Dünya 2020 ile küresel ekonomik cephede zorlu bir yılı geride bıraktı. Küresel çapta Kovid-19 salgını nedeniyle ekonomilerin kapandığı, alenen 'durduğu' bir ortam pek çok ülkede milyonlarca insanı derinden etkiledi. Ekonomik değerlendirmelerde 1929 krizi sıkça anıldı. Üretim, ülkelerin ihracatları, turizm başta olmak üzere pek çok sektörün etkilendiği bu kriz milyonlarca insanın yaşam koşullarını vurdu. İşsizlik oranları pek çok ülkede artarken, salgın hastalık yeni bir çalışma rejimini beraberinde getirdi, 'kısa çalışma' yasalaştı, çalışma süreleri uzadı. Milyonlarca insan yoksullaşırken, davranış kalıplarının değişmesi, teknolojinin öne çıkması, küresel tekeller ve başlarındaki isimlerin zenginliklerini katlamasını getirdi. 2021'de dünya çapında aşı girişimleriyle girilirken, ekonomik faaliyetlerin artışıyla düzelme beklentisi olanlar eksik değil.
Türkiye de küresel neoliberal sisteme entegre bir ülke olarak yılı yüksek enflasyon ve yüksek faizle tamamladı. Yılın son günlerinde CEBR'in (Ekonomik ve İş Araştırmaları Merkezi) yayınladığı rapora göre dünyanın 17'inci ekonomisi olmaktan 20'inci sıraya, 2022'de de 22'inci sıraya gerileyecek.
Gelişmeleri Altınbaş Üniversitesi'nden Prof. Hayri Kozanoğlu ile konuştuk.
‘Ekonomide daha evvel görmediğimiz şekilde yeni katmanlar ortaya çıktı'
Prof. Hayri Kozanoğlu, dünya ekonomisinin 2020 yılına zaten çok parlak sinyallerle girmediğini, büyümenin ve üretkenlik artışının yavaş seyretmekte olduğunu anımsatırken, pandeminin dünyayı vurduğu mart ayıyla birlikte yaşanan şiddetli travmaya dikkat çekti. Kozanoğlu, 2020 krizinin daha önceki krizlerden farkına atıf yaparken, geçmişteki gibi pragmatik alternatiflerin geliştirilebilir olmaktan çıkmasına vurgu yaptı. İçine düşülen benzeri rastlanmamış ekonomik durgunluğun altını çizen Kozanoğlu, insanların davranış biçimlerini zorunlu olarak değiştirmelerine paralel olarak ekonomide daha evvel görmediğimiz şekilde yeni katmanlar ortaya çıktığını kaydetti:
“Zaten 2020’ye dünya ekonomisi çok parlak sinyallerle girmemişti. Genel olarak büyüme yavaşlıyordu, üretkenlik artışları yavaş seyrediyordu. Gelir ve servet dağılımı bozuklukları yaygınlaşmaktaydı. Yapay zeka ile ilgili gelişmeler bir taraftan insan hayatını kolaylaştırırken bir taraftan da emeğin belli kesimlerini ayıklanma, üretim sürecinin dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyordu. Küresel iklim değişikliği çok önemli bir tehdit olarak önümüzde duruyordu. Ticaret savaşları adı verilen Amerika ile Çin arasındaki hegemonya mücadelesinin ekonomiye yansıması da genelde dünya ekonomisini olumsuz etkiliyordu. Bununla birlikte martla birlikte dünya ekonomisinde çok şiddetli bir travma yaşandı. Olayın kamu sağlığı hepsinden önemli. En az insan kaybı, en az insanın hastalanması… Ama ekonomide de çok ciddi bir sarsıntı yarattı bu. Daha evvelki krizlerden şöyle bir farkı var. Bizler belli reçeteler önererek krizlerin nasıl hafifletilebileceği yönünde öngörülerde bulunabiliyorduk. Programatik alternatifler geliştirebiliyorduk. Şu kesimlerin eline gelir verirseniz bu işi daha kolay atlatılır diyebiliyorduk. Bu pandemi sırasında birincisi insanların normal harcamalarını yapabilecekleri normal yaşam standartlarını sürdürebilecekleri ortam ortadan kalktı. Belli insanlar ellerinde para bile olsa lokantalar, kafeler kapalı, spor salonlarına gidemiyorlar, seyahat edemiyorlar. İnsanların da alışkanlıkları değişti, kendilerini koruma güdüsüyle harcama kalıpları değişti. Bunun sonucunda daha önce hiç rastlamadığımız bir ekonomik durgunlukla karşılaştık. Özellikle hizmet sektöründe insani ilişkilerin daha yakın olduğu, sosyal mesafe kuralının uygulanmasının daha zor olduğu sektörlerde çok daha fazla etkilendi. Genellikle