Türkiye’de 2020 yılında bir yandan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınıyla mücadele edilirken, diğer yandan Erdoğan yönetimi dış politika oldukça hırslı hamlelere girişti.
Yıl boyunca Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz'in belirleyici olduğu başlıklara yıl sonuna doğru Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ'da patlayan savaş eklendi. Ankara'nın Batı ile ilişkilerinde gerek ABD gerek AB cephesinde harareti ise eksik olmadı.
2020'de Türk dış politikasını gazeteci Tülin Daloğlu ile konuştuk.
‘Meydan okuyan iletişim dili Türkiye’nin işbirliği fırsatlarını kaçırmasına neden oluyor’
Tülin Daloğlu'na göre, Türk hükümeti Ortadoğu'dan Doğu Akdeniz'e ve Batı ile ilişkilerine uzanan bir cephede son derece iddialı adımlar attı ancak bu adımların sonucu bir yere bağlanabilmiş değil. Ankara'nın pek çok noktada 'haklılıkları' da bulunduğu görüşündeki Daloğlu, ancak Türk yetkililerin sürekli yüksek perdeden konuşan ve son derece sert ifadeler içeren söylemleri ve meydan okuyan iletişim dili kullanmaları büyük sorun. Daloğlu, bu durumun Türkiye'nin belli iş birliği fırsatlarını da kaçırmasına neden olduğu görüşünde:
Daloğlu, Ankara'nın kullandığı dilin başarılı bir dış politika ve diplomasi yürüttüğü anlamına gelmediğini belirtirken, 2021'de bunun değişmesini umduğunu dile getirdi. Daloğlu'na göre özellikle devlet yönetimi ve dış politika konusunda deneyimli olan Joe Biden'ın ABD'de işbaşına gelmesinden ötürü yüksek oktavdan ifadelerden vazgeçilmesinde fayda var. Türkiye ile ilişkiler meselesinin AB zirvesinde Biden'ın göreve başlamasına bırakıldığını anımsatan Daloğlu, Batı'da NATO müttefiki Türkiye'nin kaybedilmesinin artık konuşulmadığını ancak değerlendirme yapabilmek için neler yaşanacağının beklenmesi gerektiğini söyledi:
“Sanki dünya siyah ve beyazmış. Türkiye’ye bütün Batı müttefiklerinin totali karşıymış gibi son derece gerçekten uzak bir hal ortaya çıkıyor. Bence Türkiye’nin bu sene yapabildiği şey neyse işte bu halin altını kalınca çiziyor. Bu başarı değildir. Bu sene Türk dış politikası adına bunun tespitini yapmamız gerekiyor. Bunu Türkiye’nin başarılı bir dış politika veya diplomasi yürüttüğü anlamında hanesine yazamıyoruz. 2021’de bunun değişmesini temenni ediyorum. Çünkü Amerika’da da bir yönetim değişikliği oldu. Amerikan gazeteleri de Biden ile ilgili beklentilerini dile getirirken - ne kadar farklı olacak bu bölgemizde o da tartışılır - şunun altını çiziyorlar: Biden devlet yönetimini biliyor, iletişimi biliyor ve dış politika anlamında daha önceki hiçbir Amerikan başkanının olmadığı kadar deneyimli. Belki bir deneyimli baba Bush vardı. Ondan bu yana dış politika anlamında en deneyimli Amerikan başkanı göreve geliyor. Bu yüksek oktavdan ifadeler yerine olanı idare etmenin yoluna bakmamız gerekiyor. Kapıyı çektim gittim demek çok kolaydır her zaman. Ama kimse bir yere çekip gidemiyor. Türkiye batı müttefikleri içerisinde hala kıymetli bir NATO müttefiki. Bence Türkiye’yi NATO müttefiki olarak kaybetmek isteyen bir NATO ittifakı da yok. Son AB Liderler Zirvesi öncesi Amerika’nın yeni seçilmiş Joe Biden’ın dışişleri bakanı olarak atayacağı Antony Blinken’ın AB üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarıyla bir görüşme yaptığı ve ‘Hele biz bir yönetime gelelim, bizi bekleyin, ondan sonra Türkiye ile ilgili atacağımız adımlara birlikte ortaklaşa karar verelim’ dediğini Washington merkezli kaynaklarım ifade etti. Bu önemli. Ama bu Türkiye için kötü bir haber mi? Neye göre kötü, içine girip bakmak lazım. Ama kimse Türkiye’nin bir NATO müttefiki olarak kaybedilmesi taraftarı değil. Eskiden konuşurduk, Türkiye’yi ilk kim kaybetti gibi tartışmalar olurdu, ama kimse de son dönemde böyle bir tartışma yapmıyor artık. Olanı da doğru tespit etmekte bu anlamda fayda var. Martta nasıl olur, sonrası nasıl olur, bunlar birazcık projeksiyonun ötesine geçiyor. Çünkü Ankara da bazen öngörülemez bir şekilde davranıyor. O yüzden her iki tarafın da bu konum içerisinde adımlarını nasıl atacağını hakikaten gazeteciler olarak takip edeceğiz.”
