EKSEN

‘Batı'ya karşı 2020'de ne kadar yüksek perdeden iddialar sergilendiyse şimdi o kadar sert geri adımlar atılıyor’

Mehmet A. Güller’e göre Türkiye'nin Batı'ya sert söylemleri 2021'de olağanüstü geri adımla tavizlere dönüştü. Ankara'nın 'yeter ki masa kurulsun' tavrıyla şartlar koşan Atina ile istikşafi görüşmeleri başlatmasını eleştiren Güller, Yunanistan ile iki olarak sadece Ege'nin konuşulabileceği, D. Akdeniz'in çoklu görüşmelerin konusu olduğunu anımsattı.
Sitede oku

Türkiye'deki Erdoğan yönetimi, Batı'ya yönelik sert eleştirileriyle geçirilen 2020'nin ardından 2021'ye, 'AB'yle yeni sayfa açmak' vurgusuyla başladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'dan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dahil olmak üzere üst düzey yetkililer 'AB üyeliğinden vazgeçilmediği' temalı art arda açıklamalarda bulunurken, NATO'nun devreye girmesiyle Yunanistan'la da yeni sürecin yolu açıldı. Ankara Doğu Akdeniz'le ilgili Yunanistan'la yaşadığı gerilimin ardından Atina'ya önkoşulsuz görüşme davetinde bulundu. Ancak Yunan hükümeti 25 Ocak'ta İstanbul'da yapılması beklenen istikşafi görüşmelerinin devamında Ege ve Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanlarının dışında hiçbir konuyu görüşmeyeceğini şimdiden açıklamışken, Ankara'nın yıllar önce 'savaş sebebi' sayacağını Meclis kararıyla duyurdu 12 mil kara suları hakkından söz ediyor. Libya'da 23 Ekim'de BM'nin arabuluculuğuyla ulaşılan anlaşma ise Erdoğan yönetiminin Doğu Akdeniz'de Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasını tehlikeye atacak gibi görünüyor.

Türk dış politikasının AB ile ilişkiler ve Doğu Akdeniz'de geldiği yeri Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.

‘2020 yılında ne kadar yüksek perdeden yüksek iddialar sergilendiyse şimdi o kadar sert geri adımlar atılıyor’

Mehmet Ali Güller, geçtiğimiz senede AB'ye karşı söylemlerin sertliğine kıyasla şu andaki üslup yumuşamasının aynı keskinlikte bir geri dönüş anlamına geldiğini belirterek, "Olanın en veciz ifadesi sert geri adım denilebilir" vurgusu yaptı. Ankara'nın hem AB hem AB içinde özel olarak Fransa ile de ilişkileri rayına oturmaya çabaladığını dile getiren Güller, Yunanistan'la da istikşafi görüşmelere son derece sert geri adımlarla gelinerek en baştan önemli tavizler verildiğini dile getirdi:

Yunanistan’la istikşafi görüşmeler, Türkiye için bir oyalama mı?

 “Olanın en veciz ifadesi sert geri adım denilebilir. 2020 yılında ne kadar yüksek perdeden yüksek iddialar sergilendiyse şimdi o kadar sert geri adımlar atılıyor. Yaklaşık iki aydır hem Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hem Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu hem Milli Savunma Bakanı Akar hem Amerika hem Avrupa Birliği’ne beyaz sayfa açalım mesajları veriyorlar. Bu artık hemen her gün olmaya başladı. Türk milletinin AB’ye tam üyeliği arzu ettiği iddialarından tutun da ‘Türkiye’nin geleceği Avrupa’dadır’ açıklamalarına kadar. En son dün Erdoğan, AB ülkelerinin büyükelçileriyle bir toplantı yaptı. Orada da ‘Biz 2021-23 Avrupa ulusal eylem planımızı da güncelledik. AB ile ilişkilerimizde yeni sayfa açılmasına destek vermenizi istiyoruz’ dedi. Tam saha pres AB ile bir yakınlaşma yürütülmeye çalışılıyor. Fakat bu tek değil. Daha 2020’de yüksek perdeden restleştiğimiz Macron’a sert açıklamalar yaptığımız, mallarını boykot kararı aldığımız Fransa ile bir alt perdeden başlayan görüşme trafiği vardı. En son Mevlüt Çavuşoğlu, ‘Fransız mevkidaşımızla ilişkilerin iyileştirilmesi için bir yol haritası üzerinde mutabık kaldık’ dedi. Fransa ile de bir normalleşme başlatılmış oldu. Diğer yandan Yunanistan ile de istikşafi görüşmeler başlatılmış oldu. İstikşafi görüşmelere bu kadar sert geri adım atarak başladığınız için baştan önemli bir taviz vermiş oldunuz.”