hizmetler sektörü, ağırlama, havacılık, turizm öne çıktı. Bir de bunun sonucunda toplumun farklı kesimleri farklı etkilendiler. Bir tanesi benim gibi ‘tuzu kuru’ uzaktan çalışmayla işini sürdürebilen ve gelirini almaya devam eden insanlar vardı iş gücü içerisinde. Bir tanesi lokantalarda, kafelerde çalışanlar, sanat-kültür sektöründe faaliyetler gösterenler pandemi koşullarının işlerini yapmalarına izin vermediği kesimler. Seyyar satıcılar, küçük esnaf bunlar çok büyük zarar gördüler. Bir de işlerini yapmaya devam eden kargo çalışanları, kamu ulaşımında çalışanlar, tedarik, gıda zincirinde çalışanlar ve en başta sağlık sektöründe büyük bir özveriyle çalışanlar bunlar da işlerini yapmaya devam etmelerine rağmen çok büyük bir kamu sağlığı riskiyle, hastalanma riskiyle karşılaştılar. Daha evvel görmediğimiz şekilde yeni katmanlar ortaya çıktı ekonomide.”
‘Küresel sermayenin sözcüsü bilinen yayın organları dahi servet vergisini telaffuz ediyorlar'
Prof. Kozanoğlu, bu süreçten en avantajlı çıkanın büyük şirketler ve faaliyetlerine online'a taşıyıp dijitalleşebilenler olduğunu vurgularken, küçük işletmelerin gördüğü zarara dikkat çekti. Pek çok ülkede toplumun geniş kesimleri, kadınlar, geçmen ve göçmen statüsündeki dar gelirlilerin bu süreçten daha da olumsuz etkilendiğini, tüm dünyada servet dağılımındaki eşitsizliklerin neoliberal düzenin baş savunucusu olan yayın organları tarafından dahi sorgulandığını belirten Kozanoğlu, ortaya çıkan durumun ister istemez yeni bir 'toplumsal sözleşmeyi' dayattığını vurguladı. 2020'de sosyal mücadelelerin ivme kaybettiğini anımsatan Kozanoğlu, 2021'de bu durumun değişmesi beklentisi içinde:
“Genelde büyük şirketler bu süreçten avantajlı çıktı. Küçük şirketler zararlı çıktı. Faaliyetlerini online’a taşıyabilenler, dijitalleşebilenler avantajlı çıktı, bunlar da büyük şirketler oldu. Teknoloji şirketleri müthiş zenginleşti. Amerika’daki beş büyük şirket, Amazon, Apple, Alphabet (Google’ın şirketi), Facebook ve Microsoft’un gelirleri 7 trilyon doları geçti. Tesla aynı şekilde inanılmaz şekilde hisselerinde yükseliş kaydetti. Bunların büyük ortakları ve sahipleri de zaten dünyanın en zenginleriydi, daha da zenginleştiler. Belli kesimler yoksul ülkelerde yaşayanlar, tek tek ülkelerde kadınlar, gençler, göçmen statüsünde olanlar bu süreçten daha da olumsuz etkilendiler. Bu ister istemez yeni bir toplumsal sözleşmeyi dayatıyor. Hiç beklemediğimiz küresel sermayenin sözcüsü bilinen yayın organları dahi servet vergisini telaffuz ediyorlar. Her kişiye o ülkenin yurttaşı olmak kimliğiyle belli ödemelerin konuşulabileceğini söylüyorlar. Bu gidişat zaten dünyada çok net şekilde ortaya çıkan gelir ve servet dağılımı eşitsizliklerini daha da keskinleştirdi. Her ne kadar Trump seçimi kaybettiyse de sağ popülist denilen otoriter, reaksiyonel eğilimlere dayanan, sistemi sorgulamak yerine kadınları, azınlıkları, marjinal grupları düşman kabul eden, bunun üzerinden yaşamı ve çıkarı zarar gören kitleleri örgütlemeye çalışan hareketlere de bir anlamda gün doğdu. Onun için sosyal taleplerin daha paylaşımcı, eşitlikçi toplum programının hayata geçmesi, bu taleplerin yükseltilmesi önümüzdeki yıllarda büyük önem taşıyor. Çünkü 2020 yılı sosyal mücadelelerin de bir şekilde ivme kaybettiği bir yıl oldu. Çünkü sosyal mesafe koşulları hem insanları eylemlere katılmaktan alıkoydu hem de sorumlu partiler, sendikalar, meslek örgütleri kendi üyelerini sokağa dökmek, kamu sağlığı riskine muhatap kılmak ve toplumun genelinin sağlığını tehlikeye atmaktan çekindiler. Bu nedenle olumlu bazı örnekler olmakla birlikte genelde sosyal mücadelelerin, direniş hareketlerin geri çekildiği bir yıl da oldu. Ama 2021’de bu tablonun değişeceğini düşünüyorum."
