EKSEN

'Almanya şu anda açık bir şekilde politik bir krizle karşı karşıya'

Yücel Özdemir'e göre, Alman merkez siyasetinin Thüringen'de sol kanat Die Linke'yi ekarte etmek için aşırı sağcı AfD ile ittifakı büyük kriz yarattı. CDU ile FDP'nin AfD'nin 'tuzağına' düştüklerini söyleyen Özdemir, Merkel'in, halefinin istifası eşliğinde elinin zayıfladığı ve krizin AB dönem başkanlığı sırasında sıçrama potansiyeline atıf yaptı.
Sitede oku

Almanya'nın doğusundaki Thüringen eyaletinde yeni başbakanlık seçimlerinde merkez partilerin aşırı sağcı AfD'nin desteğiyle solcu Die Linke partisin ekarte etmesi ülkede büyük deprem yarattı.

Başbakan Angela Merkel'in merkez sağcı CDU'su ile liberal Hür Demokratların eyalette giriştikleri bu hamle büyük bir tepki eşliğinde geri tepti. Ekim'deki seçimlerde sadece yüzde 5'lik oy oranı almasına karşılık AfD desteğiyle seçilen seçilmiş Hür Demokratların adayı Kemmerich başbakanlıktan istifa edip seçim kararı almak zorunda kaldı. Ancak iş bununla kalmadı.

CDU'da Merkel'in halefi ilan ettiği partinin Genel Başkanı Annegret Kramp-Karrenbauer ve bazı bakanlar istifa etmek zorunda kaldı. Merkez sağ partilerin aşırı sağcı ve Thüringen eyaletinde açık faşist söylemler taşıyan AfD ile dirsek temasının böylesine boyutlara ulaşmasının derin tartışma yarattığı ülkede erken genel seçim tartışmaları da başladı.

Gelişmeleri Evrensel Gazetesi Almanya temsilcisi Yücel Özdemir ile konuştuk.

'Antifaşist ve demokrat geçinenler faşist AfD'nin tuzağına düştü'

Yücel Özdemir'e göre, Thüringen'de yaşananlar Almanya’da tam bir siyasi kriz hali yaratmış durumda. CDU ile FDP'nin soldan kurtulabilmek yollarını ararken AfD'nin 'tuzağına düştüğünü' söyleyen Özdemir, Thüringen'deki AfD liderliğinin Almanya'daki en azılı faşist karakterde olan parti kolu olduğunu belirtti. Thüringen AfD liderinin mitinglerinde Hitler'den alıntılar yaparak konuştuğunu anımsatan Özdemir, bu parti ile dirsek temasına girenlerin de antifaşist ve demokrat geçinenler olmasına dikkat çekti:

“5 Şubat günü seçilen AfD’li Kemmerich istifa etmek zorunda kaldı. Yani AfD’nin oylarını CDU’nun oylarına meclisin en küçük partisi olan FDP yerel bir partisinin sola karşı başbakan adayı olmasını Almanya’nın vicdanı kabul etmedi. Çünkü ortada normal bir prosedür yoktu. Tamamen kapalı kapılar arkasında bir tezgah, tuzak vardı. AfD’nin kurmuş olduğu bir tuzağa demokrat geçinen antifaşist özellikleri olduğu iddia edilen Hristiyan Demokratlarla Liberaller düştüler. Zaten bu durumun olacağı belliydi. AfD, Almanya’nın en küçük eyaletlerinden biri Thüringen’de seçimde birinci olmuş sol aday Ramelow’a karşı kimin başbakan olacağı konusunda tartışma yaşanırken AfD, CDU’ya dedi ki ‘Siz bir aday gösterin, biz onu destekleyelim, böylece soldan kurtulalım’. CDU ise, ‘Hayır, biz bu oyuna gelmeyeceğiz’ dedi. Çünkü AfD aşırı sağcı bir parti ve bu partinin en radikal kanadı da Thüringen’de bulunuyor. Bu partinin başkanı Björn Höcke Merkel’in kararıyla 'faşist' olarak tanımlandı. Adam gerçekten de seçim mitinglerinde Hitler’den alıntı yaparak konuşuyor. Durum böyle olunca ‘Biz faşist bir partinin başında olduğu kişinin oylarıyla başbakan seçmek istemiyoruz’ dediler ve aday göstermediler. O zaman AfD de ‘Siz göstermiyorsunuz madem, biz kendi adayımızı göstereceğiz, siz bizi destekleyin’ dedi. Tabii ki kabul etmediler ve 5 Şubat tarihinde mecliste oylama yapıldı. İlk iki oylamada da Ramelow’a ve AfD’nin adayı karşı karşıya geldi. O da küçük bir belediye başkanıydı, oradan getirdiler, eyalet başbakanı adayı gösterdiler. İlk iki turda AfD’nin adayı da sol partinin adayı da çoğunluk olan 46’yı sağlayamadılar. 3. turda salt çoğunluk yerine oy çoğunluğu esası gerekiyordu. En fazla oyu alan iki adaydan biri eyalet başbakanı olacaktı. Ama sürpriz bir şekilde CDU aday çıkarmadı ama mecliste sadece 5 milletvekili olan FDP aday çıkardı. FDP’li Kemmerich, ben adayım dedi. Böylece bütün taktikler değişti. AfD’nin bütün oylarını FDP’li adaya vereceği belliydi. Ama aynısını CDU da yaptı. ilk iki turda bilinçli olarak çekimser oy kullanan muhafazakar demokratlar üçüncü turda liberal bir aday var, biz bunu destekleyelim dediler, yani hepsi oy verdi. CDU’da 21 milletvekili var, biri çekimser kaldı sadece, iki tanesi onların ikinci turda sol parti adayına oy vermişlerdi, geriye kalan hepsi liberal adaya oy verince 44 oya 45 oyla Kemmerich başbakan oldu."

