Oyuncu Ahmet Kural, tüm dünya ile birlikte Türkiye'yi de etkisi altına alan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının etkileriyle ilgili olarak Sabah'tan Tuba Kalçık'ın sorularını yanıtladı.
Kural, "Evde vaktiniz nasıl geçiyor?" sorusuna "Vaktimizin çoğunu Fikret alıyor. O bizim peşimizden koşturacağına sürekli biz onun peşindeyiz. Bu dönemde sokak hayvanlarını da unutmayalım. Mümkünse kapımızın önüne mama, su koyalım. Herkes gibi haberleri izliyoruz, biraz sosyal medya, biraz kitap, biraz film derken vakit geçiyor. Bir de artık her şartta spor yapılabileceğini biliyoruz" yanıtını verdi.
Sohbetin devamında Kalçık'ın yönelttiği sorular ve Kural'ın bunlara verdiği yanıtlar şöyle:
- Bu süreçte sağlık çalışanları en ön cephede mücadele ediyor. Onlar için ne söyleyeceksiniz?
Onlar için ne yapsak az... Kendi canlarını hiçe sayarak, bu salgın illetinden bütün toplumu koruyup, hepimiz için inanılmaz mücadeleler veriyorlar. Bizler evimizde huzur içinde oturup, sevdiklerimizle güvenli bir ortamda yaşarken, onlar gece-gündüz insanlık için tarih yazıyorlar. Sosyal medyadan ve basından hikayelerini izlerken gözlerim doluyor. Biz sevdiklerimize sağlıklı bir şekilde sarılalım diye çocuklarına, eşlerine ve sevdiklerine sarılamıyorlar. Onlara hasret bir şekilde kendilerini işlerine adamış durumdalar. Doktorundan hemşiresine, hasta bakıcısından güvenliğine kadar bir sağlık ordusu gibi bu virüsle savaşıyorlar. Onlara dua etmekten ve hayatlarını kolaylaştırmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Ama her seferinde minnettarlığımızı göstermeli ve onların bu emeğini el üstünde tutmalı, gereken değeri vermeliyiz. Hatta geçen gün şunu düşündüm; bu salgın bittiğinde bizden sonraki kuşakların da onların verdiği bu mücadeleyi bilmelerini ve hatırlamalarını sağlayalım. Birçok sağlık çalışanı bu mücadelede hayatını kaybetti. Onlara saygımızı ve minnettarlığımızı göstermek için büyük kentlerimizin en büyük meydanlarına kaybettiklerimizin isimlerini tek tek altına yazdığımız Mücadele Eden Sağlık Çalışanı anıtı yapıp koyalım. Allah onlardan razı olsun, hayatını kaybedenlere de Allah rahmet eylesin. İyi ki varlar...
- Salgın Amerika ve Avrupa'daki sağlık sistemindeki aksaklıkları da daha yakından görmemizi sağladı. Ülkemizin sağlık alanındaki çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?
Aslına bakarsanız dünya bu tip bir salgına hazırlıksız yakalandı. Ülkeler, olabildiğince hızlı tedbirler almaya çalıştı. Duyduğum kadarıyla, özellikle sağlık hizmetinin özel ve ücretli verildiği ülkelerde insanlar için sağlık hizmetine erişmek her anlamda zorlaşmış. Yoğun bakım üniteleri ve solunum cihazları darboğaza girmiş. Bu salgının hızlı yayılmasının bir etkisi olarak eğer sosyal izolasyonu sağlayamazsanız, hastanelerin yükü bir anda artıyor. Gelişmiş Avrupa ülkeleri bile sağlık sisteminin çökme riski ile karşı karşıya kaldı. Virüs, gelişmişlik dinlemiyor. Virüsün yayılım hızı bütün sağlık sistemlerini etkiliyor. Burada bizim ülkemizin avantajı, sağlık hizmetinin ücretsiz olması... Alınan tedbirlerin de sağlık sisteminde bir yük oluşturmamış olmasının olumlu etkisini görüyoruz. Tabii bu konuyu da bilim insanlarının değerlendirmesi daha doğru olur yine de. Ama millet olarak, bizde dayanışma daha fazla... Son günlerde gördük, şirketlerimiz ortak bir şekilde solunum cihazı ürettiler. Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca'nın, gerek Bilim Kurulu ile yürüttüğü çalışmalar, gerekse bilgilendirme aşamalarında süreci çok iyi yönettiğini düşünüyorum. Ayrıca bizim doktorlarımız, hocalarımız ve sağlık çalışanlarımız daha yürekten ve sistemli mücadele ediyorlar.
