Ömer Lekesiz, "Kayyum yerine doğrudan belediye başkanı atanamaz mı?" başlığıyla yayımlanan yazısında "Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın, sözü son mahalli seçimlerin yegâne incisi olarak epey rağbet görmüştü" dedi.
Bir mahalde bulunmak, o mahallin kendisine mahsus şartlarıyla, anlayışlarıyla, telkinleriyle kuşatılmış olmak demektir ki, şehir, ilçe, belde başkanlığı seçimlerinde akrabalıkların, büyük aile gruplarının ve hatta kavmiyetlerin bir tercih nedeni olması da bu kuşatılmışlığa dâhildir. Dolayısıyla bu kuşatılmışlık, şahane yönetim sistemi olan muhteşem demokrasinin(!) tahakkuku ve işleyişi bakımından olumsuz görülebilirse de, insani değerler, toplumsal bağlar ve aidiyetler açısından olumsuz gösterilemez.
Vaktaki, 'Ben oyumu HDP’ye vereyim ama devletimiz onun yerine mutlaka kayyum atasın' şeklindeki seçmen tercihi, mezkur bağlamda insani yanlarıyla önemli bir gerçekliğe isnat ettiği kadar, mahalli bir gerçekliğe de isnat etmektedir.
Mahalli gerçeklikten kastımız, muktedirlerin satranç tahtası, uluslararası silah tüccarlarının en büyük pazarı, Yahudilerin Haçlıları yedeklerine alarak Müslümanlar aleyhine kaynattıkları fitnenin kazanı; iç savaşların, toplu katliamların, zulümlerin, sürgünlüklerin merkezi haline gelen yerlere yakınlığı nedeniyle devletin özel korumasına, denetimine ve yönetimine muhatap bulunan mahallerin taşıdıkları özel hassasiyettir.
Bu tefsiri biraz daha genişletecek olursak: Zikredilen bağlamda son iki yıl içinde ilgili şehirlerde ve ilçelerde yaşananlar söz konusu durumun en güçlü karinesidir.
Sınır bölgesindeki şer güçleriyle ittifak halinde olan kimi şahıs ve grupların belediyelere devlet tarafından verilen imkânları, askerin hareket kabiliyetini ve erişim imkânlarını sınırlamak, malum terör örgütleri yararına hendek açmak, silah ve cephane depoları oluşturmak, toplu imha tuzaklarının kurulmasına aracılık etmek üzere seferber etmeleri, hatta belediyelere ait resmi plakalı araçları teröristlere tahsis ederek, güya tamirat, tadilat yapmak, arıza gidermek bahanesiyle onları savunma merkezlerine eriştirmeleri, hafızalardaki yerini korumaktadır.
Devletçe sağlanan belediye imkânlarının bu minvalde kullanılması, gerçekte halka hizmet için tahsis edilen bu imkânlardan onların yoksunlaştırılması demektir. İlgili beldelerde kayyumlar eliyle son iki yılda gerçekleştirilen hizmetlerin neden olduğu büyük beğeni, önceki yıllardaki bu yoksunluğun boyutunu göstermeye yeterlidir.
Aslında konunun daha da derinine inildiğinde, fetişleştirilmiş demokrasinin (ve her ne demekse, demokratik hakların) korunması kaydıyla, mahalli yönetimlerin de (tıpkı üniversite rektörlerinde olduğu gibi) merkez tarafından atanma yoluyla belirlenmesini, artık tartışma masasına yatırmak gerekmektedir.
Bizim kesimdeki yazılanları itina ile dikizleyen malum fitne çevrelerine malzeme vermemek için peşinen belirteyim ki, bu yazı siyasi bir yazı değildir ve şahsen ben de demokrasiye inanan, ona itibar eden biri değilim. Ancak, devlet ve millet tarafından benimsenmiş bir yönetim tarzı olması bakımından onun sınırları ve gereklilikleri içinde hareket etmek ve konuşmak durumundayım.
Seçimlerden çok kısa bir süre önce, sorunlu mahallerde bulunmuş biri olarak, kayyumlar eliyle gerçekleştirilen altyapı çalışmalarının, halk ile kaynaşmanın, hemen her düzeyde halkın dertlerine derman olmaya çalışmanın doğurduğu memnuniyetten hareketle bu değerli kazanımın demokrasiye, seçime feda edilemeyeceğinin altını çizmek istiyorum.
Yine de sözüm ona demokrasiden taviz vermeyecek şekilde ve yine onun içinden, teklif ettiğim atama konusuna mahsus bir form üretilebileceği gibi, partili cumhurbaşkanı (devlet başkanı) seçmenin buna kendi başına demokratik bir dayanak olarak yeterli gelebileceğini ve bu bahiste onu tekrar seçmemenin onun ilgili seçimlerini seçmemek olacağını tutarlı bir tez olarak öne sürmek de mümkündür.
Yeter ki, bekamızı demokrasiye feda etmeyelim ve yanlışlıklar bataklığında çırpınıp durmayalım."