Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizinin ortasında dünyada uluslararası ilişkiler sistemideki dengeler ve hegemonya mücadelesinin gidişatı da konuşuluyor. Pandemi ile mücadelesinde başarı elde etmiş görünen Çin, uluslararası yardımlarda başı çeker görünürken, pandeminin merkez üssü haline gelmekte olan ABD kendi sistemik zorunlarıyla boğuşuyor. AB içerisinde ülkeler arası dayanışma tartışmaları eksik olmazken, İtalya'yı yalnız bırakmaktan ötürü 'özür yazısı' kaleme alan Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen 'yeni Marshall Planı' önerisi bile ortaya atmış durumda.
‘Dolar kullanmaya devam edildiği sürece hegemonya değişmez’
Prof. İlhan Uzgel’e göre dolar merkezli küresel sistem devam ettiği sürece hegemonik liderlik değişmez. Devletlerin 'korona jeopolitiği' üzerinden çekişmeler yaşadıklarını belirten Uzgel, ABD açısından müthiş bir beceriksizlik ve imaj kaybının bulunduğunu kaydederken, ancak bunların sistemik değişim için yeterli olmadığını vurguladı:
“Koronavirüs salgını virütik bir olay. Gen bilimciler, biyologlar, doktorlar, halk sağlığı uzmanları ama aynı zamanda siyasal bir olay. Hayatın her alanını bu kadar etkilerse, varlığımızı, evden çıkıp çıkmayacağımızı etkileyen bir olay. Siyasal bir olay olunca da küresel siyasetin de bir konusu oluyor. Devlet toplum ilişkilerini de etkiliyor. Devlet ile küçük esnafın ilişkisi ile ekonomiyi de etkiliyor. Devletler burada bir korona jeopolitiği üzerinden ufak çaplı bir çekişme de yaşamaya devam ediyor. Bir hegemonik değişim yaratır mı sorusunun cevabını şöyle verebiliriz. Amerika açısından müthiş bir imaj kaybı var. Feci bir beceriksizlik söz konusu. Ama sistemik değişim için yeterli olmuyor bu. Yeni bir dünya kurulmasının şu an koşulları yok. Hegemonik el değiştirme yok şu anda. Bu çok daha detaylı, kapsamlı bir dönüşümü gerektiriyor. Bu dünyada bu dünya savaşıyla oldu. Virüsün daha ne kadar süre hayatımızda kalacağı aşının ne zaman bulunacağıyla da ilgili. Ne kadar aşı olacak o da önemli. Dünya siyasetinde hala dolar kullanıyoruz, bunun değişmesi lazım. Bu değişmeden hegemonya değişmez. Buralara doğru bir gidişat var mı ona bakıyoruz. Yoksa Çin kendisi salgını kontrol altına aldıktan sonra maske ve tıbbi yardım diplomasisine girişti. Bu imajını çok toparladı. Amerika ve batı sistemi ise tam tersi imaj kaybına uğradı. Güney Kore, Tayvan, Singapur, kısmen Japonya, Almanya onlar da daha başarılı bir mücadele sergilediler. Dolayısıyla böyle parçalı bir durumdan söz etmek gerekiyor. Devlet toplum ilişkileri dönüşebilir, bunun nasıl olacağına dair filozoflar da düşünüyor. Hepimiz eve çekilip kendimizle baş başa kaldık, hepimizi biraz filozof yapıyor bu. Her gün ölümü izliyoruz. Bosna’da savaş oluyor, Suriye’de çatışma oluyor siz burada korunaklasınız. Ama bu öyle değil. Her gün evden çıkarak bir risk alıyorsunuz. Geri döndüğünüzde acaba virüsü kaptım mı diye kaygılanıyorsunuz. Bu bizim hayatımızı daha doğrudan etkileyen bir süreç oldu.”
