GÖRÜŞ

Türkiye’de medya, deprem haberciliğinde iyi bir sınav verebildi mi?

Ege Denizi’nde 30 Ekim’de meydana gelen deprem yalnızca yapılaşma ve afet yönetimi değil Türk medyası için önemli bir sınav oldu. Uzmanlar, afet bölgesinde yürütülen haberciliğin etik ile çocuk haklarına aykırı yönlerini, hatalarını ve uzun vadeli etkilerini sahadan örneklerle Sputnik’e değerlendirdi.
Sitede oku

Ege Denizi’nde 30 Ekim’de meydana gelen 115 kişinin hayatını kaybettiği ve binden fazlasının yaralandığı 6.6 büyüklüğündeki deprem, yalnızca yapılaşma ve afet yönetimi değil Türkiye’de medya açısından da önemli bir sınav niteliğindeydi. Enkaz çalışmalarının neredeyse tamamını canlı yayınlayan Türk televizyonları, özellikle depremin sembolü haline getirilen Elif ve Ayda bebeği, enkaz altından hastaneye hatta taburcu olduktan sonraki süreçlerine kadar anbean ekranlara taşıdı. 

Depremin 91'inci saatinde bulunduğu Rıza Bey Apartmanı'nın birinci katından çıkarılan Ayda’yı taburcu olduktan sonra ekranlara taşınmaya devam eden Türk televizyonları, küçük depremzedeye sorulan ‘Ne istersin’ sorusuna kızın verdiği “ev kokusu” cevabını da ekranlara getirdi. Yine Ayda için Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın"Ayda'nın acıyan bir yeri yok. Köfte ve ayran istiyor” açıklaması ve Elif bebeğin itfaiyecinin parmağını tuttuğu an, çeşitli markaların reklam malzemesi haline gelmişti. Hatta Türk medyası, depremzede bebeklere olan ilginin kendisinde bile haber değeri görmüş, işi “Elif bebek izlenme rekoru kırdı” başlığı atmaya kadar götürmüştü.

‘Deprem bölgesinde Amerika’dan öğrendiğimiz şov kültürü yansımalarını gördük’

Bu haberciliğin afet bölgesindeki yansımalarını İzmir Bayraklı’daki Emrah Apartmanı’nın enkazından depremden 45 dakika sonra kurtarılan ve sonrasında depremzedelere yardım eden Oğuz Demirkapı, Sputnik’e anlattı. Afet sonrası bölgede bulunan Demirkapı, medyanın bu dönemde yürüttüğü haberciliği ‘Amerika’dan öğrendiğimiz şov kültürünün bir yansıması’diye tanımladı:  

Orada yürütülen habercilikte ‘başarılı şeyleri göster, iyi olmayan şeyleri gösterme’ mantığı söz konusuydu. Bu da bizim Amerika’dan öğrendiğimiz şov kültürünün bir yansıması. Ekipler, bir cenaze çıkardıklarından onu medyadan adeta kaçırarak, gizleyerek çıkarıyordu ancak depremzedelerin kurtarılma anları basının da payıyla abartılı bir şekilde sunuldu. Enkaz altından çıkanlara mikrofon uzatanlar, oradaki insanların acılarını paylaşmaktan çok uzak, kendi haberlerinin derdindeydi. O da bizler açısından elbette rahatsız ediciydi.

Çocukların önünü kesenler... ‘Ölen kardeşini de kurtarmak ister miydin’ diye soranlar… 

Hastaneden çıkan Ayda’nın önünü kesip durdular. Bizim binada İdil’le İpek vardı. İdil’i kurtardık, İpek’i maalesef kurtaramadık. Bazı gazetecilerin İdil’e ‘İpek’i de kurtarmak ister miydin’ gibi saçma sapan sorular yönelttiklerine şahit olduk. Medyaya sanırım o çocuğu ağlatmak da bir başarı gibi geliyor. Basında sürekli ‘zavallı çocuk’ ya da ‘ağlayan çocuk’ imgesi yaratma çabası çok var. Bu elbette dehşet verici. Depremin üzerinden birkaç hafta geçti ya artık afetzedelerin dertleri kimsenin umurunda değil. O çocukların ileride boy boy fotoğraflarını, görüntülerini internette gördüklerinde neler hissedecekleri de kimsenin umurunda değil. Çocuklara Aşık Veysel kamp alanında resimler yaptırılıyor. Yıkılan bina resmi yapan ya da ölen babasının resmini çizip üzerine çarpı çizen çocuklar olmuş. Böyle bir sürü örnek var. Üstelik buna rağmen işler depremzedelere doğru yaklaşmayı bilen birkaç kahraman üzerinden yürüdü. Maalesef inanılmaz bir bilgisizlik söz konusuydu.”

Medyada yer alan bu haberlerin ne kadarı gerçekten ‘haber’?