‘Türkiye’nin Yunanistan ile konuşacağı tek konu Ege, Doğu Akdeniz sadece bu iki ülkenin konusu değil’

Türkiye’nin komşusu Yunanistan ve Fransa ile sorunlarını görüşerek çözmesi gerektiğini belirten ifade eden Güller, bu anlaşmazlık sebebiyle her iki ülkenin de Ege’deki zenginliklerden yararlanamadığının altını çizdi. Ancak Güller, Türkiye'nin sürekli belli çizgilerinin altını çizmesine karşın gelinen noktada karşı taraf masaya şartlarını dayatırken, Ankara'nın 'yeter ki masa kurulsun' tavrı takındığını söyledi. Türkiye'nin Yunanistan ile istikşafi görüşme olarak konuşabileceği tek konunun Ege olabileceğini, Doğu Akdeniz'de enerji kaynaklarının ise pek çok ülkeyi ilgilendirdiğini anımsatan Güller, bu meselenin Ankara'nın sadece Atina ile görüşeceği bir mesele olmadığının altını çizdi. Güller'e göre Ankara olağanüstü geri adım atmışm durumda:

“Kategorik olarak elbette Türkiye, Yunanistan ve Fransa dahil bütün ülkelerle görüşmeli. Hele ki Yunanistan komşumuzla elbette görüşmeli, anlaşmalı. İki ülkenin anlaşmazlığı nedeniyle biz zaten hem Yunan halkı hem Türk halkı, Ege’deki zenginliklerden aslında tam olarak yararlanamıyor. Elbette anlaşarak bu zenginliklerden faydalanmanın önü açılmalı. Bu kadar sert tonda politikalar üretip Mavi Vatan’lar çizilip önemli hamleler yapıldıktan sonra siz masaya oturmayı kabul ettiğinizde, neredeyse masanın şartlarını Atina’ya bırakmak zorunda kaldığınızda şöyle bir tablo ortaya çıktı. Yunanistan Başbakanı Miçotakis açık açık söylüyor. ‘Biz sadece ve sadece Ege ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarını konuşacağız, onun dışında hiçbir konuyu konuşmayacağız. Ege’deki adaların aidiyetini, silahlandırılmasını, bu konuların hiçbirini konuşmayacağız’ diyor. Ankara da bunu kabul etmiş oluyor. Yeter ki masa kurulsun diye. Siz yeter ki masa kurulsun pozisyonuna düşecek kadar geri adım atarsanız Yunanistan da size ‘Şartlar böyle’ der. Bu olabildiğince vahim bir hata. Bizim Yunanistan ile istikşafi görüşme olarak konuşabileceğimiz tek konu Ege. Türkiye ile Yunanistan’ın tek ortak konusu. Doğu Akdeniz, Türkiye ile Yunanistan’ın ortak konusu değil. Doğu Akdeniz’in başka kıyıdaş ülkeleri var. Sadece Yunanistan ile konuşabileceğimiz bir konu olmanın çok ötesinde. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’i masaya getiriyor olmamız, 25 Ocak’ta 61. turu başlayacak olan istikşafi görüşmenin ana konusu yapıyor olmamız olağanüstü bir geri adım. Bu 2014’ten bu yana ikinci büyük geri adım. 2014’te Türkiye Annan Planı’nı destekleyerek Güney Kıbrıs’ın AB üyeliğine yolu açan politikaları izleyerek Kıbrıs’ı bir AB meselesi haline getirmişti. Bugün de Doğu Akdeniz’i Yunanistan ile konuşmayı kabul ederek yine konuyu sıkıntılı hale getirmiş olur. Bu olağanüstü bir geri adım.”

‘Beyaz sayfa açıyorsunuz, o zaman başladığımız yer ile geldiğimiz yer neresi? Madem buraya gelecektiniz o zaman neden bu kadar viraj alındı?'

Güller, Türkiye’nin 2020'de AB'ye çizdiği çizginin şu anda neredeyse tersine döndüğünü de belirtirken, bunun nedeninin ekonomik sıkışıklık olduğunu vurguladı. Ankara'nın AB üyeliğine dair son söylemlerinin Erdoğan açısından iktidarına zaman kazandırma olarak değerlendirildiği görüşündeki Güller, verilen tavizlerin Türkiye'nin çıkarlarını riske sokacağını dile getirdi. Libya anlaşması yapıldığında meseleyle ilgilenenlerin Ankara'nın sadece Libya'nın bir kısmında hükmü geçen hükümetle değil, Suriye ve Mısır'a karşı düşmanlık da yapılmadan herkesle konuşması ve anlaşması gerektiğini dile getirdiklerini anımsatan Güller, "Beyaz sayfa açıyorsunuz. O zaman başladığımız yer ile geldiğimiz yer neresi? Yani madem buraya gelecektiniz o zaman neden bu kadar viraj alındı?" diye sordu:

