Venezüella'da ABD destekli muhalefetin rejim değişikliği ajandasıyla yarattığı iktidar krizi sürerken, Washington yönetimi AB ile birlikte Nicolas Maduro hükümeti etrafındaki ekonomik kıskacı artırıyor.
Venezüella'daki durumu ve neoliberal ekonomik modelin Latin Amerika'da yarattığı ve solcu alternatif hükümetlerin çöküşüyle sonuçlanan krizi Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu'ndan Doç. Dr. Ümit Akçay ile konuştuk.
'KÖTÜ YÖNETİM KOLAYCI BİR AÇIKLAMA'
Doç. Dr. Ümit Akçay'a göre, Venezüella örneğinin sadece ‘kötü hükümet' başlığı altında tartışılması yaşananları izah etmiyor. Bu bakış açısının krizin ne zaman, neden ve nasıl çıktığını anlatmadığına dikkat çeken Akçay, asıl yapılması gerekenin dünya ekonomisinin son 20 senedeki gelişimi ve tek tek ülkelerdeki etkilerine bakmak olması gerektiğini vurguladı. Akçay bu açıdan Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinin Latin Amerika gibi uzak coğrafyalarla yaşadığı benzer deneyimlere dikkat çekti:
'DÖNÜŞÜM SADECE TÜRKİYE'YE AİT DEĞİLDİ'
Dünyada kapitalizmin 1970'li yıllarda girdiği krizden neoliberal politikalarla çıkıldığını anımsatan Akçay, bu modelin dünyanın farklı coğrafyalarında aşağı yukarı 5-10 sene arayla uygulanmaya başlandığını kaydetti. Venezüella'yı 1990'ların sonu ve Chavez ile Maduro dönemine taşıyan gelişmelere atıf yapan Akçay, asıl toplumsal yıkım yaratan olgunun 1990'larda uygulanan IMF programları olduğunun dikkatlerden kaçırıldığının altını çizdi.
"1980'de 12 Eylül darbesi ve 24 Ocak programının getirilmesiyle beraber yaşanan dönüşüm sadece Türkiye'ye ait değildi. Amerika'da Ronald Regan, İngiltere'de Thatcher'ın yaptığı dönüşüm neoliberal ekonomik politika ve bütün bunların arka planında 1970'li yıllarda kapitalizmin girdiği kriz vardı. Bu krizden çıkış için ileri sürülen politikalara da neoliberal politikalar diyoruz. Bu neoliberal politikalar farklı ülkelerde farklı coğrafyalarda 5-10 yıl arayla aşağı yukarı bütün dünyada uygulanmaya başlandı. Örneğin Şili gibi ülkelere darbelerle 1970'li yılların ortalarında vardı. Daha erken örnekler olarak. Mısır'a daha erken bir örnek olarak vardı. Türkiye'ye 1980'de geldi. Venezüella'ya da 1990'ların başında geldi. 1989 ve 1996'da iki tane kritik IMF programı uygulandı Venezüella'da. Aslında 2000'li yıllarda Chavez iktidarını daha sonra Maduro iktidarını getiren sürecin bu 90'lı yılarda IMF politikalarının yarattığı yıkıma bir tepki olarak doğduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Venezüella dünyanın zengin ülkelerinden biriydi, Chavez geldi, kötü yönetim oldu ve işler kötüye gitti. O yüzden de insanlar göç yollarına düştü gibi genel anlatım var. Orada bir 90'lar parantezi var, unutmamak lazım. Türkiye'deki kayıp yıllar gibi Latin Amerika, Meksika için de kayıp yıllar vardı. Bunun nedeni dünya ekonomisinin dönüşümü, IMF programları ülkelerin küresel ekonomiye entegrasyonunun biraz da zorlanarak gerçekleşmesi bunlar kolay gerçekleşen süreçler değil. Buna karşı çıkan muhalefetin güçlü olduğu yerlerde süreç tersine çevrilebildi. En azından bu yönde adım atılabildi. Büyük ülkelerde Brezilya gibi 2000'lerin başında Lula iktidarı ya da Chavez'in iktidarı gibi 80'lerin ve 90'ların ekonomi politikalarında yarattığı sosyal ve ekonomik tahribat oradaki hükümetler tarafından tersine çevrilmeye çalışıldı."