‘Almanya şu anda açık bir şekilde politik bir krizle karşı karşıya’

Özdemir, Thüringen'de bu olup bitenlerin herkesi şaşkına çevirdiğini anlatırken, Kemmerich'le ilgili sonucun kabullenilmediğini ve FDP'li başkan Lindner güvenoyu almak zorunda kalırken, Kramp-Karrenbauer'in istifa etmek durumunda kaldığını belirtti. Özdemir'e göre bu gelişmeler Almanya'nın açık bir siyasi krizle karşı karşıya olduğunu gösteriyor:

"Meclis başkanı dahil herkes şaşkınlık içerisinde. Almanya’da nasıl böyle bir tablo olabilir? Pek çok ihtimal göz önünde bulunduruluyordu ama bunun olma ihtimali çok düşüktü. Onun için meclis başkanı 45-44 olunca Kemmerich’e seçim sonucunu kabul ediyor musunuz diye sorduğunda kabul ettiğini söyledi. Böylece resmi olarak eyalet başbakanı oldu ama ondan sonra tartışmalar başladı, sular durulmadı. Liberal Demokrat partinin başkanı Christian Lindner parti yönetim kuruluna güven oylaması almak zorunda kaldı. Pazartesi günü kendi partisini disipline etmeyen, Merkel’den sonra başbakan olması beklenen CDU başkanı Annegret Kramp-Karrenbauer istifa etti. Böylece Almanya şu anda açık bir şekilde politik bir krizle karşı karşıya."
‘İstifadan sonra şu anda Almanya’nın yakın tarihini ilgilendiren süreç tartışmaya başlandı’

Özdemir, Kramp-Karrenbauer’in Merkel'in kendisinden sonra gelecek lider olarak gördüğü isim olduğunu anımsatırken, istifasının ülkenin yakın tarihini ilgilendiren bir tartışma sürecini de başlattığını vurguladı. Ancak Özdemir'e göre yaşananlar bundan sonraki süreçte CDU'nun AfD ile nasıl bir ilişki içine gireceğine dair karmaşık bir resim yaratıyor. Merkel'in de Kramp-Karrenbauer'in 'aşırı sağ' ve 'aşırı sol' diyerek AfD ile Die Linke'yi aynı kefeye koymasına dikkat çeken Özdemir, ancak sandık aritmetiğinin iki partiden birisinin tercih edilmek zorunda olduğuna işaret ettiğini vurguladı:

“Merkel’in kafasında kendisinden sonra gelecek olan bir siyasetçi bir lider rolü verildi. Çünkü daha öncesinde Saarland’da başarılı bir eyalet başbakanlığı süreci vardı. Merkel, daha liberal, konservatif değerleri düşük olan, milliyetçilik ve ırkçılıkla arasına mesafe koyan çizgide. Bu istifadan sonra şu anda Almanya’nın yakın tarihini ilgilendiren bir süreç tartışmaya başlandı. Bundan sonra CDU, ırkçı AfD ile nasıl bir ilişkiye girecek? Hristiyan demokratlar karar verecekler. Bundan sonra yola muhtemel 2021’de yapılacak seçimlerde AfD ile koalisyon ortaklığı hem eyalet hem federal düzeyde mi devam edecek, yoksa araya kırmızı bir çizgi mi çizilecek? Merkel ve Karrenbauer da istifasında şunu söyledi: Biz hem sol parti hem de AfD ile koalisyon yapmayacağız. Ama seçim aritmetiği Thüringen’de olduğu gibi salt çoğunluğu kaybetmiş durumda. Bu durumda sistemin dışında görülen iki parti AfD ile sol parti. Birini tercih etmek zorunda."