‘ABD’nin sağlık sisteminin teknolojik olarak imkanları müthiş, ama parası olana’
Uzgel, küreselleşme karşıtı ivmenin 2010'larda başladığını ve Trump'ın seçilmesiyle daha da güçlendiğini anımsatırken, bunun devlet-toplum ilişkilerine etkisinin koronavirüs kriziyle derinleştiğini vurguladı. Devletin topluma müdahalesini ve sağlık sektöründeki durum ile çalışanların kriz karşısındaki durumlarından ötürü 'koruyucu güç' olarak rolünü gerektiren bir dönemden geçildiğini belirten Uzgel, sağlık sisteminin teknolojik gelişmişliğine karşılık sadece parası olana işlediği ABD'de daha da büyük 'bocalama yarattığını' kaydetti:
“İki temel eğilim vardı, 2010’larda başladı. Amerika’da Trump’ın seçilmesiyle daha da güçlendi ve küresel bir ivme kazandı. Bu da Batı'da devlet-toplum ilişkilerini daha devleti önceleyen, toplum üzerindeki baskı araçlarını daha fazla kullandığı bir modele doğru gitmeye başladı. Ulaşım ve dijital iletişimde değil küreselleşmenin iktisadi ve ticari boyutunda gerileme vardı zaten. Bu eğilimler salgınla beraber daha da güçlenecek. Biz bir tane şeyden eminsek, çünkü diğerinin ucu açık. Devletçi yapılara ihtiyaç çok arttı. Bir koruyup kollama açısından, yani devletin topluma müdahalesi gerekiyor. Polis elinde megafon vatandaşı parklardan topluyor. İngiltere’de de öyle Çin’de de öyle. Bunun dereceleri var. İkincisi dükkanlar kapalı, fabrika üretimi düştü. Dolayısıyla devlet burada koruyucu bir devlet olarak da yeni bir rol üstleniyor. Yani eski rolü güçleniyor. Normalde sosyal devlet olması bekleniyor Türkiye’nin. Amerika zaten ben sosyal bir devletim demiyor, orada değil o yüzden. Oradaki sağlık sistemi için de zorlanıyor. Sağlık sistemleri çok güçlü, teknolojik olarak imkanları müthiş. Ama parası olan için geliştirilmiş bir düzen o. Halk sağlığı sorunu karşısında bocalıyor çünkü, onu düşünmemiş ki. Siz iyi bir sağlık sigortasına sahipseniz, iyi bir prim ödediyseniz size iyi bakıyorlar Amerika’da. Kitlesel halde gelince orada tıkanıyor sistem. Bütün bunların hepsi siyaseti küreselleşme dönemiyle birlikte hep bizim dışımızda süreçler olarak almaya başladı. Toplumlar dünyanın nasıl olmasını isterse bundan sonra öyle olabilir. Bu kırılma noktası olabilir. Bundan sonra otoriterliğe mi gider? Gitmesin, sonuçta bizim dışımızda bir şey değil ki. Otoriter liderleri desteklemeyelim o zaman. Sosyal devlet anlayışına gitsin bundan sonra. Toplumlar talep ederse, bunun için mücadele ederse, oraya doğru da gidebilir. Sanki biz böyle duruyoruz ve bizim dışımızda siyasetin nereye doğru gideceğini izleyici konumuna geçiyoruz. Dolayısıyla bu tür analizlerin getirdiği böyle sorunlar olabiliyor.”
