EKSEN

'Arap Birliği'nin Türkiye'yi kınaması Suudi Arabistan ve BAE'nin tutumlarının yansıması'

Ramazan Bursa'ya göre Arap Birliği'nin Türkiye'yi kınaması Suudi Arabistan ile BAE'nin tutumunun yansıması. Türkiye'nin Libya, Irak ve Suriye'ye ilgisini Osmanlı geçmişine bağlayan Bursa, Arap Birliği'nin Türkiye'yi İran'dan 'tehlikeli' bulmasının, Türkiye'nin bölgeyi asırlarca yönetmesinden kaynaklı 'tarihsel birikimiyle' ilgili olduğu görüşünde.
Sitede oku

Arap Birliği, Türkiye'ye karşı tutumunu giderek sertleştiriyor. Arap Birliği Bakanlar Komitesi son olarak Ankara'nın Arap ülkelerine yönelik politikalarını kınarken, içişlerine karışmaktan derhal vazgeçilmesi, askerlerin koşulsuz bir şekilde Suriye, Irak ve Libya'dan çekilmesini talep eden bir açıklama yayımladı.

Arap dünyasında Türkiye'nin algılanışı, yönetimlerin Türkiye'ye dair tutumlarını gazeteci-yazar Ramazan Bursa ile konuştuk.

‘Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye ile ilişkisi bu karara yansıdı’

Ramazan Bursa'ya göre, Arap Birliği Bakanlar Komitesi'nin kınama kararı Ankara'nın son dönemde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ilişkilerinin yansıması. Bursa, Arap Birliği'nde normalde Mısır'ın etkili olduğunu ancak son dönemde pozisyonunun zayıfladığını kaydetti. Türkiye'nin ise BAE’ye karşı Suudi Arabistan’a olduğundan daha sert bir tutum takındığını belirten Bursa, bunun nedeninin Suudilerin daha 'yumuşak' tutumuna karşılık BAE’nin birçok bölgede Türkiye aleyhine çalışma yürütmesi olduğunu dile getirdi:

“İslam İşbirliği Teşkilatı aslında Suudi Arabistan demek, Avrupa Birliği’nde etkin olan ülke çoğunlukla Almanya’dır, Arap Birliği de büyük oranda Mısır’dır. Şu anda Mısır eski döneme kıyasla daha edilgen durumda, ekonomisi çökmüş bir noktada. Körfez ülkelerindeki müttefiklerinin yardımıyla ayakta duran bir ülke durumunda. Burada Mısır’ın etkinliği olmakla beraber kınanma kararının alınmasında Mısır’ın etkinliği gözüküyor. Bu noktaya sürükleyenlerin de Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan olduğunu görüyoruz. Arap Birliği bölgede daha evvelki tarihine baktığımızda hangi önemli adımları attığını soralım. Aslında tarihinde çok da parlak işler, politikalar, diplomasi olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla zamanın ruhuna uygun olarak Arap Birliği bir karar almıştır. Suudi Arabistan ve BAE’nin Türkiye ile ilişkisi bu karara yansıdı. Yas, kral Abdullah için ilan edilmişti. O dönemdeki Suud-Türkiye ilişkileri, Suud’un bölge politikalarıyla bugün Selman ve oğul Muhammed Bin Selman’ın veliaht olduktan sonraki Türkiye ilişkileri bambaşka. Dolayısıyla Abdullah için ilan edilen yas daha farklı, o günün konjonktürü çerçevesinde değerlendirmek lazım. Bugünün kralı olsa yas ilan edilmez. Türkiye’nin BAE’ye karşı daha celalli, Suudi Arabistan’a daha sakin yaklaşmasının sebebiyse muhatap ülkenin ortaya koymuş olduğu tavırla alakalı. BAE, hem Ortadoğu’da hem Afrika bölgesinde çok aleni bir şekilde Türkiye aleyhinde faaliyet yürütüyor. Bunu gizlemekte de bir beis görmüyor. Ama Suudi Arabistan, Türkiye ile ilişkileri olmasa bile BAE kadar sert bir şekilde topa girmediğini düşünüyoruz. Dolayısıyla Türkiye de karşı ülkelerin ortaya koymuş olduğu tavırların şiddeti mukabilinde bir tavır ortaya koyuyor. Türkiye’nin Suudi Arabistan’a karşı daha yumuşak olmasının sebebinin Suudi Arabistan’ın da muhalefette Türkiye’ye daha yumuşak davranması olduğunu görüyoruz.”

‘Türkiye’nin Libya girişimi Arapların iç işlerine müdahale olarak değerlendirilmemeli’

Bursa, Arap dünyasında özellikle İsrail-BAE normalleşmesi üzerinden Türkiye aleyhtarı kamuoyu yaratma misyonunu BAE'nin üstlendiğinin görüldüğünü aktardı. Mısır'ın özellikle Türkiye'nin Libya'ya olan ilgisine karşı aldığı tavrı doğru bulmayan Bursa, El Sisi'nin de iktidara geldikten sonra Sudan'ı kendi ülkesinin parçasıymış gibi gösteren söylemlerine atıf yaptı. Bursa'ya göre, Türkiye'nin geçmişte kendisine bağlı bulunan bir coğrafyada etkili olmak istemesi 'doğal', Libya'ya olan ilgisi ise 'içişlerine karışmak' olarak görülmemeli:

