MULTİMEDYA

3 dönümlük tarlada yerel tohum mücadelesi: Doğayla barışık, toprakla uyumlu

Sitede oku

Gıdada Sürdürülebilirlik Endeksi’ne göre dünyada gıdaya erişimi yetersiz olan insan sayısı 1.8 milyar. Bu veriler, dünyayı doyurma iddiasıyla ortaya çıkan endüstriyel tarımın yetersizliğini açığa çıkarıyor.

Endüstriyel tarım, dünya genelindeki tarım alanlarının en az yüzde 75'ini ve doğal kaynakların çoğunu, dünya nüfusunun yüzde 30'unu beslemek için kullanılırken, yerel üretici, dünya nüfusunun yüzde 70'ini doyurabilmek için tarım alanlarının yüzde 25'inde üretim yapıyor ve neredeyse hiçbir fosil yakıt ve kimyasal kullanmıyor.

Yerli ve milli tohumlar tanıtıldı
Endüstriyel tarım, hem kullandığı kimyasallar ve fosil yakıtlarla doğaya zarar verirken, iklim değişikliğini de körüklüyor.

Sadece bu değil, biyolojik çeşitliliğe de zarar veriyor. Geçtiğimiz yüzyılda endüstriyel tarım ürünlerin genetik çeşitliliğini yüzde 75, tür çeşitliliğini de 1/3 oranında azalttığı belirtiliyor. Aynı verilere göre, endüstriyel tarım sadece 137 bitki ve 5 hayvan türünü yetiştirebiliyor.