'Türkiye aşamalı bir kapanma modeli uyguluyor, Amerikan sistemi daha açık işliyor'
Türkiye'nin salgın karşısındaki duruşunu değerlendiren Uzgel, hükümetin Avrupa'nın aksine 'aşamalı kapanma' modeli uyguladığını söyledi. ABD'de de benzeri bir durum olduğunu ancak eyaletler bazında mücadele ile daha farklı görünümler arz ettiğini belirten Uzgel, Amerikan sisteminin çok daha açık işlediğini kaydetti:
“Salgın Türkiye’ye biraz geç girdi. Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye aşamalı bir kapanma modeli uyguluyor. Ufak ufak, parça parça, tam kapanmaya gidemedi Türkiye. İspanya, İtalya, Fransa bütün ülkeyi karantina altına aldılar, sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Çin, 60 milyonu karantinaya aldı. Türkiye böyle değil, kısmi kategorik yani yaş, il kategorisinde önce 65 yaş, sonra 20 yaş, sonra köyler karantinaya alındı, böyle parçalı bir sistem uyguluyor. Verilen sayıları doğru kabul etmek zorundayız. Günlük 3 binden aşağı vaka yok artık. O banda oturdu ve böyle giderse bir ay sonra biz 100 bini göreceğiz İspanya gibi. Bütün çağrılara rağmen Trump ülke çapında karantinayı kabul etmedi. Bazı eyaletlerde salgın çok yoğun New York, Washington eyaleti gibi, Seattle bölgesi, Chicago ve Louisiana’da. Bazı eyaletlerde de çok az var, onun için tam kapanmaya gerek yok, her eyalet kendisi baş etsin dedi. Amerikan sistemi otoriterliğe açık ve açık olmayan sistemler diye ayırabiliriz. Mesela New York valisi neredeyse her gün basın toplantısı yapıp, Trump’a saydırıyor. Hemşire sendikası gösteri yapıyor ya da CNN’e veryansın ediyorlar durumla ilgili. Amerikan sistemi daha açık gidiyor o anlamda. Amerika’da sayıları saklayamazsınız çünkü eyalet bazında sayıyorlar. Acil servislerden yayınlar var mesela. Hastaların yüzlerini göstermeden doktorlarla görüşüyorlar. Çin’de böyle bir görüntü hiç görmedim. Çin mükemmel de yapmış olabilir, bazı yerleri çok sıkıntılı da olabilir, bilmiyorum. New York eyaletinin kaç solunum cihazına sahip olduğunu Trump yönetiminin oraya kaç tane gönderdiğini biliyorum. İstanbul’da kaç solunum cihazına ihtiyaç var bilmiyoruz."
‘AB dayanışma değil zaten bir kapitalizm projesi’
Uzgel koronavirüs krizinin AB içinde İtalya ve İspanya'nın yalnız bırakılmasından ötürü 'dayanışma eksikliği' tartışmalarına yol açmasını da değerlendirdi. AB'nin bir 'dayanışma değil kapitalizm projesi olduğunu' anımsatan Uzgel, ortak değerler mevzu bahis olsa dahi koşulların sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmesinin doğal olduğunu belirtti. Uzgel 'AB'nin kriz yüzünden biteceği' söylemlerini ise erken olduğu görüşünde. "Avrupa fikri zedelenecek. AB’nin tamamen bir kapitalist proje olarak ortadan kalkmasının koşulları şu anda yok görünüyor" diyen Uzgel, daha gevşek bir entegrasyonun söz konusu olabileceğine dikkat çekti:
"Avrupa Birliği bir dayanışma projesi değildir. Bu kapitalizm projesidir. AB projesinin merkezinde bir dayanışma fikri yoktur. Kamuoyunda söylem düzeyinde paylaşılan bir fikir olabilir. Ortak değerlere sahip olma vs. Sonuçta sermayenin, Fransa, Almanya çatışmasının tarihsel sona ermesinin koşullarını yaratan ve sermaye ihtiyaçlarına uygun bir şekilde yürütülen bir bütünleşme projesidir AB. Buradan müthiş bir kendinden veren dayanışmacılık olduğunu söylemek siyasetin doğası ve işleyişine aykırıdır. Ben burada şaşıracak bir şey göremedim, tabii ki öyle olacak. Her ülke aynı sorundan mustarip olduğu anda herkes kendini düşünüyor. Bir İtalyan, Brüksel’e ya da Avrupa Komisyonu’na müracaat etmeyecek. Bir hemşire maskeye ihtiyaç duyduğunda kendi devletine başvurmak zorunda kalacak. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Avrupa Birliği’nin biteceğine dair öngörüde bulunmak o yüzden erken olur. Bu sermayenin ekonomi işleyişiyle ilgili bir mesele. Bununla ilgili önemli sorunlar çıkarsa o zaman AB daha gevşek bir entegrasyona, bir adım geriye, bir gümrük birliğine dönüşebilir. Bir gün İngiltere’nin AB’den çıkacağını hiç düşünemezdik. Çünkü genel trend şuydu: Kapitalizm bunu gerektirirdi. Daha geniş bir pazar, ekonomik birlik her zaman avantajlıdır, ölçek ekonomisi getirir, sermayenin dolaşımı, yatırım imkanları vs. bizim bildiğimiz kapitalizm sınırsız bir dünyayı isterdi. Mal üreteceksiniz, 450 milyonluk bir pazara iç pazar gibi ulaşacaksınız. Bundan şu anda vazgeçilmesini gerektirecek bir şey yok. Buradan çok büyük bir yara alacak. Avrupa fikri zedelenecek. AB’nin tamamen bir kapitalist proje olarak ortadan kalkmasının koşulları şu anda yok görünüyor.”