“İsrail-BAE normalleşme anlaşmasına baktığımızda BAE’nin çok önemli gazeteci ve akademisyenlerin İngilizce ve Türkçe tweet attıklarını görüyoruz. Türkiye’yi doğrudan hedef alan tweetler. Türkiye’nin anlaşmaya itirazını da geçmiş doğrudan Akdeniz’deki meseleleri gündeme getiren Türkçe tweetler. Suudi Arabistan da böyle bir tavır görmüyoruz. Bu tabii organize bir iş. Bu ülkelerde demokrasi, seçim, özgürlük yoktur. Dolayısıyla düğmeye basılır ve harekete geçilir. Oradaki akademisyen ve gazetecilerin tweetlerinin yönetimin isteğinin dışında olduğunu düşünmek yanlış olur. Mısır’ın bu tavrını doğru bulmuyorum. Darbe sonrası Sisi, iktidara geldikten sonra ilk kez Sudan’a gitti. Sudan 1952’ye kadar Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminden 1952’ye kadar Mısır’ın bir parçasıydı. Sisi Sudan’ı ziyaret ettiği zaman Ömer el Beşir iktidardaydı. Öyle bir cümle kurdu ki ülkede tartışma oldu. Sudan’ı kendi ülkesinin bir parçasıymış gibi değerlendirdi. Beraberiz gibisinden bir ifade kullandı. Yarım asır civarında Sudan’ı yönettiği için. Halbuki Sudan’da kadim medeniyetler olmuş. Şimdi Türkiye, İstanbul merkezli Osmanlı iktidarı Mısır dahil Libya ve o civarı asırlarca yönetti. Dolayısıyla Mısır, tarihsel birikime dayanarak Sudan ile yakından ilgilenerek aynı tarihsel birikime dayanarak Türkiye’nin Libya ile ilgilenmesini, Akdeniz’deki birçok mesele de buna dahil olmak üzere abes, politik hata, Arapların iç işlerine müdahale olarak değerlendirmenin doğru olmadığı kanaatindeyim. Bu ilgilenme biçimiyle alakalı. Geçtiğimiz iki yıl evvel BAE’nin Sudan’a inen uçağa el konuldu. Uçaktan para çıktı. O dönem Sudan hükümeti BAE’nin ayrılıkçı hareketleri finanse etmesi için parayı buraya gönderdiğini söylemişlerdi. Bir böyle müdahale etmek var. Bir de diğer taraftan Birleşmiş Milletler’in desteklediği ve meşru kabul etmiş olduğu bir hükümetin daveti üzerine orada bulunmak var. Bir Suriye’de Amerika gibi bulunmak var, bir de BM’nin tanımış olduğu Şam hükümetinin daveti üzerine Rusya’nın sahada bulunması var.”

‘Türkiye ve İran arasında rekabet olabilir ama düşmanlık yoktur’

Arap Birliği'nın kınama kararında da yer alan Türkiye ile İran'ın Araplar açısından aynı dışlayıcı kategoriye konulması giderek yayılırken, Bursa iki ülke arasındaki farklılıklara dikkat çekti. Türkiye'nin İran'ın aksine bölgeyi asırlarca yönettiğini söyleyen Bursa, tarihsel olarak bir Türk-İran düşmanlığının da bulunmadığını kaydetti. Bursa'ya göre Araplar, Türkiye'nin tarihsel birikimini dikkate alarak son dönemde İran'dan daha tehlikeli olduğu görüşüne kapılmış olabilirler:

“İran, ağırlıklı Şii nüfusu olan bir ülkedir. Türkiye ise nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman, onların büyük bir bölümü de Sünni’dir. Dolayısıyla bölgede etkinlik kurma açısından Türkiye daha avantajlı. Diğer taraftan İran ile Türkiye’nin tarihi geçmişlerine bakıldığında Türkiye bu bölgeyi asırlarca yönetmiş bir ülkedir. İran’ın ise böyle bir durumu söz konusu değildir. Bu açıdan tarihsel bağları daha güçlüdür Türkiye’nin İran’a kıyasla. Bunun üzerinden yürümek suretiyle böyle bir kıyas yaptıklarında Türkiye’yi İran’dan bölgesel çıkarları açısından daha tehlikeli görüyorlar. Bu değerlendirme de doğrudur. Eğer hepsi kapasitesini ortaya koyup bir etkinlik kurma gibi bir politika yürütseler elbette Türkiye, bölgede İran’a kıyasla daha etkin faaliyetler yürütebilecek bir ülkedir. Türkiye’den Kuzey-Orta Afrika ve Yemen sınırına kadar büyük bir coğrafya, Balkanlardan Katar’a büyük bir coğrafyaya aktif bir rol üstlenebilecek bir ülke. O açıdan Arap ülkeleri değerlendirdiklerinde Türkiye’yi tüm bu tarihsel birikim açısından İran’dan daha tehlikeli görüyor olabilirler. Diğer taraftan Türkiye-İran düşman olarak değerlendiriliyor. Bunu fevkalade yanlış görüyorum. Şiiler ve Sünniler arasında bir düşmanlık olmamıştır. Türkiye ve İran düşman değildir. Tarihsel birikime baktığımızda rakip ülkelerdir ve zaman zaman bu rekabet yoğunlaşmıştır, sakinleşmiştir. Ama asla düşman olduğunu söyleyemeyiz. Yavuz dönemi, Çaldıran savaşı örnek gösterilir. O bir Şii-Sünni savaşı değil aslında kardeş kavgasıdır. Çünkü o dönem Safevi döneminde Şah İsmail vardı. O da Türk’tür, Yavuz da… aslında onu bir mezhep savaşı değil de bir kardeş kavgası olarak değerlendirmek lazım. Her ikisi de Ortadoğu’da aktif olmak istiyorlardı. Bundan dolayı böyle bir mücadeleye girişmiş oldular. Bunun temelinde asla mezhep olmamıştır. Kaynaklara da baktığımızda bunu net bir şekilde göreceksiniz.”
Yorum yaz