Sıklıkla kullandığımız “mürekkep yalamak” deyimi nereden geliyor biliyor musunuz?
Yanıtı gelin, Refik Halid Karay’ın "Cihangir Dalkavuğu Tarihi” kitabından okuyalım:
“Biz, kamış kalem devrine de yetişmiş nesildeniz; kamış kalem yontmağı, bu kalemle ve lifli bezir işi mürekkeple yazı yazmağı öğrenmişlerdeniz. Babalarımız kadar çok değilse bile bizim nesil de epeyce mürekkep yalamıştır. Mürekkebin galiba şeker karıştırıldığı için pek tatlı, fakat yarı ekşi, aynı zamanda buruk, bir müddet geçince acılaşan, genizde öksürük şuruplarındaki gibi hafif bir gayakol kokusu bırakan lezzetini hâlâ duyarım.
O kokuyu bana yol tamiri sırası kaynayan asfalt kazanlarının dumanı da hatırlatır.
Yarım asır sonraki nesiller, meşhur tabirlerimizden ‘mürekkep yalamış’ sözünü niçin ‘az çok okumuş, ümmi kalmamış’ manasına geldiğini izahat verilmedikçe elbette anlamayacak. Bir zamanlar yazı yazarken hata işlenince yanlış kelimenin ve hatta satırların şapur şupur yalanarak silindiğini, silgi lastiği yerine bazen parmak, çok defa dil ve bir miktar da tükürük kullanıldığını akıllarına sığdırabilirler mi?
Şunu kaydetmek lazım: Demin ‘şapur şupur’ dediğime bakmayınız. Öyle yalanınca tabiidir ki yazı birbirine karışır, kâğıt fazla ıslanır, buruşurdu. Dilinizi silinecek yerin ölçüsüne göre ve az nemli tutarak idare icap ederdi.
Silinecek kelime tek ise yalnız dil ucunu, önceden iyi nişan alarak bu yerin tam üstüne, şöyle bir sürüp çekmek, kâfi derecede ıslanınca o hareketi birkaç kere tekrarlamak, hizada yanılmamak, başka kelimeyi tecavüzden sakınmak gerekti.
Sonra da hohlayıp kuruturdunuz. İyice kurumadan aynı noktaya kalem sürmek bir çuval inciri berbat ederdi; artık düzelemezdi; tashih izi belli olurdu. Mürekkep yalaması, macun yalamağa benzemezdi. Bu sebepten dolayı da epeyce idman ve biraz da istidat isterdi.”