'Merz'in CDU'da önü açılabilir, Merkel'in eli zayıfladı'

Özdemir, bu tartışmalar yaşanırken CDU içinde muhafazakar kanatın ismi Friedrich Merz'in yeniden öne çıktığını anlattı. Merz'in 'muhafazakar değerleri' eşliğinde ABD tekelleriyle ilişkilerini kesme girişimi eşliğinde partide yeniden rol oynama hevesine atıf yapan Özdemir, Merkel'in ise elinin zayıflamış göründüğüne işaret etti:

"Şimdi CDU içerisinde muhafazakar kanat eski fraksiyon başkanı Friedrich Merz, 18 yıl siyasetten uzak kalmış. Şimdi tekrardan özellikle mali sermayenin Amerika’daki BlackRock tekelinin Almanya’daki denetleme kurulu başkanı bunu her fırsatta öne sürüyorlar, muhafazakar değerleri yüksek milliyetçi değil ama ona da kapıyı açan bir çizgi mi olacak? Merz, CDU genel başkanlığına aday olduğunda özellikle Amerikalı tekellerle ve mali sermaye ile olan ilişkisi çok tartışılmıştı. Şimdi geçen hafta aynı gün tesadüf olmasa gerek bence, BlackRock’taki görevinden istifa etti, ‘Bundan sonra CDU’da daha çok görev yapacağım’ dedi. Bu da başbakanlığa hazırlandığını gösteriyor. Ama Merkel’in de eli zayıflamış durumda. Çünkü parti başkanlığını bırakmıştı, sadece başbakanlık pozisyonunda yer almıştı. Bu şekliyle belirsiz bir ortamda şimdi önümüzdeki Ağustos, eylül aylarına kadar başbakan adayı. Dolayısıyla CDU’nun başkanını belirleyecektir.”

'CDU'nun muhafazakar kanadı AfD'ye kaptırılan oyları almak için muhafazakar ve milli değerlerde buluşmayı seçiyor'

Özdemir'e göre yaşananlar Almanya’daki Sosyal Demokrat ve Hıristiyan Demokrat partilerin oy kaybı eşliğinde anlaşılabilir. Die Linke'nin AfD ile aynı kategoride değerlendirilmesinin mümkün olmadığına dikkat çeken Özdemir, bu partinin neonazilerin aksine göçmenler, eşit haklar ve Müslümanlar konusunda değerler açısından kazanç görüldüğünü anımsattı. Özdemir, CDU'nun muhafazakar kanadının AfD'ye kaptırılmış oyları geri almak için 'muhafazakar ve milli değerlerde buluşma' şiarını öne çıkarttığını belirtti:

“Almanya başta sosyal demokratlarla Hristiyan demokratlar olmak üzere siyasi partilerin oy kaybı, can çekişmesi, izlenen neo liberal politikalar sayesinde dibe vurmuş durumda. Özellikle de sol parti ile AfD’yi aynı kategoriye koyarlar. Sol parti aslında daha önce Thüringen eyaletinde başbakandı. Hükümetin birinci partisiydi. Geçmiş 5 yıllık tecrübesi ülkenin anayasasına aykırı olmadığı, hatta diğer partilerden farklı bir icraat dönemi de olmadı. Sol partinin içinde ve en sağ kanadında yer alıyor, yani sosyal demokrat kimliği diye daha çok ifade ediliyor. Alman basınında da televizyonda da Ramelow bir komünist değil, bunu bilelim. Onun için bunu bir muhatap olarak görmek lazım. Sol parti şu anda yapılan anketlerde bu durumun bir mağduru oldu. Yüzde 29 almıştı, şimdiki anketlerde yüzde 39’a kadar çıktı. CDU’dan yüzde 10’luk bir grup anketlere baktığımızda, CDU’ya sırtını çevirmiş ve bunlar şimdi sol partiye oy verir. Aşırı sağa karşı sol ile taban, sol ile ittifak yapılabilir diyor. Çünkü şu anki sol partilerin ırkçılarla, Neonazilerle mukayese edilmeyeceği tam tersine solun bu ülkenin çoğunluğundan, göçmenlerden, eşit haklardan, Müslümanlar vs’den yana, yani temel değerler konusunda bu ülkenin geleceği için tehlike değil tam tersine kazanç olduğunu ifade ediyor. Ama buna rağmen CDU içerisinde özellikle muhafazakâr kanat biz AfD’ye karşı kaybettiğimiz oyları geri almak için partinin çizgisini Merkel’in temsil ettiği çizginin daha sağında bir çizgiye çekelim. Muhafazakar değerlerle birleşelim, milli değerlerle buluşalım. Böylece biz AfD’ye kaptırmış olduğumuz oyları tekrardan geri alırız diyorlar. Ama bu bir hayal, gerçekleşebilecek bir durum değil."