“Düne kadar bunu yapan AKP hükümeti şimdi niye bunu yapıyor? Kuşkusuz burada AKP hükümetinin kendi iktidarını düşünüyor olmasıyla ilgili bir durum var. Ekonomik olarak sıkışmış bir AKP hükümeti var. Bir takvim önüne koymuş durumda. Joe Biden’ın göreve başlayacağı 20 Ocak’ı, NATO toplantısının yapılacağı 17 Şubat’ı ve AB zirvesinin toplanacağı 25 Mart’ı eşik olarak belirlemiş durumda ve bu eşikleri sorunsuz atlamak istiyor. bunu atlarken de Avrupa Birliği’ne mesajlar vermekte, Yunanistan ile masaya oturmakta da bir sakınca görmüyor. Fakat bu tavizler kuşkusuz Erdoğan hükümetine zaman kazandırmış olacak. Bu tavizlerle başlayan süreç Türkiye’nin çıkarlarını önemli oranda riske atmış olacak. Bugüne kadar yapılan hatalar, o hatalardan dönmek konusunda hiçbir adım atılmadan geldiğimiz yer ‘düşman’ gördüğünüzle tekrar masaya oturmak politikasına dönüştü. Oysa Türkiye en başından itibaren şunu yapmalıydı. Libya ile anlaşma yapıldığında şunu söyledik. ‘Bu anlaşmanın bir sonuca ermesi için Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de başka ülkelerle de bu anlaşmayı yapması, çoğaltması gerekir’. Türkiye bunu yapmadı. Doğu Akdeniz’deki kilit ülkeler olan Suriye ve Mısır ile düşman noktasındayız neredeyse. Esad rejimine yıllarca savaş açmış olduk, hala tanımıyoruz. Şam ile anlaşmamakta direniyoruz. Türkiye ile anlaşabilmek için uzun yıllardır bekleyen Kahire’yi AKP’nin bu politikaları nedeniyle en sonunda geçen yıl Yunanistan ile bir MEB anlaşması yapmaya mecbur bıraktık. Bu şartlarda Şam ile anlaşmıyorsunuz, Kahire’yle normalleşmiyorsunuz. Dönüp tekrar 180 derece politikalarınızı ters çevirerek Yunanistan ile istikşafi görüşme başlatıyorsunuz, Fransa ile normalleşme çalışması yapıyorsunuz, perde altından İsrail ile bir barış olabilir mi bunu aramaya çalışıyorsunuz ve Amerika ile AB’ye beyaz sayfa açıyorsunuz. O zaman başladığımız yer ile geldiğimiz yer neresi? Yani madem buraya gelecektiniz o zaman neden bu kadar viraj alındı? Başladığınız yere dönmüş oldunuz. Bütün bunlar bir bütünlüklü Doğu Akdeniz stratejisi olmamasından, AKP’nin Türkiye’nin ulusal çıkarlarını esas alan bir toplam strateji üretmemiş olmasından, daha çok da kendi iktidarını sürdürebilmeyi esas alarak siyaset yapmaya çalışmasından kaynaklanıyor.”

‘Bugün geleceğimiz Avrupa deyince siz hala kapıda olmayı kabul etmiş oluyorsunuz'

Erdoğan hükümetinin iktidara gelmeden önce Avrupa Birliği’nin ‘Hristiyan Birliği’ olarak gördüğünü anımsatan Güller, iktidar olduktan sonra işlerin değiştiğini belirtirken, "Bu iktidardan daha Avrupacı hiçbir iktidar olmadı" vurgusu yaptı. Güller’e göre Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giriş sürecinin bu kadar uzamasının, Türkiye’nin ‘kapı önünde bekletilmesinin’ hem Erdoğan hükümetine hem de AB'ye yaradığı görüşünde:

