CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle bir basın toplantısı düzenledi.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
Dostlarımızla iktidar olduğumuzda medya konusunda neleri yapacağız? Asgari 10 maddelik bir tabloyu bilgilerinize sunmak isterim. Bir, herhangi bir medya sahibi, medya faaliyeti dışında başka bir ticari faaliyette bulunmamalı. Aktif siyasetle uğraşmamalı. Temel iş sadece medya olmalı. Çünkü böyle bir yapılanma medya sahibini siyasal baskılar karşısında daha güçlü kılar. İkinci kuralımız, gazetelerin dağıtımı bütün medya sahiplerinin ortak olduğu bir şirket tarafından yapılmalı. Çünkü bir gazetenin patronajına gazetelerin dağıtımı teslim edildiğinde, dağıtım konusu rakip gazeteler için tehdit olarak kullanılabilir. Üç, medyada sendikalaşma şart olmalı. Çünkü gazeteci, patronuna karşı da özgür olmalı. Sendikadan güç alarak haberinin arkasında durabilmeli.
RTÜK'ün, üye yapısı meslek örgütleri ile üniversitelerin temsilini sağlayacak doğrultuda değiştirilmeli, siyasi partilere tanınan kontenjan sayısı düşürülmeli. RTÜK, cezalandırmayı değil evrensel yayıncılık ilkeleri çerçevesinde hareket etmeyi amaçlayan yönlendirici bir kurula dönüşmeli.Basın İlan Kurumu'nun ilan kesme yetkisine son verilmeli. Kamu ilanlarının fiyat tarifesi, objektif kıstaslara bağlanarak, siyasal iktidarın keyfi tutumuna bırakılmamalı. Basın İlan Kurumu, yerel medyanın desteklenmesi konusunda pozitif ayrımcılık yapmalı. Evrensel kriterlere uygun, şeffaf ve denetlenebilir bir reyting ölçüm sistemine geçilmeli. Televizyonlarda gösterilen ve 'zorunlu ilan' olarak sunumu yapılan tanıtım filmlerinin ücretsiz yayınlanmasından vazgeçilmeli. Basın kartı, meslek örgütlerinin ortak katılımıyla oluşturulacak bir kurul tarafından verilmeli. Devlet bu alandan tümüyle çekilmeli. Kimin gazeteci olup olmadığına devlet değil, gazeteciler karar vermeli. Basın ve ifade özgürlüğüne sınırlama getiren evrensel kriterler hariç, her ne koşulda olursa olsun sansür yasaklanmalı. Sosyal medya, yeni medya veya alternatif medya olarak nitelendirilen mecralarda yayınlanan haberlerin doğruluğuyla ilgili bağımsız denetim/teyit mekanizmaları oluşturulmalı.
Umuyorum gelecek 10 Ocak'tan itibaren daha güzel bir Türkiye'yi, daha güçlü, vesayetten arınmış bir medyayı, patron baskısının olmadığı, herkesin sosyal güvenlik haklarının olduğu, ayrıldığı zaman kıdem tazminatını alabileceği, siyasi otoriteyi ve siyasetçileri özgürce denetleyebilecekleri bir düzeni birlikte getireceğiz.Hiç kimse tek başına 'Ben en büyük gücüm' diyememektedir demokrasilerde. Denge, denetleme vardır. En önemli ve en güçlü denetleme organının medya olduğunu da artık 21. yüzyılda akıl sahibi olan herkes kabul etmektedir. Bu düzenlemeler var, güzel laflar ettik. Peki Türkiye gerçekleri ne? Bu gerçekler üzerinde de durmamız gerekiyor. Medya gerçekten de dördüncü güç olarak kendisini ortaya koyabiliyor mu? Gerçekten de vesayeti tümüyle reddedebiliyor mu? Yasalarda ve Anayasa'da öngörülen kurallara uygun olarak yürütme organı medyanın önündeki bütün engelleri kaldırıyor mu? Bunun üzerinde durmamız gerekiyor.
2020 yılında yani 21. yüzyılın Türkiye'sinde gazeteciler 479 kez hakim karşısına çıkarılıyorsa orada sorunumuz var demektir. 2020 yılında 78 gözaltı, 25 tutuklama, 17 darp ve tehditle gazeteci karşı karşıya kalıyorsa orada sorunumuz var demektir. 2020 yılında 68 gazeteci hala Türkiye Cumhuriyeti devletinin hapishanelerindeyse orada oturup düşünmemiz lazım.
