Koronavirüslü dünyanın ilk sarsıntısı hegemonya sıkıntıları yaşayan Amerika Birleşik Devletleri'nden geldi. Amerika'nın Minnesota eyaletinin Minneapolis kentinde geçen hafta dolandırıcılık şüphesiyle gözaltına alınırken polisin uzun süre ensesine diziyle basması sonucu 'Nefes alamıyorum' sözleri eşliğinde boğularak öldürülen 46 yaşındaki George Floyd, 100 binden fazla insanın koronavirüse kurban gittiği ABD'de tepkileri tetikledi. Irkçılığa ve siyahlar başta olmak üzere azınlıklara yönelik adaletsizliği de aşacak şekilde beyazların da iştirak ettiği protesto gösterileri dinmiyor. Pek çok Amerikan kentinde ilan edilmek zorunda kalınan sokağa çıkma yasakları tepkileri dindirmiş görünmezken, başkent Washington'ı sallayan gösteriler iddialara göre Trump'ın Beyaz Saray sığınağına indirilmesine varacak bir tedirginlik yarattı. Trump tepkisinin dozunu artırarak orduyu devreye sokmuş durumda.
Kasım ayında başkanlık seçimlerine koşan ve koronavirüs etkisiyle 40 milyona varan işsizlik başvurusu yapılan ABD'de başlayan ırkçılık, ayrımcılık ve ekonomik eşitsizlik tartışmalarını, uzun yıllar Ortabatı'da yaşamış gazeteci Nalan Yazgan ile konuştuk:
‘ABD’de bölgesel farklılıklardan kaynaklanan kültürel çeşitlilik fazla ama...’
Nalan Yazgan, Amerikan coğrafyasının genişliğine paralel olarak bölgesel farklılık ve kültür çeşitliliğine dikkat çekerken, özellikle George Floyd'un beyaz bir polis tarafından öldürülmesiyle fitili ateşlenen olayların çıktığı Minnesota'nın da bulunduğu Orta Batı'nın muhafazakar yapısına atıfta bulundu. Yazgan, ABD'de 'sokaktaki insan' denildiğinde Orta Batı'nın anlaşıldığını, oysa Türkiye'den Amerika'ya bakıldığında New York ve Washington gibi büyük şehirlerin görüldüğünü anımsatarak şu bilgileri verdi:
"Ben 12 yıl ABD’de yaşadım. Orada lise ve üniversiteye gittim ve mühendis olarak yıllarca çalıştım. Orta Batı’da bulundum. Birçok eyalette yaşadım. Başkentte de yaşadım. Hepsi çok farklı ve değişik bir ülke gibi. Avrupa’da olsanız coğrafi olarak güneyden orta batıya gittiğinizde ülke değiştirmiş olursunuz. ABD çok büyük yüzölçümüne sahip ve bölgesel farklılıklarından kaynaklanan kültürel çeşitliliği fazla.’ ’Minnesota’da liseye gittiğimde tek yabancı bendim. ABD’nin orta batısının çok homojen bir yapısı var. ABD’den düşündüğünüzde, ‘sokaktaki insan dendiği zaman’ orta batıda yaşayan ortalama bir insan kastedilir. Türkiye’den ABD’ye baktığımızda ise New York ya da Washington gibi büyük şehirlerde yaşayan bir insan aklımıza gelir. Filmlerden öyle görüyoruz çünkü. Orta batı ise çok farklıdır, orada hayat biraz daha yavaştır. Hayat daha aile odaklı ve bireyseldir. Daha dindardırlar. Komşuluk vardır. Daha muhafazakardırlar. Genelde çiftçidirler ve üretimde çalışırlar. Hayat şartları pahalı değildir. Dış politikayla hatta eyaletlerinin dışındaki pek bir şeyle ilgilenmezler. Kendi yerel televizyonlarını izlerler. Daha kendi halinde yaşayan insanlardan oluşurlar. Bunun hep böyle olmasını isterler.’’