Erdoğan: AB'ye tam üyelik hedefimizden vazgeçmedik

“Yoksa biz biliyoruz ki AKP’nin Avrupacılığı yok. Bunun Avrupa da farkında. Erdoğanlar iktidar olmadan önce Hristiyan Birliği görüyorlardı zaten AB’yi. Fakat iktidar olduktan sonra da bu iktidardan daha Avrupacı hiçbir iktidar olmadı. Gündüz gözüyle havai fişekler atılıp Papa heykelinin altında Avrupa Birliği anayasası imzaladılar. Avrupa’ya Hristiyan Birliği demeleri de Avrupacı olmaları da 2010’da AB karşıtı noktasına gidip 2016’dan sonra arttırmaları ve en son geldiğimiz yerde de tekrar Avrupacı çizgiye dönmeleri tamamen kendi iktidarlarını sürdürebilmenin siyasetleri olarak önümüzde duruyor. Birbirine 180 derece bu politikalar salt iktidarı sürdürmek amaçlı. Buradan AB de AB başkentleri de Erdoğanların Avrupacı olmadığını görüyor. Ama bu AB’nin de işine geliyor. 2002’den sonra nasıl ki Türkiye’yi yöneten AKP ile AB arasında tuhaf bir ilişki kurularak süreç götürüldüyse şimdi de götürmek isteyeceklerdir. O zaman çünkü hem Avrupa’nın hem de AKP’nin işine gelmişti. AKP, Avrupa’ya yaslanarak, Avrupa’nın reform uyum paketlerini kullanarak kendisinin iktidar olmasının yolunu açmıştı. AB reform uyum yasaları Türkiye’deki bürokrasiyi sıkıştırıyordu. Türkiye’de askeri hedef alıyordu ve AKP’nin önünü açıyordu, AKP bunu kullanmış oldu. Avrupa da şunu kullandı. AKP’nin bu yaklaşımdan hareketle Türkiye’yi AB kapısına bağlamış oldular. Öyle bir bağlamış oldular ki ne o kapıdan içeri alacaklardı ne de dışarı çıkmasına müsaade edeceklerdi. Kapının eşiğinde tutacaklardı. Kapının eşiğinde tutacaktı Türkiye’yi. Hakikaten de öyle oldu. Türkiye hala kapıda. Bugün geleceğimiz Avrupa deyince siz hala kapıda olmayı kabul etmiş oluyorsunuz.”

‘Yürüttükleri ‘denge politikası’ iktidarda kalmalarını perçinliyor’

Dünyada Amerikan hegemonyası hükmünü yitirdikçe Almanya, Türkiye, İngiltere gibi ülkeler daha bağımsız hareket etme eğilimlerinin ortaya çıktığını söyleyen Güller, öte yandan dünyanın ticaret merkezinin Pasifik’e doğru kaymasıyla, siyaset merkezinin de bu tarafa doğru kıvrıldığı görüşünde. Güller’e göre bu durum Erdoğan hükümetinin ‘denge politikası’nı perçinliyor ve iktidarının sürmesini sağlıyor:

“Kuşkusuz Türkiye’de batıcılık yapmaya en uygun iktidar bu iktidar. Öyle olduğu için de 2002’de Amerika’nın büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığı gibi yapılabilecek en batıcı pozisyona gidebilmiş oldu. Fakat durum şu. Ne kadar batıcı bir hükümetle yönetilirseniz yönetilin bir de dünyanın şartları var ve o şartlar nedeniyle de bazı sınırlar var. O da şunu yaratıyor. Amerikan hegemonyası zayıfladıkça Amerika’nın müttefiki olan Almanya, Türkiye, İngiltere gibi ülkeler biraz merkezkaç etkisiyle yörüngenin biraz dışına çıkıp daha bağımsız hareket etme eğilimleri gösterebiliyorlar. Diğer yandan dünyanın ticaret merkezi Pasifik’e kayınca arkasından dünyanın siyaset merkezi de adım adım Pasifik’e kaymaya başlıyor. Hal böyle olunca bir gemiye benzetirsek durumu, gemi ister istemez Atlantik’te Pasifik’e doğru rota kırıp oraya yönünü çeviriyor. Ama diyelim ki hükümet kaptan köşkünde Atlantik’e doğru koşmaya devam ediyor yönünü oraya çevirerek. Ama dünyanın şartlarıyla gemi yönünü buraya dönmüş durumda. Almanya ile çok benzer şartlardayız. Almanya’da Amerika’nın yaptırımlarına, tehditlerine rağmen Rusya ile Kuzey Akım 2 anlaşmasını yapmayı sürdürüyor. Bu biraz Amerikan hegemonyasının zayıflamasının doğal sonuçları olarak önümüzde duruyor. Bunu tabii hükümetin bir avantaja dönüştürüp ben her iki tarafla da dengeli yürütürüm. Çin ile de Rusya ile de Amerika ile de AB ile de anlaşırım, hepsini idare ederim ve böylece iktidarımı sürdürebilirim diye AKP açısından böyle bir perspektif oluşuyor. Bunu da kullanabildiği kadar kullanıyor. Başarılı yürütüp buraya kadar getirdiği bir durum da var. Ama ilelebet bunlar sürekli her tarafla benzer ilişkiler kurmaya çalışarak yürütülemeyecek noktası da er geç ortaya çıkacaktır. Libya’da durum olabildiğince sıkıntılı Türkiye açısından. Tobruk’a karşı Trablus’u tutan Türkiye şimdi Trablus’un yarısını da kaybetmiş oldu. Orada da bir iktidar mücadelesi başladı. Türkiye Tobruk ile hiç diplomatik ilişki sürdürmezken Tobruk’u destekleyen Fransa, Mısır gibi hükümetler Trablus’la da diplomatik ilişkiler sürdürebildi. İki farklı çizgi gidiyor orada da.”

Yorum yaz