'Türkiye kanunlar ve kuralların belli olmadığı, rejimin istediğini kolaylıkla cezalandırdığı bir ülke olarak dikkat çekiyor'
Türkiye'nin de dünya trendlerinden doğrudan etkilenen bir ülke olduğunu söyleyen Kozanoğlu, pandeminin başlarında yaşanan ciddi sermaye çıkışının yıl sonuna doğru geri döndüğünü ancak kısa sürede daha yüksek getiri elde etmeye yarayan sıcak paranın ülkeyi her zaman terk etme riski olduğunu anımsattı. Türkiye'nin kural ve kanunların rejimin dilediğini dilediği zaman cezalandırabildiği bir görünüm arz eden koşullarının doğrudan yabancı sermayeyi tereddütte bırakacağını ekledi:
"Türkiye dünyadaki trendlerden doğrudan etkilenen bir ülke. Mart ayında pandeminin başlarında Türkiye benzeri ülkelerin hepsinden çok ciddi sermaye çıkışları oldu. Kasım ile birlikte bunların büyük kısmı tekrar Türkiye benzerim ülkelere geri döndüler. Çünkü tedavide belli ilerleme sağlanması, aşıların geliştirilmesi, hastalığın birkaç ay içerisinde etkisinin çok azalacağının tahmini iyimser bir tablo ortaya çıkarttı. Türkiye dahil birçok ülkeye para girişleri oldu. Sıcak para dediğimiz kısa süreli sermaye kısa sürede daha yüksek getiri sağlayıp kendi riskli hissettiği zaman ülkeyi terk etme perspektifine sahiptir. O bakımdan bir ülkede demokrasi, insan hakları, özgürlükler var mı diye hiç düşünmez. Doğrudan yabancı sermaye dediğimiz mesela Volkswagen, Türkiye’deki yatırımını durdurduğunu açıkladı. Bu tip yatırımlarda da insan haklarıyla, demokrasiyle ilgili çok fazla kaygıları olmayabilir. Ama bir ülkede kanunlar, kurallar belli değilse, rejim istediklerini kolaylıkla cezalandırabiliyorsa, bu doğrudan doğruya bir cezalandırma da olabilir, mali şekilde fazla vergi tahakkuk ettirerek cezalar keserek de olabilir. Onlar da tereddütte kalırlar. Türkiye bu anlamda öyle bir ülke olarak dikkati çekiyor."