1 / 10
Peki yerelde organik tarım mümkün mü? Diyarbakır’da bir araya gelen ekoloji aktivistleri, 3 dönümlük bir tarlada yaptıkları denemelerle bunun mümkün olabileceğini ve destek verilmesi durumunda bunun yaygınlaştırılabileceğini ortaya koydu. Yerel tohum ile doğal tarım mücadelesinin hikayesi 5 yıl önceye dayanıyor. 3 dönümlük tarlada başlayan hikayede, kimyasal ilaçlar, teknolojik araçlar yok, her şey insan emeğine ve dayanışmaya dayalı.
2 / 10
3 dönümlük tarlada yıllardır bu mücadeleyi veren ekoloji aktivistlerinden Zeki Kanay, 5 yıl önce başlayan serüveni şöyle anlatıyor: “5 yıl önce yaşlı bir annemiz bir çorap içinde eski bir buğday tohumu verdi. O da bir 10 yıl önce birkaç başak almış saklamış, sonra bir şekilde bize geldi. Biz onu 4 yıldır çoğaltıyoruz. 5 çeşit buğday çıktı. Bazıları mantar hastalığına yakalanıyor ama bazıları daha da iyi gelişiyor. Başakları iri oluyor. Biz de onları tanımaya, elde edip çoğaltmaya çalıştık. Tohumla uğraşmak zor bir süreç. Bostan, domates, biber, patlıcan bu tohumların saklanması daha kolay, daha dar alanda saklayabiliyorsunuz ama tahılların biraz daha zor.”
3 / 10
Yerel tohumu kullanma oranının çok düşük olduğunu belirten Kanay “Şirketler iktidarları manipüle ederek tohum yasaları çıkarıp yerel tohumları yasakladılar. Ekimini ya da başkasına satışını yasakladılar. Gittikçe bu cendere kısıldı kısıldı ve yerel tohumların cazibesi kayboldu. Çiftçiye destek veriyor ama ‘sertifikalı tohum’ kullanacaksın diyor. Oysa tam tersi, ‘eski tohum, doğal tohum senin coğrafyanda binyıllarca yetiştirdiğin tohumu üretirsen ben sana destek veririm’ demesi lazımken hibrit tohumunu kullanmanın önünü açıyor, ona destek veriyor. Diyarbakır kapuzla anılır ama şu anda şirketlerin tohumunun fiyatı kilosu 5 milyar ve her yıl artıyor ama verimi iyi, niye iyi, ilaçla, gübreyle iyi verim alınıyor ama hastalıklara hassas, bu sefer de ilaç kullanıyor. Artık yerel eski tohumu kaybettiği için, tekniğini de kaybettiği için hemen çok çabuk para kazanacağım diye çok ürün veren tohum kullanıyor” dedi.
4 / 10
Çiftçilerin her bakımdan şirketlere bağımlı hale geldiğini ifade eden Kanay, şunları söyledi: “Her açıdan ilaç, tohum, gübre açısından çiftçiler şu an bağımlı hale geldi. Bu kriz döneminde mazot, gübre, tohum fiyatları arttığı için çiftçiler artık ekip ekmemekte kararsız kaldılar. Çünkü maliyetler yüksek, gelen ürün az. Her yanıyla şirketlere bağımlı hale geldiler, borç altına girdiler. İklim krizi de var. Bu iklim krizi 10 yılda bir ya da aşırı yağmurlarla kendini gösteriyor. Bu çiftçileri böyle vurursa çiftçiler borç altına girer, üretim yapamaz. Kimse kendi tohumunu almıyor, şirketlerden alıyor. Tohumu alınca ona uygun gübre almak zorunda, ona uygun böcek öldürücü ya da ot öldürücü ilaçlar da alması gerekiyor. Bu tarım ve hayvancılık politikası sürdürülebilir değil. Alternatif var ama bunun önünde kurumsal engeller var. Sadece küçük çabalar var. Sürdürebilir değil çünkü toprağı da öldürdüler. Toprak da kimyasal gübreye, ilaca alıştı. Kolay kolay eski tekniğe de dönemiyorlar. Şu an yokuş aşağı düşüyor, fren ne zaman patlar belli değil.”
5 / 10
Yerel tohumların kullanılmasını yaygınlaştırmak istediklerini ifade eden Kanay, şunları kaydetti: “Hiçbir şey yoktu burada. Arkadaşların tohum deneyimi vardı. 4 yıl önce burada da denedik, yerel tohumları ektik neredeyse 200 bin tane domates, biber, patlıcan fidesi ürettik ve halka ücretsiz dağıttık. Bir şey yaparken de insanları da buna çekmek, eski tohumları kullanmak ve yaygınlaştırmaktır. Küçük küçük yapılar oluşturduk, sera oluşturduk, kümes yaptık. İlk sefer bu sene bir yaşam alanı oluşabildi. Artık küçük üretimler yapabiliyoruz, sarımsak, nohut buğday bostan. Artık topraktan kopmayız. Görenler de etkileniyor. İnsanlar toprağa dönmek istiyor. Böyle görünce de olabileceğine inanıyorlar. 6 çeşit yerel domates tohumu ektik. Tekrar ektik. Her tohum her toprağa olmuyor, ona uygun ekmek gerekiyor. Hepsini gözlemliyoruz. Hemen hemen bizde olan her tohumu deniyoruz. Şu an en az 30 çeşit tohum ekmişiz. Deneyimliyoruz hangisi toprağa uyuyor, hangisi daha iyi, onlardan tohum alıp saklıyoruz ve insanlara dağıtıyoruz. Her yıl tohum talepleri çok oluyor bizden gelip alıyorlar.”
6 / 10
Güneş panelleri ile kendi elektriklerini ürettiklerini belirten Kanay “Daha önce sondaj suyu vardı. Önce komşuların elektriğinden faydalanıyorduk. Bir yıldır kendi güneş panellerimizi yerleştirdik ve tüm enerjimizi onunla karşılıyoruz. Kuyu suyunu onunla çekiyoruz diğer ihtiyaçlarımızı onunla karşılıyoruz. Çünkü elektrik pahalı ve gidiyor. Bağımsız olmak için böyle alternatif yola girmek lazım. Biz şuan küçük aile çiftçiliği modelinde yapıyoruz. Monokültür yapmak istemiyoruz, bu terstir, sürdürülebilir değil. Biz burada 2 kişi yoğun geliyoruz bazen 20 kişi oluyor. Çocuklar geliyor, eş dost, ekoloji aktivistleri geliyor destek oluyorlar, yardım ediyorlar. İyi bir gidişimiz var. Herkes üretin alalım diyor. Çünkü aldıkları meyvenin, sebzenin nasıl olduğunu, hangi tohumdan olduğunu bilmiyor, o yüzden alternatif yer arıyorlar. Biz de bu konuda buna cevap olmaya çalışıyoruz” şeklinde konuştu.
