçtiğini söyleyen Güller, Türkiye ve bölge ülkelerinin ABD’yi ne kadar uzak tutarsa İsrail’i o kadar frenleyebileceğini kaydetti. İsrail içinde de bu yayılmacılığa itiraz eden ve barış içinde yaşamak isteyenlerin bulunduğunu anımsatan Güller, meselenin bir din savaşı gibi sunulmasının sadece iki tarafın tabanlarını konsolide etmesine yaradığı görüşünde. Güller'e göre, Filistin konusunun din ekseninden çıkarılıp, emperyalizmle mücadele eksenine getirilmesi gerekiyor:

“Burada topu şurada görmek lazım. Atılan sloganlar, yapılan sert açıklamalar, ‘one minute’ler sadece Türkiye için değil Ürdün, Mısır ve diğer hepsi için hiçbirinin anlamı yok. Son tahlilde İsrail istediğini yapmış oluyor. Dolayısıyla burada bu meseleyi çözecek başka bir iş yapmak gerekiyor. Ağıt yakmak, slogan atmak, ‘Had bildiririz’ demek ya da bunu bir din savaşı gibi sunarak herkesin kendi iktidarını konsolide edecek, tabanı gaza getirecek ya da tersinden tabanın gazını alacak söylemlerle bu işler bir yere varmıyor. Varılacak yer şu. Amerika, İsrail terör devletinin en büyük destekçisi. Dolayısıyla İsrail’in bu terörist faaliyetlerine karşı mücadele Amerika ile mücadeleden geçiyor. Türkiye başta olmak üzere bölge ülkeleri Amerika’yı Orta Doğu'dan bu platformdan, buralara burnunu sokma işlerinden ne kadar uzak tutabilirse, İsrail’in estirdiği terör o kadar frenlenmiş olacak. Bu İsrail ve Filistin’le barış içinde yaşamak isteyen ılımlı insanların da elini güçlendirecek. İsrail içerisinde bu Yahudi yayılmacılığına itiraz eden İsrailliler var, barış içinde yaşamak istiyorlar, sürekli bir savaş içinde teyakkuzda yaşamak istemiyorlar. Ama onların da eli zayıf. Sürekli her iki tarafta da bu bir din savaşı gibi sunularak herkes kendi tabanını konsolide etmiş oluyor. Oysa meseleyi, emperyalizm ve onun bölgedeki jandarması olarak görmek lazım. Öyle görünce de bunun bir din savaşı meselesi olmaktan çıkarıp Amerikan emperyalizmine karşı, bölgedeki politika ve planlamalarına karşı mücadele ekseniyle yürüttüğünüzde bu işi çözmüş olursunuz. Öbür türlü İsrail biraz daha genişlemiş olacak. Üç yıl önce Kudüs’ü kesinlikle kabul etmeyen ülkelerden birkaçı kabul etmiş oldu. Kudüs’e barış gücü gönderelim diyenlerin artık o lügati ortadan kalkmış oldu. Şimdilik işi getirip bir Müslümanlık-Yahudilik çatışması diyerek bir noktada tutmaya çalışıyorlar. Ama oradan bir sonuç gelmeyecek."

Hamas, İsrail'i 100’den fazla füzeyle hedef aldı: Netanyahu'dan 'karşılıksız kalmayacak' açıklaması geldi
'Amerikan emperyalizmi dünyanın pek çok bölgesinde bölünmeleri sağlıyor, bir İsrail bir de Kıbrıs'ta...'

Güller, yaşanan son gerilimde İsrail’de Netanyahu'nun hükümet kurma girişiminin başarısız olması ve iktidarı bırakmama güdüleriyle ilintili olabileceğini söyledi. İsrail-Filistin meselesinin 1967 sınırlarına dayalı iki devletli çözümü gerektirdiği görüşündeki Güller, Amerikan emperyalizminin dünyanın pek çok yerinde bölünmeleri sağlamaya çalışırken, Filistin'de ve Kıbrıs'ta iki devletli çözümleri dışlamasına dikkat çekti:

"Bunun İsrail için hükümet kuramama durumlarıyla da doğrudan bir ilgisi olduğunun da altını çizelim. Netanyahu, en çok oyu alan kişi olarak hükümet kuramadı. Şimdi ondan daha az oy almış olan bir partinin hükümet kurma çalışmaları var. Bu Mescid-i Aksa provokasyonu, Şeyh Cerrah mahallesine yönelik saldırı, Netanyahu’nun iktidarı bırakmama güdüleriyle de doğrudan ilintili olabilir. Ama bu taktik düzlemde böyle. Yoksa 70 yıldır İsrail bunu her seferinde yapıyor. Her seferinde parça parça alan ele geçirerek genişliyor. 70 yıl önceki haritayla şimdiki haritayı, her 10 yılda bir haritaları yan yana getirdiğimizde demek istediğim net bir şekilde görülmüş olacaktır. Zaten genel doğru 1967 sınırlarını kabul edip iki devletli çözümle bu işi halletmek. Bunu 1947’ye götürme şansı yok. Arapların böyle bir şey söylemelerinin artık hiçbir anlamı yok. Ama 1967’de nispeten daha kabul edilebilir eşitlikte, sınırlar korunmuş olur ve buradan iki devletli bir çözüm yürütülmüş olur. Dünyanın pek çok bölgesinde Amerikan emperyalizmi bölünmeleri sağlıyor. Fakat bir İsrail bir de Kıbrıs’ta; Kıbrıs Türkleri Kıbrıs Rumlarına yapışsın kalsın; Filistinliler de İsrail’in altında kalsınlar, ayrı devlet olmasınlar diye politikalar var. Oysa hem Kıbrıs hem Filistin’de esas iki devletli çözüm uygulamada yapılıyor. Bunu artık sadece dünyanın kabul etmesi sorunu kalmış durumda.”

Yorum yaz