- Bu süreç size neler öğretti?
İnsanın sağlığı olmadığı zaman, her şeyin boş olduğunu gördük. Ne kadar boş şeyler için kaygılandığımızı, asıl kaygının yaşam mücadelesi vermek olduğunu öğrendik. Sevdiklerimizin sıcaklığının gerçek yaşama sebebi olması gerektiğini anladık. Doğaya ve insana saygının, sevginin güzel bir dünyayı şekillendireceği gerçeği ile yüz yüze kaldık. Evde de olunca pratik hayatla ilgili de çok şey öğrendim... Mutfakta olmak eğlenceli ve öğretici, yeni yemekler yapabiliyorum. Temizlik malzemeleriyle de aram iyi, onlarla da gün içerisinde vakit geçiriyoruz.
- Günlük hayatınız içinde yapmayı en çok özlediğiniz şey nedir?
Ben her fırsat bulduğumda ailemle, dostlarımla sohbet etmeye, saatlerce bir masa etrafında yemek yemeye çalışırım. Onlarla vakit geçirmeyi çok özledim. Görüntülü olarak her gün konuşuyoruz ama anneme ve babama sarılmayı özledim. İstanbul'da sahilkenarında yürümeyi, koşmayı ve insanların arasına karışmayı özledim.
- Kendimizi ve hayatı sorguladığımız bir süreç de yaşıyoruz bu dönem, öyle değil mi?
Evet. Her ne kadar kaygılarımız yüksek olsa da insanın 'kendi ile tanıştığı' ve 'kendiyle baş başa kaldığı' zamanları yaşıyoruz. Kendi içinde bir yolculuğa çıkıyorsun. Kendine sormadığın soruları soruyorsun. Daha yararlı bir insan olmanın yolu ne olabilir? Gerçekten neyi daha iyi yapmalıyım? Yaptığımız işin topluma daha fazla faydası ne olabilir? Özellikle bu dönemde insanların gülmeye, tebessüm etmeye daha çok ihtiyacı var. Hayatın özüne odaklandığım oluyor tabii ki... Bir temponun içindeyken düşünemediğin konularla, ilgilenemediğin şeylerle ilgilenmeye başlıyorsun.
- Bu olağanüstü dönem sonrası sizce dünyada nasıl bir değişim olacak?
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bir yerden bir yere giderken, toplumun içine karışırken, yerken, içerken, gezerken, bir otelde kalırken, sosyalleşirken, sinemaya, sete, çalışmaya giderken daha katı kuralların olacağı bir dünya bekliyor bizi. Bizi biz yapan dayanışma kültürü kabuk değiştirerek hayatımıza yeniden girecek. Bizden sonraki kuşağın 'paylaşımcı ekonomi' diye adlandırdığı, bizlerin ise 'imece' dediğimiz kavram, dünyaya daha fazla hâkim olmaya başlayacak. Dijital ortamlar, hayatımızın merkezine oturacak. Adapte olanın hayatta kalacağı bir döneme gireceğiz. Limitler, ön yargılar ve bakış açılarında kalıcı değişimler olabilir. İnsanlara, insanı hikayelerle anlatma çabası hiç bitmeyecek. Filmler, diziler ve diğer sanat faaliyetleri belki daha fazla hayatımızda olacak. Ama yapılış biçimi, sunuluş şekli değişecek.