Basın İlan Kurumu bir anlamda 'basın infaz kurumuna' dönüşüyorsa oturup düşünmemiz gerekiyor. Nasıl bir demokrasi ve nasıl bir medya yaratmak istiyorlar? Yine 2020 yılında Türkiye'de bir ülkenin sözde Cumhurbaşkanı bir gazeteyi doğrudan hedef gösterip 'Ben o gazeteyi okumuyorum siz de satın almayıp okumayın' diye çağrı yapıyorsa orada medya üzerindeki vesayeti ve baskıyı bir düşünün.
Sıradan bir kişi bunu söylemiyor. Devleti yöneten en tepedeki koltukta oturan zat söylüyor bunu. Bizim Cumhuriyet tarihinde bir ilktir, 21. yüzyılda söylenmiştir bunlar. Gerçekleri anlatan televizyon kanallarına 10 gün karartma, 54 yaptırım cezası uygulanıyorsa oturup düşünmeniz lazım. Gerçekleri yazdıkları, söyledikleri, konuştukları, tartıştıkları için. Bir ülkenin Hazine ve Maliye Bakanı görevinden istifa ettiği halde 1775 radyo ve televizyon kanalı Türkiye'de 27 saat bakanın istifasını talimat alamadıkları için veremiyorlarsa orada oturup düşünmemiz lazım. Sıradan bir insan değil. Hem aileden hem damat hem saraya yakın hem hazineden hem maliyeden sorumlu istifa ediyor, açıklıyor. 'Açıklamayın' diye talimat geliyor.
1775 radyo ve televizyon kanalı 27 saat bu haberi vermiyor. Hangi medya özgürlüğünden söz edeceğiz? Hangi demokrasiden, insan haklarından söz edeceğiz? Halkın doğru bilgilendirilmesinden nasıl söz edeceğiz? Bunların olduğu bir ülkede medya özgürlüğü yoktur. Medya mensupları baskı altındadır. Haberi biliyorsunuz, görüyorsunuz, yaşıyorsunuz, vermek istiyorsunuz, talimatla sizin yazdığınız haber, sizin söylediğiniz haber, sizin çalıştığınız medya organlarında yer almıyor. Neden? İktidar istemediği için.
Birinci kanal Basın İlan Kurumu. 'Basın infaz kurumuna' dönüştü. 'Şu gazetelere benimle ilgili haber yaptılar diye şu kadar süre ilan kesme cezası veriyorum, para vermeyeceğiz.' Basın İlan Kurumu ne zamandan beri birilerinin babasının çiftliği oldu? Ne zamandan beri hukuk dışına çıkarak kanunsuz işler yapmaya başladı?
İkincisi RTÜK aracılığıyla. Talimat üzerine görev yapıyorlar, para cezası ve karartma cezaları veriyorlar. Yaptıkları işlem de yasa dışı. Talimat üzerine değil vicdani kanaatine, yasalara göre karar vermesi lazım. Medyanın evrensel kuralları var, evrensel kurallara göre karar vermesi lazım. Üçüncüsü medya sahiplerine vergi denetimi. 'Gazeteye baskı yapıyorum olmuyor, RTÜK'ten ceza veriyorum olmuyor, ilan, para cezası veriyorum olmuyor o zaman bir şey yapmamız lazım, ne olması lazım? Bu medya patronunu cezalandırmamız lazım.' Nasıl? 'Vergi denetimi yapacağız, müfettişler görevlendireceğiz, cezalar yağdıracağız. Ta ki susuncaya kadar.' Bunu da bize demokrasi diye yutturmaya çalışıyorlar.
Ama bütün bunlara karşı şunu söyleyebilirim. Bütün baskılar ve bu baskıların yoğunlaşmasına karşı kalemini satmayan, özgürce haber yapan bütün baskılara karşı direnen bir medyamız var. Dünyaya örnek olması gereken bir medyamız var. Bir dikta yönetiminde, bir sivil darbe yönetiminde her türlü baskıya rağmen direnen, kalemini satmayan bir medya grubumuz var. Bunlara yürekten teşekkür ederim. 12 Eylül askeri darbesinde bile bu kadar ağır bir tablo hiç görmemiştik.
Kılıçdaroğlu, açıklamalarının ardından basın mensuplarının sorularını da yanıtladı:
(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkındaki 'terörist' suçlaması) Efendim 'CHP İl Başkanı şöyleymiş, böyleymiş...' Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım. Bunlar bizim gündemimiz değil. İstanbul İl Başkanı'nın gündemi de benim gündemim de bütün arkadaşlarımın gündemi de işsizlik, esnafın, çiftçinin, evine ekmek götüremeyen işsizin sorunu, yatağa aç giren yüzbinler, çöp konteynırlarından yemek, ekmek toplayan, ekmek kırıntılarıyla beslenen yüzbinler. Bizim sorunumuz bu. Onların gündemi ayrı. Onlar çünkü Türkiye'yi unuttular. Onların hedefinde sadece ve sadece CHP var. Çünkü CHP'nin doğruları söylemesine tahammül edemiyorlar. Edecekler, söyleyeceğiz. Hangi baskıyı kurarlarsa kursunlar, doğruları söyleyeceğiz.