Hem afet haberciliği ve çocuk odaklı habercilikte Türkiye’de medyanın pek de başarıyla geçememiş gibi gözüktüğü bu sınavın elbette birden çok boyutu var. Bunlardan biri, bunca görüntü ve bilginin ne kadarının gerçekten haber olduğu ve ne kadarının çocuğa zarar vermeden toplumsal fayda sağladığı kısmı. Doç. Dr. Esra Ercan Bilgiç konuya ilişkin “Meseleye çocuk hakları perspektifinden baktığımızda çocuk görsellerinin hiçbir zaman kullanılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ancak aslında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, UNICEF ve Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun yayınladığı ilkeler doğrultusunda bazı durumlarda haberciler açısından çocuğun görselini kullanmak gerekebiliyor. Burada en önemli olan şey, çocuğun yüksek yararı üzerine düşünmek. Bu noktada da çocuğun yüksek yararı ile haber değeri bazen karşı karşıya gelebiliyor değerlendirmesi yaptı. 

‘O görüntüler eskisi gibi bir gazetede basılıp kaybolmuyor’ 

Doç. Dr. Bilgiç “Elbette hiçbir koşulda, asla çocuk görüntüsü kullanılamayacağına dair bir kurala rastlamak mümkün değil. Hatta bazı gazetecilerin ilk anda enkaz altından çıkmış bir çocuğun görüntüsünün kullanılmasının gereği de savunulabilir. Ama burada da her şeye rağmen çocuğun belki hiç yüzünün kullanılmaması bir seçenek olabilir. ‘Acaba itfaiyecinin parmağını tutan bir çocuk görüntüsü yeterli olur muydu?’ sorusunu soruyorum bu noktada. Acaba hastanede o çocukların görüntülerine gerçekten ihtiyaç var mıydı? Oradaki haber değeri, o çocuğun yüksek yararından daha üstün müydü? O çocuk aslında son derece kırılgan, savunmasız, yanında annesi yok, hastanede ve üstü giyinik değil. Buna gerek var mıydı? Bunlar sorulması gereken sorular. Sonuçta bu görüntüler eskisi gibi bir gazetede basılıp gitmiyor ki… O çocukların bir gün büyüdüklerinde kendi adını internette arattığında bu fotoğraflarla karşılaşacağı gerçeği unutulmamalı” diye anlattı. 

‘Yapılan habercilik hem Basın Kanunu’na hem BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı’ 

Ancak afet haberciliği yalnızca etik tartışmasını değil hukuk tartışmasını da beraberinde getirdi. Çocuk hakları savunucusu Av. Gamze Pamuk Ateşli’ye göre İzmir depremi sonrası yürütülen habercilik örnekleri hem Basın Kanunu’na hem de Türkiye’nin de tarafı olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırı: 

İzmir depremi sonrasında kurtarılan her bir can topluma umut olurken diğer yandan yapılan haberlerde kullanılan çocuk görsellerinin çoğu zaman çocuk dostu habercilikten uzak hazırlandığına hatta çocukların enkaz altından çıkarılma fotoğrafları reklam ve ticaret görsellerine kadar düştüğüne şahit olduk ne yazık ki. Bu durum hem Basın Kanununa göre suç olmakla birlikte taraf olduğumuz BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne göre çocuk hakkı ihlalidir.”

‘Çocukların ve ailelerinin özel hayatlarının gizliliği ihlal edildi’

“Mağdur çocuğun kimliğini alenen paylaşan, tanınmasına sebep olan ve çocuğu zayıf/korunmasız gösterecek şekilde yapılan habercilik örnekleri hak temelli habercilikten uzaktır” diyen Av. Ateşli sözlerine şöyle sürdürdü: 

“Bu, aynı zamanda çocukların unutulma hakkına da bir saldırıdır. Çocuk kimliğinin alenen paylaşılması, görsellerde bilhassa çocuklara dair görseller kullanılması daha fazla okunmak, çocuğun içinde bulunduğu durumu suistimal etmek ve umut pazarlamak adına atılan adımlardan başka bir şey değildir. Bu haberlerde kamu yararı bulunmadığı halde çocukların ve ailelerinin özel hayatlarının gizliliği ihlal edilmiştir. Medya kuruluşları, çocuk görselleri üzerinden hak ihlalleri yapmak yerine; BM Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde hak temelli habercilik yaparak, çocuk haklarını koruma girişimlerini takip ederek ve çocuklara yönelik taahhütlerini yerine getirmeyenleri eleştirerek, çocuk haklarını gündemde tutmakla sorumludur.”

