Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan, 'Bakırköy Adliyesi’nde bir duruşmam vardı' başlığıyla yayımlanan yazısında sözlerine "İhsan Şenocak diye bir ‘hoca’ var. Tanımam, etmem. Sosyal medyada yayınlanan bir konuşması, elden ele dolaşıyordu. Bu konuşmada İhsan Şenocak pantolon giyen üniversite öğrencisi genç kadınları ve o kadınların babalarını ’hayâsızlıkla’ suçluyor, cehennem azabıyla korkutuyordu" hatırlatmasıyla başladı.
"Pantolon giymeyi hayâsızlıkla eşdeğer tutuyordu adam.
Yetmiyor, buna göz yuman babalara da dil uzatıyordu.
Çok bozulmuştum bu yaklaşıma.
Ve iki yıl önce bir yazı yazıp ağır bir dille eleştirmiştim kendisini.
Yaptığının üniversiteli genç kızlara ve babalarına yönelik onursuzca bir saldırı olduğunu ifade etmiştim.
Mahkemeye başvurmuş, ’Bana onursuz dedi, bana şerefsiz dedi, bana hakaret etti, hapis cezası verilsin’ diye.
Savcı da bu başvuruyu kabul edip hakkımda dava açmış.
İddianame tanzim edilmiş ve yargılama devam etmiş.
İşte bu yargılamanın son aşamasında kendimi Bakırköy Adliyesi’nin duruşma salonlarından birinde buldum.
Mahkeme başkanı hâkim, hemen yanında Cumhuriyet savcısı, benim avukatım, Şenocak’ın avukatı, mübaşir, yazıcı...
Hepsi tamamdı.
Yazılı bir savunma sundum mahkemeye...
Fakat Şenocak’ın avukatı, ’Dinimizi anlattığı için müvekkilime hakaret etti’ türü sözler sarf edince...
Tam ’İtiraz ediyorum sayın hâkim!’ diye yerimden fırlayacaktım ki...
Fazla Amerikan filmi izlemenin etkisi altında olduğumu fark edip sustum.
Ancak sona doğru hâkimin ’Bir diyeceğiniz var mı?’ sorusu üzerine...
‘Evet, var’ diyebildim.
Ve şunları söyledim:
‘Ben kimseye dinimizi anlattı diye hakaret etmedim. Ben dini anlatma kisvesi altında pantolon giyen genç kızlara ve onların babalarına yönelik hayâsızlık suçlamasının bir hayâsızlık ve bir onursuzluk olduğunu söyledim. Söylediklerim şahsa yönelik değil, şahsın yaptığı işe yöneliktir.’
Hepimizde maske vardı.
Bu nedenle...
Sözlerimin salonda bulunanlar tarafından nasıl karşılandığını anlayabilmem mümkün olamadı.
Kendimi boşluğa konuşuyormuş gibi hissettim.
Mahkeme salonunda her şey sistemin öngördüğü biçimde işlerken...
Bir ara Şenocak’ın avukatı ile mahkeme başkanı arasında bir ihtilaf çıktı.
Bu ihtilaf nedeniyle...
Uzun uzun tartıştılar.
Sırf bu nedenle duruşma uzadıkça uzadı.
Ben de sanıklara ayrılmış bölümde ve tabii ki ayakta durarak bu tartışmayı izledim.
Polemik öyle büyüdü ki...
‘Bu tartışma Tarafsız Bölge’de yaşansa... Bayağı reyting alırız’ diye içimden geçirdim.
Hadi itiraf edeyim:
Bir ara ’Size sonra geleceğiz avukat bey, şimdi söz hâkim beyde’ falan diye moderatörlük yapmayı bile düşündüm.
‘Profesyonel deformasyon’ dedikleri bu olsa gerek.
Neyse...
Sonuç olarak...
Söyleyeceklerimi madde madde yazıyorum:
Duruşmadan adalete güven duyarak çıktım. Hâkim de savcı da itimat telkin ediyordu.
İçimden sürekli tekrar ettiğim cümle ise şuydu: Böyle bir davadan ceza alsam bile zerre kadar yüksünmem, şeref madalyası kabul ederim.
Duruşma boyunca hâkim de savcı da maskeden asla vazgeçmedikleri gibi... Hâkim bey sık sık kolonyaya başvurdu. Takdir ettim.
Şenocak’ın avukatı, duruşmadan çıkınca ‘Kusura bakmayın, sizin de vaktinizi almış olduk, duruşma gereksiz yere uzamış oldu’ dedi. Nezaketine teşekkür ettim.
Bu arada iyi haber: HES kodu olmayanı adliyeye sokmuyorlar ve bu konuda asla taviz vermiyorlar. İzledim ve gördüm.
Adliye maceram boyunca ‘Bizde jüri sistemi olsa nasıl olur’ düşüncesini kafamdan atamadım ve tam on iki adet Levent Kırca usulü skeç yazdım kafamda."