‘3’te 1’in çalıştığı bir ülkenin ekonomisinin başarılı olması mümkün değil’
Kozanoğlu, Türkiye ekonomisinin bütün makro göstergelerinin 2021'in zorlu geçeceğine işaret ettiği görüşünde. Türkiye'nin müthiş bir işsizlik sorunu olduğunu, verili rakamların sadece çarpıtılmasından değil işsizlik tanımının pandemiyle birlikte değişmesinin de bunda etkili olduğunu belirten Kozanoğlu, bugün toplam nüfusun üçte birinin çalıştığı bir ortam bulunduğunu vurguladı. Kozanoğlu'na göre gerçek işsizlik rakamı yüzde 30'un üzerinde:
“Aslında ekonominin bütün makro göstergeleri 2021 yılının da zor bir yıl olacağını gösteriyor. En başta Türkiye’de müthiş bir işsizlik sorunu var. İşsizlik rakamları bunu yansıtmıyor, bu rakamlar çarpıtıldığı için değil, işsizliğin tanımı bu pandemi döneminde değişti. Ama TÜİK’in açıkladığı belli göstergelerden Türkiye’de durumun ne kadar vahim olduğunu anlayabiliyoruz. Türkiye’de her 100 kişiden 50 kişi çalışmak istiyor, bunların sadece 44’ü iş bulabiliyor çalışma yaşında olanların. Toplam nüfusun da sadece 3’te 1’i çalışıyor. Zaten 3’te 1’in çalıştığı bir ülkenin ekonomisinin başarılı olması mümkün değil. En belirgin diğer örnek de Türkiye’de göreceli olarak genç bir nüfusa sahip olduğu için 1 yıl içerisinde çalışma yaşına gelen yani 16-64 yaş aralığına giren insanların sayısı 1.2 milyon artıyor. Buna karşılık ben çalışırım diyenlerin sayısı aynı miktarda azalıyor. Yani 2.4 milyon insan işgücünün dışında kalıyor. Muhtemelen artık benim iş bulma şansım yok, becerilerimin toplumda bir karşılığı yok diyor. Bunun sonucunda resmi işsizlik rakamları olduğundan düşük görünüyor. Aynı şekilde kısa çalışmada olanlar, nakdi ücret desteği adı altında bir ayda sadece 1177 lira alıp ama çalışıyor görünenler, fiilen iş başı yapmayanlar da işsizlik kapsamına girmiyor. Onun için Türkiye’de gerçek işsizlik yüzde 30’un üzerinde seyrediyor."
'Faiz artışları olumlu bulundu ama pek çok soruna yol açacak. Açlık, yoksulluk ve sefalet söz konusu'
Türkiye'de sermaye faizlerin artırılmasını olumlu bulsa bile yüzde 17'lere varan faiz artışının zaden zayıf olan yatırımları iyice durduracağını ve istihdamı etkileyeceğini belirten Kozanoğlu, dünyadaki koşulların dışında Türkiye ekonomisinin de kötü yönetilmesinin de etkisiyle ülkede açlık, yoksulluk ve sefaletin gündeme gelebileceğine dikkat çekti:
"Birçok ülkede benzer durumlar var. Ama Türkiye’de son günlerde sermaye açısından çok sempatiyle karşılandı faizlerin arttırılması. Teknik anlamda doğru bile bulunabilir. Ama faizlerin bu kadar yüksek olması yüzde 17 civarında olmasıyla gerçek kredi faizi böylelikle 20’ler civarına geldi. Bunun en belirgin sonucu zayıf giden yatırımlar iyice duracak. İstihdam artamayacak. Kredi yoluyla çok zorlamalı bir şekilde yılın ikinci çeyreğinden itibaren insanlara neredeyse zorla kredi verdiler, bunların geri ödemesi başlayacak. Burada da çok ciddi sınıfsal bir ayrım söz konusu oldu. Bu kredileri alanların bir kısmi nispi olarak faizler düştüğü için kredi kartı harcamalarını arttırdı, ihtiyaç kredileri aldı. Bunlar genellikle alt orta sınıflar, dar gelirli kesimler, bunlar da kısa süreliydi. Konut ve taşıt krediler alanlar, ithal otomobillerle arabasını değiştirenler, evini yenileyenler, ikinci ev alanlar veya kredi çekerek dövize yönelenler de daha orta-uzun vadeli borçlanmış oldular. Faizler yükseldiği için onlar bu süreçten avantajlı çıkmış oldu. Kısacası dünyadaki koşulların dışında da Türkiye’de çok kötü yönetildiği için ekonomi yurttaşlarımız ne yazık ki 2020’de karşılaştıkları kötü ekonomi tablosunu, bunu tek tek insanların gelirinin, yaşam standartlarının düşmesinin ötesinde Türkiye’de gerçek bir açlık, yoksulluk, sefalet de söz konusu olmaya başladı. Bu gidişat böyle devam ederse 2020’de de bu etkisini azaltmadan tablo devam edecek. Sosyal konularda insanların haklarını elde edebilmeleri de büyük ölçüde mücadeleleri haklı talepleri yükseltmeye bağlı. Onun için yurttaşlarımızı haklarının peşinde koşmaya 2021’de daha belirgin şekilde çağırıyorum.”