(Erdoğan'ın Saadet Partisinden Oğuzhan Asiltürk'ü ziyareti) Sizler gazeteciler olarak ne kadar büyük bir dikkatle izliyorsanız, biz de o kadar büyük bir dikkatle izliyoruz. Erdoğan, gideceğini görüyor, biliyor. 'Acaba nasıl kurtulabilirim, nasıl iktidarımı sürdürebilirim?' Zulüm ile iktidar olunmaz. Zulüm ile iktidar olanın sonu erken gelir. Erdoğan, kendi sonunu görüyor. Bu millete zulmetti, kendi partililerine zulmetti. Yoksulluğun en fazla olduğu yerler AK Parti'ye en fazla oyun çıktığı yerler. Onların hakkını, hukukunu kim savunuyor? Biz savunuyoruz, o savunmuyor, savunamıyor da zaten.
(Erdoğan'ın Türk Telekom vurgunuyla bilinen Saad Hariri'yi kabul etmesi) Açıkça Türkiye Cumhuriyeti devletini soydular, soyan adam şimdi gelmiş Erdoğan ile yan yana. Devleti, Türk Telekom'u soyan adam, faturasını bizim bankalara çıkaran adam senin muhatabın oluyor. Sen ona şu soruyu sordun mu, 'Neden bankaların borcunu ödemediniz?' Bu çok ağır bir tablo.(Boğaziçi Üniversitesi'ndeki eylemler) Erdoğan'ın gündemi çok farklı. Erdoğan'ın gündeminde Türkiye yok, fakir, fukara, işsiz, esnaf, çiftçi, sanayici yok. Çünkü Erdoğan halkın gündemini çalmak, kendi gündemini halka dayatmak istiyor. Böyle bir yapısı var. Neden? İşsizlik sorununu çözemiyor, esnafın sorununu, üretim sorununu çözemiyor. Bastırdılar 'faizi yükselt' diye, yükseltti. Kim bastırdı? Tefeciler bastırdı. Tefecilerin talebini yerine getiren kim? Erdoğan. Peki esnafın, çiftçinin, işsizin talebini yerine getirdi mi? Hayır. Gündemi başka bir yere çekmek istiyor. Boğaziçi'nde öğrenciler eylem yapmışlar, 'Efendim bunlar terörist.' Ne yaptı bu öğrenciler? Şiddet mi uyguladılar? Hayır, öğrencilerin ayağı kırıldı. Şunu sormak gerekir? Bu öğrenciler ne istiyorlar? Bunlar delikanlı, bizim evlatlarımız, çocuklarımız. Neden bu rektör atamasından rahatsızlar? Asıl devleti yöneten bir kişinin bu soruyu sorması lazım. Bu soruyu sormuyorsunuz, herkesi terörist ilan ediyorsunuz. Ne kadar güzel, herkes terörist, o pirüpak bir yerde duruyor. Çaresizlik buraya getirdi.
('Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD'de yaşanan olaylarla ilgili 'Biz, bu filmi 18 yıldır izliyoruz' dedi. Cumhuriyet mitingleri ve Gezi olaylarını hatırlattı 'Darbe çağrıları yapılmıştı' diye. Bezmialem Camisi ile ilgili söylemlerini tekrarladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?' sorusuna) Bezmialem Camisi falan filan... Hayatımda bu kadar çok yalan söyleyen bir adam görmedim. Sen, o camide miydin? Kim vardı orada? İmam. İmam ne dedi? 'Böyle bir şey yoktur' dedi. Ben, imama mı inanacağım, o camide olmayan adama mı inanacağım? Bunun kadar yalan söyleyen ikinci bir insan görmedim. Devlet yalanla yönetilmez, bilgiyle, birikimle, adaletle, liyakatle yönetilir. O üniversitede sadece öğrenciler mi? Hocalar da istemiyorlar onu. Oturup siyaset kurumunun düşünmesi lazım, 'Biz burada bir hata mı yaptık, eksikliğimiz mi oldu' diye. Ama siz düşünmüyorsunuz, herkesi 'terörist' ilan edip, oradan kurtuluyorsunuz. Bu, devlet yönetimi değildir. Ne oldu peki? Öğrencilerin hepsi serbest bırakıldı. Üniversitenin kapısına kelepçe taktınız, bu fotoğrafı bütün dünya gördü. Bunlar doğru değil.