Mehmet Acet, Yeni Şafak'ta "El elin eşeğini türkü çağırarak ararmış" başlığıyla yayımlanan yazısında sözlerine "Meclis Başkanı Mustafa Şentop’la kısa bir S-400 sohbeti yaptım. Kendisi bu iş için ‘Tıpkı fıkradaki gibi oldu’ diyor" diye başladı.
Acet şöyle devam etti:
‘Benim sana borcum vardı ya hani, onu ödemiyorum. Artık biraz da sen düşün’ demiş.
Sonra da evine gidip rahat bir uyku çekmiş.
Fıkraya göre komşunun hali, S-400 meselesinde ABD’nin 12 Temmuz günü düştüğü hale benziyor.
12 Temmuz’a kadar, yani füze sisteminin bataryalarını taşıyan ilk Rus kargo uçağının lastikleri Mürted Hava Üssü’ne değdiği ana kadar, nasıl olsa bu işi yapamazlar, bu kadar tehdit ettik direnemezler, cesaret edemezler deyip rahat bir uyku çekiyorlardı.
Ama şimdi roller değişti.
Ankara ’Alıyorum bu füzeleri hadi ne yapıyorsan yap’ demiş oldu.
Onlar da ‘Tamam S-400’lerin gelişini engelleyemedik ama parçalarının birleştirilip konuşlanması tamamlanırsa cıss olur’ diyerek B planına yöneldiler.
Haziran ayından ileri doğru bakıldığında, Temmuz sıcaklarının mevsim normallerinin üstünde seyredeceği yönünde yaygın bir kanaat vardı.
Ama öyle olmadığı gibi, Temmuz ayını serinleten meltem rüzgârlarıyla geride bırakıyoruz.
Kâbus senaryoları şimdilik rafa kalktı.
Biraz da, hatta büyük ölçüde Trump’ın direnişi sayesinde ABD’den gelen yaptırım tehditlerinin etkisi azaldı.
En azından 2019’u çıkarma anlamında zihinlere üşüşen karanlık ihtimaller ötelenmiş oldu.
Merkez Bankası’nın güçlü faiz indirim kararı sonrası, dövizde yukarı yönlü bir kıpırdanma olmadığı gibi, faiz oranları konusunda yılsonuna kadar aşağı yönlü indirim yönelimi kendisini belli etti.
Bugünden itibaren ileriye doğru bakınca böyle bir umut verici resim karşımıza çıkıyor ama bu durumun ‘sürprize açık bir ülke’ olma halinden çıktığımız anlamına gelmediğini de not edelim.
F-35’ler de bu anlamda bu kurumun ilgi alanına giriyor.
Savunma Sanayii çevrelerinden aldığımız şöyle bir nabız var:
F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye gönderilmemesi ile Türkiye’yi ortaklık programından çıkarma arasında dağlar kadar fark olduğunu düşünüyorlar.
Amerikalılar S-400 sistemi ile F-35’in aynı anda ortak bir sistem içerisinde yer alamayacağı tezini savunuyorlar.
Ankara, başından beri bu konuyu açık şekilde tartışmaya hazır olduğu karşı cevabıyla, ortak komisyon çağrıları yaptı.
Ama bu çağrılar karşılık bulmadı.
Tabii bu işin bir kısmıyla ilgili.
Yani F-35’lerin gönderilip gönderilmemesi meselesiyle ilgili olan kısım.
İşin bir de öbür kısmı var.
Sözünü ettiğim çevrelerde, ’Türkiye’yi ortaklık programından çıkarmanın nasıl bir mantığı olduğunu anlamış değiliz’ görüşü dillendiriliyor.
Bu görüşlerin dikkate değer şöyle bir yönü de var:
Ortaklık programı, projenin daha çok ekonomisiyle ilgili kısmını oluşturuyor.
Türkiye’nin buradan çıkarılmasının da ekonomik ve ticari kayıplar dışında kimseye bir yarar sağlamayacağı söyleniyor.
Türkiye’nin projeden çıkarılmasıyla ortaya çıkacak boşluğu doldurma anlamında geçecek zaman da işin cabası.
Trump, Osaka’da Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığındaki Türk heyetiyle olan görüşmesinde, ’Bu iş için 1 milyar 400 milyon dolar ön ödeme yapmışlar. Şimdi biz, bu uçakları vermiyoruz diyoruz. Böyle ticaret olur mu, resmen kazık atıyoruz adamlara’ diyerek işin tersliğini kendi ağzıyla dile getirmişti.
Ama Hatice’ye değil neticeye baktığımızda, projedeki Türkiye ortaklığının fiilen askıya alındığı ortada.
Savunma Sanayii çevrelerinde, ABD’nin Türkiye’ye bu uçakları göndermeme kararının yerli savaş uçağı üretiminde bu sektörü kamçılayacağı görüşü dillendiriliyor.
Yani, ’Vermezlerse, biz daha fazla motive olur, kendimiz bu işi yaparız’ deniyor.
İşin Türkiye açından talihsiz bir yönü de var tabii.
F-35 uçaklarıyla ilgili sözleşmeler yapılırken, Tahkim benzeri hukuki güvenceler anlaşma metninde yer bulamamış.
Yani, ABD Türkiye’yi projeden çıkarma kararını kalıcı hale getirirse, Türkiye’nin parasını geri almak için başvurabileceği bir hukuk mercii bulunmuyor.
Bu durumun, ihmal ya da buna benzer bir kavramla izah edilebileceğini sanmıyorum.
Tam gerekçesi neydi bilmiyorum ama sanıyorum projeye dâhil olmanın şartlarından biri de, böyle bir durumda hak arama yollarının kapalı olduğunun baştan kabullenilmesi imiş.
‘El elin eşeğini türkü çağırarak arar’ diye boşuna dememişler."