7 / 10
Ekoloji aktivistlerinden Bişar İçli de büyük şirketlerin baskısı ile endüstriyel tohumun yaygın bir şekilde kullanıldığına dikkat çekerek “Ana tohumdan endüstriyel tohumlara geçiş boyutu, uluslararası şirketlerin ülkelere baskısı sonucu bu işi çok ciddi bir şekilde yaygınlaştırdılar. Bu büyük şirketler artık dünyayı ele geçirdi. Bu şirketler aynı zamanda ilaç firmasıdır. Düşünün hem tohumunu üretiyor hem de ilacını üretiyor. Tohumu üretirken çiftçiye diyor ki aynı zamanda bu ilacı da kullanmak zorundasın. Biz de ana tohumun, yerel tohumun mücadelesini veriyoruz. Yani ana tohum kullanıyoruz. 5 yıldır bunun mücadelesini veriyoruz. 5 yılın 4. yılını pratik alana geçiş sağlandı. Bu pratik saha alanımız 3 dönümlük bir yer ama bizim için yeterlidir. Burada rahatlıkla yüzbinlerce fide yetiştirebiliyoruz, tohum alışverişi yapabiliyoruz. Bu tohum alışverişini de takas usulüyle yapıyoruz. Amacımız şudur, binlercesini dağıtalım ama binlercesinin yüzde 5’i bile gelmesi bizim için inanılmaz bir ağdır” diyor.
8 / 10
Dünya genelinde ciddi bir gıda krizi olduğuna dikkat çeken İçli, “Bunun temel nedeni de bu şirketlerdir. Ülkelerle yapılan anlaşmalardır. Burada tohum ve gıdanın tamamıyla özgürleşmesi gerekir. Özgürleşmesi demek, yerel tohumun satışları yasak ama hibrit tohumların satışı vardır. Hibrit tohum ürün fazla verebilir, ilaçlarla ayakta kalabilir ama insan sağlığını çok ciddi anlamda etkiliyor bu ilaçlar. Aynı zamanda hibrit tohumların tohumunu alması konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşanıyor, alınmıyor. Gittikçe kendi ana tohumlarımız yok oluyor. Biz de farkındalık yaratmak için kendi yerel tohumlarımızı yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Toprakla barışık yaşayabilmeniz gerekir ki ahlaklı bir tarım yapabilinsin. Ahlaklı tarım toprağa hükmetmeden, toprakla barışık bir şekilde olmakla olur. Her şeyin bir alternatifi vardır ama bu illa ki ilaç değildir. Eskiden analarımızdan, babalarımızdan, dedelerimizden gördüğümüz ilaç sistemlerimiz var. Kendi ürettiğimiz doğal ilaçlarımız var. Bunlarla da ayakta tutabiliriz. Laboratuvar ortamlarında insan sağlığını düşünmeden her şeyi yapıyorsunuz, peki bunun sonu ne olacak? Kanserleşen bir toplum, kanserleşen bir toprak doğal olarak bunun dönüşümü çok ağır olacak” şeklinde konuştu.
9 / 10
“Şu an toprak belki de ölmüştür” diyen İçli şöyle devam ediyor: “Şuan toprağı her yıl kullandıkları kimyasal ilaçlarla ayakta tutmaya çalışıyorlar. Toprağa hükmetmek öyle bir şeydir ki hükmederek elde etmeye çalışıyor. Bu ölü bir bedeni cihaza bağlayıp ayakta tutmaya çalışmaktır. Düşünün bir ürüne 4-5 ilaç kullanma gereksinimi duyuyorsun, bu ciddi bir sorundur. Bize göre kanserleşmiş bir topraktır. Bunu aç gözlülükten kurtularak yapabiliriz. Şirketlerin tarım politikasına karşı mücadele ederek yapabiliriz. Bu bizim uzmanlık alanımızdır değil, bu bizim yaşam alanımızdır. Nasıl ki bugün korona dünyayı sarmışsa bunun temel nedeni budur. Siz doğaya hükmediyorsunuz, daha fazlasını almaya çalışıyorsunuz. İşte sonu budur. Siz barışık yaşadıkça olamayacak bir şey yok.”
10 / 10
Aktivistlerden Çilem Aydın da eski bir geleneğe dikkat çekerek şunları söylüyor: “Kent yaşamının içinde, betonlaşmanın içinde yaşadığımız için bu tarlanın içinde olmak, tohumla buluşmak bizim için çok kıymetlidir. Son zamanlarda tohumun önemi anlaşıldı ve herkes tohuma yoğunlaşmaya başladı. Ana tohumu diyoruz, çünkü eskiden gelen bir önemi var. Eskiden anneler kızlarını evlendirirken çeyizlerine çoraplar içinde tohum bırakırlarmış. Oradaki amaç kadın evlendiğinde o tohumla kocasına muhtaç olmadan yaşamını sürdürebilsin. Tohumun ne kadar önemli olduğu buradan anlaşabiliyor. Çünkü tohumu olan kadın kendi başının çaresine bakan, özgüveni olan ayakları üzerinde duran diye düşünülürmüş eskiden. Bugün aynı anlamı taşıyor ama kentleşmeyle beraber betonlaşmayla beraber doğadan kopup köylerden kopup şehirlerde yaşadığımız için bunun önemi kalmamış. Ama son dönemlerde hastalıkların çoğalmasından kaynaklı insanlar artık köylerin kıymetini daha iyi anladı ve köylere dönmeye başladı. Toprakla uğraşınca ne kadar kıymetli olduğunu, bize ne kadar iyi geldiğini, stresten ne kadar çabuk kurtulabildiğimizi anladık ve anladıkça daha çok toprağa sarıldık.”
Yorum yaz