‘Hitler’in 1920’li yıllarda Almanya’daki AfD’nin yükseliş trendine benzer bir süreçti’

Özdemir, AfD’nin yükselişini Adolf Hitlerin yükselişine benzerliğine de dikkat çekti. 2013'te AB eleştirisi üzerinde yükselen partinin adım adım radikal ve milliyetçi çizgiye geldiğini anımsatan Özdemir, Hitler'in de 1920'lerden sonra siyasi bir güç olmaya başladığında yine Thüringen eyaletinde bir bakan seçtirmeyi başarmasına atıf yaptı. Özdemir, klasik otoriter sağ hareketlerin önce demokrat olduklarını söylediklerini, salt çoğunluğu elde ettikten sonra ise yargıdan istihbarata ve basın özgürlüğüne uzanan alanlarda baskıcılığa gittiklerini anımsattı. Özdemir, Hıristiyan Demokratlar doğru tavrı alamazlarsa, Almanya'yı bu yaz AB dönem başkanlığını devralmasıyla zayıflamış bir Merkel eşliğinde Avrupa'ya sirayet edecek türden büyük kriz beklediğini dile getirdi:

Nazi ittifakı krizi, Hıristiyan Demokrat Birlik'i raydan çıkardı: Gabriel 'CDU'nun sonunu tecrübe ediyoruz' dedi
"Bugün AfD’nin yükselişinin nedeni olan sorunlar çözülmediğinde ve sağa kaydığınızda AfD’nin çizgisinde daha radikal bir çizgide olacaksınız. AfD’nin tarihine baktığımızda 2013’te daha liberal bir çizgide Avrupa Birliği eleştirisi üzerine çıkmıştı. Ama aşama aşama daha radikal ve milliyetçi bir çizgiye geldi ve parti içerisinde de seçimden seçime başarı elde ettikçe, kendisini bir arada tutma, söylemlerini sertleştirme yoluna gitti. Hitler’in 1920’li yıllarda Almanya’daki AfD’nin yükseliş trendine benzer bir süreçti. Hitler de 1920’lerden itibaren politik bir güç olmaya başlayınca ilk kez Thüringen eyaletinde bir bakan seçmişler 1929 yılında. Tesadüf olsa gerek bugün de tekrardan Thüringen’de benzer bir çıkışı ypamak istiyorlar. O zaman Hristiyan demokratlar, liberaller hepsi Hitler’in parti NSDP ile birlikte işbirliği yaptılar. Bundan çıkarılabilecek tarihi ders, hayır ırkçılar, milliyetçilerle değil, bunlarla mücadele esasında, varoluş nedenleri üzerinde, ideolojik ve siyasi olarak bunlara karşı mücadele edildiği takdirde geriletebilir. Aksi takdirde bu parti 16 eyaletin parlamentosunda var. 90’ın üzerinde federal parlamentoda milletvekilleri var, bunların hepsi devletin yaratmış olduğu olanaklarla seçim üzerinden yani demokratik bir seçimi kendi anti demokratik ideoloji ve çizgileri için malzeme olarak kullanıyorlar ve güçleniyorlar. Geçmişte Hitler başımıza aynen seçimden seçime işbaşına gelmişti. En sonunda 1933’te de seçimle başbakan olmuş, o zaman da muhafazakârların desteğiyle iktidara gelmişti. İlk bir iki aydan sonra 1933’te seçim yaparak tek başına hükümeti aldı. Ondan sonra bütün Hristiyan demokratlardan başlayarak komünistlere kadar herkese karşı savaş başlattı. Ondan sonra tarihi hepimiz biliyoruz. Önce demokrat olduklarını söylüyorlar, salt çoğunluğu elde ettikten sonra yargıdan başlayarak istihbaratta düzenleme, ondan sonra basın üzerine yoğun baskı klasik otoriter rejimlerin, sağ hareketlerin bugüne kadar izlemiş olduğu yöntem. Almanya’yı büyük bir kriz bekliyor. Almanya, haziran ayında Avrupa Birliği dönem başkanlığını devralacak ayrıca. AB içerisine zayıflamış bir Merkel’in, bütün bu Almanya’daki siyasi iktidarsızlığın sirayet etmesi potansiyeli şimdiden basında yer almaya başladı. Bu eğer Hristiyan demokratlar açık bir tutum alıp net bir tavır koymazlarsa, sadece Almanya’da kalabilecek bir durum değil.”

Yorum yaz