‘Olayların başladığı yer bir çeşit sınır gibi, bir tarafta zenginler diğer tarafta yoksul azınlıklar'
Minneapolis’te olayların başladığı caddenin bir çeşit sınır gibi olduğunu anlatan Yazgan, bölgedeki gelir eşitsizliğine dikkat çekti. Genel anlamda Midwest'te, özel olarak Minnesota'da nüfusun çoğunluğunun İskandinav ve Alman kökenli olduğunu belirten Yazgan, zaman içerisinde siyahlar, Sudan ile Etiyopya'nın yanı sıra Doğu Asya'dan gelen azınlıkların katıldığını ancak büyük çoğunluğunun zenginlerin geniş bahçeli evlerine karşı yüksek katlı binalarda kendi toplulukları içerisinde ikamet ettiklerini aktardı. ABD'de azınlıkların kendilerini güvende hissetmedikleri için kalabalık şehirleri tercih ettiklerini de belirten Yazgan, küçük yerleşimlerde çeşitliliğin daha azalmasına dikkat çekti:
’’Minnesota’da bazı yerlerin ismi ‘Norwegia’dır. Norveç asıllı insan çoktur. Alman ve İrlanda kökenliler de çoktur. İrlandalılar sadece St. Paul’de, yani Minnesota eyaletinin başkentinde yaşıyorlar.St. Paul, Minneapolis’in hemen yanında. Aslında bütün yollar birbiriyle bağlantılı ve tek büyük bir şehir gibi ama aradan bir ırmak geçiyor. Mississippi, burayı ikiye ayırmış. Minneapolis, eyaletin en büyük şehri ve genelde beyaz insanlar yaşıyor. Daha sonra buraya 1990’lı yıllarda gelenler var. Doğu Asya’dan Avrupa’dan gelenler var ama çok fazla değil. Fargo’da yaşadığım sırada oranın nüfusu 150 bin iken 3 siyah insan vardı. Bunların 2’si de üniversitede öğrenciydi. Pek siyah nüfus yoktu ama az önce bahsettiğim gibi 90’lı yıllarda gelen Somalili ve Etiyopyalı göçmenler oldu. Ama onlar büyük şehirlerde yaşıyorlar. Minnesota’daki diğer yerlere yayılmıyorlar. Yaşadıkları yerde de bölgeleri belli ve pek entegre olmamışlar. Örneğin Minneapolis’te olayların başladığı yer çok uzun bir caddedir. Bir çeşit sınırdır. Oraya 5 dakika uzaklıkta çok zengin insanlar yaşar ama diğer tarafında yüksek katlı binalar var. ABD’de yüksek katlı binalarda oturan insanlar fakirdir. Zengin insan evinde bahçede oturur. Orada, yüksek binaların olduğu, düşük gelirli azınlıkların, göçmenlerin, siyahların, yaşadığı bölgeye çok yakın bölgede oldu bu olay. Genelde dediğim gibi kendilerini güvende hissetmedikleri için orta batıdaki azınlıklar büyük şehirlerde yaşamayı tercih ediyorlar. Küçük yerleşim yerlerinde fazla çeşitlilik görmek pek mümkün değil.’’
‘Polis şiddeti Obama döneminde de vardı, Trump döneminde beyaz üstünlüğü yanlılarının hoşgörülmesiyle keskinleşti'
Yazgan, ABD'de ırkçılığın yeni bir şey olmadığını anımsattı. Barack Obama'dan 'ilk siyah başkan' diye lanse edilmesine karşılık kökenleri itibarıyla bazı siyahlar tarafından 'kendilerinden görülmediğini' söyleyen Yazgan, polis şiddetinin Obama döneminde de hız kesmediğini anımsattı. Ancak Trump'ın iktidara gelişiyle şiddete başvuranlar ve ırkçılığa meyilli kesimlerin cesaretinin arttığını belirten Yazgan, Trump'ın daha önceki olaylarda silahlarla sokaklara akan beyaz üstünlüğünü savunanlara sergilediği hoşgörüye atıf yaptı. Yazgan'a göre Amerika'da 'solda' addedilen Demokratlar da bu olaylar karşısında yetersiz kalırken, son isyan dalgasındaki bıçağın kemiğe dayanması durumunun arkasında da bu gelişmeler yatıyor:
"Irkçılık ve ayrımcılık hissiyat orada, o değişmiyor ama bunun dışavurumu değişiyor. Obama başkan oldu. ‘İlk siyah başkan’ diye lanse edildi ama orada şöyle bir ayrım var. Obama’nın babası Kenya’dan gelen bir siyah. Yani ABD’de kölelik döneminden geçmiş bir siyah değil. O yüzden bazı siyahlar Obama’yı kendilerinden görmediler. Beyazlar da tolere ettiler. O siyah bir başkandı ama tam olarak Afro-Amerikalı bir başkan diyemeyiz o bağlamda. Ama o Obama başkanken polis şiddeti devam ediyordu. Kanıksanmış bir şeydi. ’Trump geldiğinden beri devletin saldırgan tutumu daha fazlalaştı. Trump’ın gerek söylemleri, halkı kışkırtması bunu tetikledi. Kendilerine güvenlerini getirdi. Halihazırda olan hissiyatın dışavurumu daha da fazla olmaya başladı. Mesela koronavirüs salgını ertesinde karantina önlemleri alınınca ‘ABD’yi özgür bırakın’ diye bazı insanlar belediyeleri silahla bastı. Ancak bu silahlı insanlara Trump, ‘onlar iyi insanlar’ dedi. Ama silahsız, barışcıl protestoculara ‘eğer siz durdurmazsanız sizi vuracağız’ dedi. Yani böyle bir tehdide başvurdu. Bu söylemler, bu ırkçılık yapanların cesaretini arttırıyor. ‘Yaptığım yanımda kalacak’ diye düşünüyorlar. Bu polis memuru daha önce defalarca ceza almış. Hatta o dönem savcı olan Demokrat senatör Amy Klobuchar döneminde olmuş bu olaylar ama Demokrat olmasına rağmen bir şey yapmamış. Onlara bu cesareti vermemek mesele. İnsanlar ırkçılığa maruz kaldıkları halde sineye çekiyorlar ama artık bıçak kemiğe dayandı.’’