Avrupa ile ilişkilerde son sıkıntılı başlık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılmasına yönelik kararı olurken, Tülin Daloğlu, Türkiye'nin parçası olduğu bu mekanizmanın çifte standartlı kullanımına dikkat çekti. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'eski Türkiye'nin hatalarını ön plana çıkartmak' amacıyla bu mahkemeye üç kez başvurduğunu anımsatan Daloğlu, bugün Demirtaş kararında alınan tavır karşısında 'O zaman biz neden halihazırda AİHM’e üyeyiz' sorusunun sorulması gerektiğini belirtti:
“Zihninde eski-yeni Türkiye ayrımı olmayan vatandaşlarıyız bu cumhuriyetin. Bir tane Türkiye Cumhuriyeti var ama siyaseten eski ve yeni Türkiye diye bir şey ayrıştırıldı. Daha önceden Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinde olan vekiller, cumhurbaşkanlığı yapmış olan kişilerin eşleri, Hayrunnisa Gül gibi, AİHM’e başvurdular. Eski Türkiye’yi suçladılar. Bir dönem insanlar, 'Türkiye’de cumhurbaşkanı eşi olan insan AİHM’de Türkiye’yi suçlayabilir mi?' sorusunu da tartıştılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da üç defa AİHM’e başvuruda bulunduğu söyleniyor. Ama bu başvuruların hepsi eski Türkiye’nin hatalarını ön plana çıkarmak açısındandı. İş siyasi olduğu zaman, bu cumhuriyetin çatısı altında kimi siyasi karakterlerin sorunları nasıl hal yoluna koymak için dış kaynakları kendi siyasi emelleri için aracı ediyorlarsa orada bir teklik yok, hep ikilik var. Gerek iç gerek dış siyaset hep bu ikiliği yönetebilmek üzerinden gidiyor. Selahattin Demirtaş konusunda bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan, AİHM’in verdiği kararı aşıp, ‘Siz PKK konusunda ne diyorsunuz?’ diye Türk kamuoyundaki ikilik zihnini hemen devreye sokabilecek şekilde bir yorumda bulundu. Ama eğer hal böyleyse, hukukçu değilim ama eğitimim var, oradan şu soruyu sormak gerekiyor: O zaman biz neden halihazırda AİHM’e üyeyiz? Biz neden halihazırda eğer ki Batıyla bu kadar ipleri kopardıysak, bu insanların totali bize bu kadar düşmansa neden devlet politikası olarak Avrupa Birliği tam üyeliğini hedefliyormuşuz gibi yapıyoruz? Neden hala NATO müttefikiyiz deyip gururlanıp, sonra NATO müktesebatına ters düşen eylemler yaptığında kendi egemenliğimiz üzerinden argümanlar üretiyoruz? Türkiye’nin 2020’de fark etmek isteyenler için son derece netleşmiş bir durumu var. Biz bu ikiliği kendimizi sadece kayırmak, kendimizi her koşulda illaki doğru göstermek için yapıyoruz. Ama kendimize hiçbir zaman şunu sormuyoruz: 'Biz gerçekten doğru mu yapıyoruz, biz kendimizi çok önemseyip acaba Türkiye Cumhuriyeti’nin kalıcı olduğunu unutup kendimizi bireysel olarak her şeyin ötesine mi koyuyoruz?' diye bu pencereden soru açıp, bu sorunun cevabını samimi olarak almayı göze alamıyoruz. Bence bizlerin bu konuda bir girdabı var. Dileyelim 2020’de çok fevkalade belirginleşmiş olan bu halinin 2021’de artık farklı bir hale ve bizleri daha iyi hissettiren, gerçekten ikilik halinden, 'Biz kimiz, nerede duruyoruz, nerede değerlerimiz?'i bilerek konuşarak, bilinçli hem insanlar hem de bunun karşılığında seçtiğimiz siyasetçilerle de yönlenebildiğimiz bir Türkiye olalım.”