‘VENEZÜELLA'DA BOLİVARCI YÖNELİM AVRUPA'DAKİ SOL, SOSYAL DEMOKRAT YAKLAŞIM GİBİ'
Akçay, Chavez ve Maduro yönetimlerinin ekonomi politikalarında bir kötü yönetim mevzu bahis ise bunun oligarşinin darbe girişimlerine sert biçimde destek vermesi karşısında ‘plansız hareket edilmesi' olduğu görüşünde. Akçay, aslında Bolivarcı hareketin kadılımcı demokrasi ve Avrupa tarzı sol sosyal demokrat bir yaklaşıma sahip olduğununun altını çizdi:
'LATİN SOLUNDAKİ ÇÖKÜŞÜN ARKASINDA KÜRESEL EKONOMİK KRİZ VAR'
"Sistemi karşısına alan bir ittifak tek bir ülkede olmasa bile farklı ülkeleri içeren ittifak olması için önce her bir ülkede iktidara gelen solun kendi burjuvazisiyle kendi oligarşisiyle yüzleşmesi ya da onu yenmesi gerekir. 2006'dan sonra Chavez'in zaten 3. döneminde ekonomide çeşitlendirmeyi ihracatın petrol dışında ürünlere de petrol ihracatından elde edilen gelire bağımlılığını azaltmaya yönelik tedbirlerin tamamen ortadan kaldırıldığını, tamamen sektörün petrol gelirine dayandığını görüyoruz. Bunun da bir mantığı vardı. Türkiye'de ekonominin en canlı olduğu, AKP'nin altın yılları olan 2002-2008 arası dönemde orada da hem Amerikan merkezli ekonomik büyümenin, kredi genişlemesinin en canlı olduğu yıllardı hem de Venezüella özelinde diğer ülkelerde de önemli olan bir şey MTA fiyatlarının seyri. 2000'li yıllarda özellikle biz 1999-2008 ve 2010-2014 arasında iki dönem olarak hem petrol fiyatının hem MTA fiyatlarının çok hızlı arttığını ve yüksek kaldığını görüyoruz. Dünya Bankası'nın o konjonktürü bütün alternatif deneyimler için muazzam bir kredi vermiş oldu. Ama o kredi yeteri kadar değerlendirilemedi. Ona bağımlılığın azaltılmasına yönelik girişimler eksik kaldı. Amerika'nın çok yakınında olup sürekli darbe tehdidiyle yaşamak, sonrasında da sürekli tehdit var gündemde. Latin Amerika'nın tarihi bunlardan ibaret. Kötü yönetim tartışmasını o nedenle içeriklendirmek lazım. Böyle bir arka plan var. 2014'te petrol ve MTA fiyatları çöktükten sonra zaten 2000'lerin başında kurulan rejimlerin hepsi çöktü. Brezilya, Arjantin düştü, diğer ülkelerde büyük sorunlar yaşanıyor. Türkiye'de de 2013 sonrasında benzer bir süreç var. AKP otoriterleşiyor mu acaba diye soru işareti konulan süreç de 2013 sonrası. Benzer süreçler. Küresel krizin bizim gibi ülkelere yansımasının 2013 sonrasında gerçekleşmesi o aradaki iktidarlar için böyle bir eğik düzlem yarattı. Bunun sonrasında her bir ülkede farklı gelişmeler yaşandı. Ancak bu Brezilya'da da gördüğümüz sağa dönüş provası şu anda bütün Latin Amerika ülkeleri için Amerika'nın birinci önceliği belli ki. Herhalde Trump iktidardayken bunu başarmak istiyor."