‘Demokratlar da Cumhuriyetçiler de beyazların partisi’
Yazgan'a göre ABD'de Cumhuriyetçiler de Demokratlar da genel anlamıyla aslında 'beyazların partileri'. Amerikan siyasetinde 1800'lerden itibaren iki partinin üzerinde yükseldiği zemin eşliğindeki dönüşümlere dikkat çekerken, Demokratların aksine Cumhuriyetçilerin köleliğin kaldırılmasındaki rollerine karşılık, gelinen noktada 'solda' görünen Demokratların sosyal demokrat ve liberal karakterine atıf yaptı:
’’Aslında Demokrat Parti’nin olması gereken yer bu olayların soruşturulması yönünde olmalıydı. Ama o noktada değil. Tarihe baktığımızda da Demokratlar da Cumhuriyetçiler de beyazların partisi. Ne kadar söylemlerinde öne çıkartmaya çalışsalar da pratikte beyazların yönetiminde olan ve önceliği beyazlar olan iki parti. Bu partilerin kuruluş aşamasına gidersek Cumhuriyetçi Parti’nin 1800’lerin ikinci yarısında kuzeydeki kölelik karşıtı eylemciler ve o zamanın modernleri tarafından kuruldu. Yani tamamen kölelik karşıtı olarak kuruldu. 1860 Abraham Lincoln’ün seçilmesiyle öne çıktı ve en büyük özelliği de kölelik karşıtı olmasıydı. O sıralarda Demokratlar, güneyde köleliğin, sömürünün olduğu yerlerde güçlüydüler. Şimdi ise genel olarak Cumhuriyetçiler muhafazakarlara hitap ederken, Demokratlar politik anlamda liberallerin oyunu alıyor. ABD solu, Türkiye’deki soldan çok farklı. Demokratların politikaları için liberal tanımlaması daha uygun olur. Bireysel eşitlik, çevre konularında hassasiyet, sosyal güvenlik konuları, çok kültürlülük, LGBTQ hakları... Bunların hepsi Demokratların sahiplendiği değerler. Diğer yandan bu konular Cumhuriyetçilerin oralı olmadığı değerler. Yani protestolar, partilerden çok ırkçılık, renge, azınlıklara ve adaletin olmamasına, hukukun işlememesine yönelik bir tepki. Kanunlar tarafından korunması gereken kişiler, polis tarafından öldürüyor. Öldüren polis, uzun zaman tutuklanmadı.’’
‘ABD’deki siyahlar kendi ülkelerinde korku içinde yaşıyorlar, bütün beyazlar ırkçı değil’
ABD'de yıllardır yüzlerce silahsız siyahın kanunu korumakla görevli emniyet güçleri tarafından haksız yere öldürüldüğünü kaydeden Yazgan, cezasızlığın siyahların kendi ülkelerinde korku içinde yaşamalarına neden olduğu görüşünde. Buna karşın Yazgan, yaşananların bütün beyazların ırkçı oldukları anlamına gelmediğinin altını çizerken, son olaylarda kimi yerlerdeki polis güçlerinin halkla dayanışmasına da dikkat çekti:
''Yıllardır, yüzlerce siyah insan öldürüldü. Haksız yere, silahsız oldukları halde öldürüldü. Hem de kanun tarafından onları korumakla görevlendirilmiş polisler tarafından öldürüldüler. Bu insanlar şimdi nasıl polise güvenecek? Bunları yaptıktan sonra ceza almadıkları için adalete de güven kalmadı. Zaten yoktu uzun zamandır. Siyah arkadaşlarım var, özellikle çocukları içim çok endişeleniyorlar. Kendi ülkelerinde korku içinde yaşıyorlar. Bütün beyazlar ırkçı ya da bütün polisler ırkçı diyemeyiz. Fargo’da bazı polisler coplarını atmışlar ve protestocuların pankartlarını tutmuşlar. Birlikte yürümüşler. Bunlar da var ve bu olması gereken bir şey. Bu normal, ama aradaki bu tür olaylar, bütün polislerin adını da kötüye çıkartıyor. Bunun için de bir şey yapılmıyor. İsyan da buna karşı zaten.’’