‘Görüntüler izleyen yetişkinleri bile travmatize etti’ 

İzmir Ekonomi Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Uzmanı Dr. Önder Küçük ise, afet sonrası haberciliğin çocuklar üzerindeki etkisini Sputnik’e anlattı. Dr. Küçük’e göre haberlerin verilme şekli, haber verme kaygısının ötesine geçerek “duygu sömürüsüne”vardı. Dr. Küçük Özellikle mağdurların kimlik bilgilerinin ifşa edilmesi, yaralı bedenlerinin gösterilmesi, haber verme kaygısının ötesine geçerek haberin satması ve biraz duygu sömürüsüne vardı. İnsanların bloklar arasında sıkışık hali dahil pek çok görüntü, izleyenler olarak biz yetişkinleri bile travmatize etti değerlendirmesi yaptı. 

‘Küçük yaştaki o çocukların medyanın neden peşinden koştuğunu anlaması çok zor’

Dr. Küçük Gösterilen o dehşetvari, korkutucu görüntüler, izleyenleri travmatize edebiliyor. Habere konu olanların hakları açısından da ciddi bir ihlal söz konusu. Elbette yaşı küçük olduğundan bunu anlamdırabilmesi, ifade edebilmesi belki şu aşamada mümkün değil. Ancak göçük altından çıkmış bir çocuğun tüm medya kendisinin peşinde olmasını ve gösterilen bu ilgiyi anlaması hiç kolay değil. Özellikle dil becerisi görece az olan, bu durumu tam adlandıramayan çocuklar açısından, bu durumlar kafa karıştırıcı olabiliyor” dedi ve devam etti: 

‘Yas süreçleri son derece uzun ve komplike, anksiyete bozukluğu ve depresyon olası’

“Hele hele kaybı olan çocuklar bir yas sürecine de giriyorlar ve bu tür yaslar son derece komplike olur. Beklenmedik şekilde ortaya çıkan, bir anda dehşet uyandıran, yakınlarını kaybettikten sonra gazetelerde sosyal medyada görüntüleri ulu orta açığa çıkan çocukların ileride kendilerini görmeleri onlara iyi gelmeyecektir. Çünkü bu tür komplike durumlarda yas süreci de çok uzar. Bu tür görüntüler, sadece depremi yaşayanlar için değil afeti izleyen kişilerde etkiler bırakıyor.Bazı ruhsal açıdan duyarlı, psikiyatrik bozukluğu olabilen, çocuk yaşta olan ve daha hassas gruplarda bu tür görüntüler anksiyete bozukluğu, depresyon gibi ek ruhsal sorunlara yol açabiliyor.

‘İki blok arasına sıkışmış kız çocuğunun görüntüsü travmayı tetikleyecek nitelikte’

İnsanların karşılaştıkları durumlarla baş etme becerileri çok çeşitlilik gösterdiğine de değinen Dr. Küçük Kimisi travmayla, bu tür zorluklarla daha kolay baş ederken kimisi için bunun üstesinden gelmek daha zordur. Bunu aynı depremde ayakta kalan ve yıkılan binalara benzetebiliriz. Bu tür sarsıcı olaylara maruz kalındığında özellikle çocuk yaşta olanlar bu durumu kendiyle ilişkilendirebilir ve bir kaygı gelişebilir. Travmatik olay da tam bu, yani o olayın bir şekilde akla gelmesi. Tekrar hissetmesi, kendi başına geldiğiyle ilgili kaygılar ve bunun zihinden çıkmaması. Bununla ilgili zihinsel uğraşısının sürmesi demek ve bununla baş edemiyor olması demek. Bu tür görüntüler de, özellikle izleyen grupta, yani o olayın o görüntülerin sürekli aklına gelmesi, kendisini kötü hissetmesi, korku hissetmesi, bununla ilgili karamsar düşünceler, günlük hayata ilişkin güven duygusunun kaybına yol açabiliyor. İki beton blok arasına sıkışmış elini uzatan, donuk suratlı bir kız çocuğu görüntüsü tam da bu duyguları tetikleyecek nitelikte ifadelerini kullandı. 

‘Keşke bütün bunlar yerine ‘ihtiyaç haritası’ projesi daha çok tanıtılsa’ 

Peki, afet bölgesindekiler medyadan nasıl bir habercilik bekliyordu? Oğuz Demirkapı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından depremzedelere destek amacıyla başlatılan ‘Bir Kira Bir Yuva’ gibi kampanyaların medyada daha fazla görünür olmasının gereğine işaret ediyor. Demirkapı Bizizmir.com üzerinden ‘Bir Kira Bir Yuva’ kampanyası başlatıldı. Şimdiye kadar bu kampanyaya kira desteğiyle katılan kişi sayısı 4 bini geçti. Burada önemli çalışmalar yapılıyor ve günden güne verilen destek artıyor. Ancak bu kampanyalara medyada daha çok verilmesi önemli gerek. İhtiyaç haritası projesinin tanıtılması için sizlere rol düşüyor çağrısı yaptı.

Yorum yaz