Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, gazeteci-yazar Ahmet Hüsrev Altan'ın bireysel başvurusunu kabul edilemez buldu.
'FETÖ'nün medya yapılanması'na yönelik yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan Altan, 23 Eylül 2016'da 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma' suçlarından tutuklandı.
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde tutuklu yargılanan Altan, mahkemenin 16 Şubat 2018'deki kararıyla'Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya, bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etme' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Bozmaya uyan İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, 4 Kasım 2019'da bu kez 'terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme' suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezası verdiği Altan'ın adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verdi.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 6 Kasım 2019'da tahliye kararına itiraz etmesi üzerine Altan, İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararıyla 13 Kasım 2019'da tekrar tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru
Tutuklama kararına yaptığı itirazlardan sonuç alamayan Altan, 21 Kasım 2019'da Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulundu.
"Hapis cezasına mahkum edildiğini, adli kontrol kararıyla tahliye olduğunu ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tahliye kararına yaptığı itirazın kabulü üzerine, tutuklama için gereken şartlar bulunmamasına rağmen tekrar tutuklandığını" söyleyen Altan, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ifade ve basın hürriyetlerinin ihlal edildiğini savundu.
Anayasa Mahkemesi'nin değerlendirmesi
Bireysel başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, Altan'ın başvurusunu kabul edilemez buldu.
Anadolu Ajansı'nın aktardığı habere göre, Yüksek Mahkeme'nin gerekçesinde, Anayasa'nın kişilerin fiziksel hürriyetlerini güvence altına alan 19. maddesinin kişi hürriyetinin kısıtlanmasına imkan tanıdığı durumlardan birinin de 'mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi' olarak belirlendiği kaydedildi.
Somut olayda, 10 Eylül 2016'da gözaltına alınan ve 22 Eylül 2016'da tutuklanan başvurucu hakkında 4 Kasım 2019'da mahkumiyet hükmünün tesis edildiği ve hükümle birlikte yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol tedbiri uygulanarak başvurucunun tahliyesine karar verildiği hatırlatıldı.
Ancak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tahliye kararına itirazının kabul edildiği ve süreç sonunda başvurucunun 13 Kasım 2019'da tutuklandığı ifade edilen gerekçede, Altan'ın 'suç isnadına bağlı tutulma' halinin, hakkında ilk derece mahkemesince mahkumiyet hükmüyle birlikte tahliye kararının verildiği 4 Kasım 2019'da sona erdiği kaydedildi.
'Suç isnadına bağlı tutma değil, mahkumiyete bağlı tutma niteliğinde'
Başvurucunun bu tarihten sonraki döneme ilişkin olarak hürriyetinden yoksun kalmasının, 'suç isnadına bağlı tutma' değil, 'mahkumiyete bağlı tutma' niteliğinde olduğuna işaret edilen gerekçede, bu nitelikteki bir tutmayla ilgili yapılan bireysel başvuruda suç isnadına bağlı tutmaya ilişkin güvencelerin uygulanmasının mümkün olmadığı aktarıldı.
Başvurucunun tutuklanma sürecinin yetkisiz makamlar tarafından başlatılıp neticelendirilmesi ve böylelikle mahkumiyete bağlı tutma kararını veren mercinin bir mahkeme olmadığı iddiasının dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilen gerekçede, bu nedenlerle başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği belirtildi.
Gerekçede, Altan'ın tutuklama kararı veren ve bu karara karşı itirazını inceleyen ağır ceza mahkemelerinin bağımsız ve tarafsız olmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü de hatırlatıldı.
Başvurucunun bu ihlal iddiasına dair hiçbir belirleyici ya da ayırt edici ifade kullanmadığı ve iddiasını herhangi bir olgu veya olay belirtmeksizin soyut olarak dile getirdiği aktarılan gerekçede, bu nedenle başvurunun bu kısmının da kabul edilemez bulunduğu ifade edildi.