‘Amerikan rüyası beyaz olarak gerçekleştirilebilecek bir şey’
"ABD rüyası bir beyaz olarak gerçekleştirilebilecek bir şey, gerçek ama herkes için değil. Bazılarına" diyen Yazgan, koronavirüs krizi vesilesiyle salgının vurduğu asıl kesimlere atıf yaptı. Yazgan, ABD'yi vuran salgının düşük gelirlilerde, siyahlarda ve Hispaniklerde daha yoğun ölüm-vaka ortaya koyduğunu anımsattı:
’’ABD rüyası bir beyaz olarak gerçekleştirilebilecek bir şey, gerçek ama herkes için değil. Bazılarına. Son dönemlerde de gördük. Korona salgını sırasında virüse yakalanma oranı azınlıklarda, Hispaniklerde ve diğer gruplarda daha fazla. Hem ölüm oranı da bu gruplarda çok daha fazlaydı. İlaca erişimi yok, bağışıklık sistemi iyi değil. Çalışmak zorunda. Zaten bu da çok büyük tepki aldı insanlardan. ‘Neden hep siyahlar ölüyor’ diye. Çok büyük oranlar var. Örneğin posta koduna göre analiz yapmışlar, siyah ve Latin Amerikalıların bulunduğu düşük gelirlilerin bulunduğu yerlerde ölüm oranı çok yüksek. Ancak yanı başlarındaki zenginler çok daha az etkilenmiş. Bu çok büyük tepki çekti.’’
‘Trump’ın tek derdi seçimler, Antifa'dan işine yarayacak 'mağdur' yahut 'güçlü başkan' pozisyon yaratabilecek mi göreceğiz’
Nalan Yazgan, Trump’ın olaylar nedeniyle hedef tahtasına oturttuğu Antifa’nın zaten organize bir yapısının bulunmadığını anımsatırken, ABD'li liderin tek derdinin yeniden seçilmek için durumdan istifade edecek bir pozisyon yaratmak olduğu görüşünü aktardı:
’’Antifa, organize olmuş, hiyerarşisi olan bir örgüt değil. Aşırı sağcılara tepki olarak, ırkçılığa tepki olarak kurulmuş lidersiz bir hareket. Bunu öne çıkaran özelliği ise şiddete başvurma konusunda çekincesi olmaması. ‘Nazilere, ırkçılara karşı şiddet kullanılabilir’ diyorlar. Anti-faşistin kısaltılmışı. Sol politikaları desteklemek yerine aşırı sağcı ideoloji ile mücadele etmeyi hedefliyorlar. Yağmalar, yangınlar bütün ülkede devam etti. Ama en son hafta sonu Beyaz Saray’ın önündeki gizli servis çalışanları ve arabalarına saldırı oldu. 11 tane gizli servis çalışanı yaralandı. 6 tane gizli servis aracı kullanılamayacak hale geldi. Parçaladılar. Böyle olunca, bu tehlike biraz da ‘eve’ Beyaz Saray’a yaklaşınca Trump Antifa’yı terör örgütü ilan edeceğini söyledi. Trump da milliyetçi, göçmen karşıtı, Müslüman karşıtı, aşırı sağcı bir başkan olarak bilindiği için Antifa’nın hedefinde. Bunu işine yarayacak bir pozisyona getirebilecek mi bunu göreceğiz. Çünkü onun tek derdi Kasım seçimleri. Bir şekilde ya kendi haklı olarak çıkarıp ya ‘mağdur’ duruma düşecek ya da ‘güçlü başkan’ (şu anda yapmaya çalıştığı gibi) gibi görünerek bunların üstesinden gelerek mi seçime girecek göreceğiz. Bu pozisyon her an değişebilir.’’