‘Küreselleşmenin sonuna gelindiği gibi bir fikir aceleci ve abartılı olur’
Uzgel, koronavirüs krizi nedeniyle küreselleşmenin sonuna gelindiği saptamalarını ise 'aceleci' ve 'abartılı' buluyor. Finansın belirleyiciliğinde 'üretimin küreselleştiği' neoliberal küreselleşmede bir 'geri çekilme' olacağını belirten Uzgel, küreselleşmenin ekseninde dijitalleşme ve toplumun olduğu bir yapıya dönüşeceği değerlendirmesinde bulundu:
“Küreselleşmeyle Keynesyen yani sosyal devlet anlayışı arasında bir ilişki var ama tam değil. Küreselleşmeden vazgeçme diye bir şey mümkün değil. Küreselleşme eski bir olay. Yani dünyada ticaret zaten var. İpek Yolu’ndan bu yana hatta daha bile eski. Bir yerde bir ticaret varsa orada bir insan teması oluyor, kültürel alışveriş de başlıyor. Küreselleşme bu yönüyle bitecek bir şey değil. Bizim yaşadığımız özel bir küreselleşmeydi. 1980’lerde başlayan 90’larda dünyada finansın, üretimin ulusal olmaktan çıkmasıyla tanımlanan bir şey. Çok ünlü bir Amerikan spor ayakkabısı markasının Amerika’da fabrikası yoktu. Dizaynı İtalya’da yapılıyor, derisi Avusturalya’dan geliyor, üretim bandı Tayvan’da. Yani üretimin küreselleştiği bir dünyada yaşıyorduk. Buradan bir geri çekilme var. Küresel ticarette bir geri çekilme var. Fakat bu küreselleşme de zaten bir trend olarak dönüşüyordu. Daha dijital ve toplum temelli bir küreselleşmeye doğru gidiyor. Sermaye ve ekonomik kısmında bir gerileme varken iletişim kısmında bir patlama yaşanıyor. O yüzden de bir küreselleşmenin sonuna gelindiği gibi bir fikir aceleci ve abartılı olur. Küreselleşmenin bütünü değiştirmesinden söz edebiliriz. Bu artık dünya ölçeğine yayılmış bir üretim bandı olmaktan daha ulusal olmaya doğru gidiyor, Trump da bunu söylüyor zaten ve diğer ülkeler de bundan etkileniyor. Üretimi kendi ülkesine çekmeye çalışma. Keynesçilik dediğimiz modelde bir ülke mümkün olduğunca üretimi kendi ülkesinde başlatıp bitirir. Üretim de pazar da kendi ülkesindedir. Küreselleşme bunun tersidir. Üretim küresel ölçekte yapılır ve tüm dünya pazardır. Buradan geri çekilme bir miktar var. Bu son salgın krizi bunu arttıracak. Ekonomik küreselleşmeyi yavaşlatarak hızını kesecek. Ama toplumsal ve iletişimsel, dijital boyutunu arttıracak.”