Gelişmeleri Paris'te yaşayan Inalco Enstitüsü'nden akademisyen Alican Tayla ile konuştuk.
‘FRANSIZ HALKININ YÜZDE 70-80'İ BU HAREKETİ DESTEKLİYOR'
"Sarı yeleklerin kim olduğu sorusu aslında bize sadece eylemlere katılanların kim olduğunu değil, genel olarak sadece Fransa'da da değil, Avrupa'nın çok büyük bir kesimine hatta Batı demokrasileri çok büyük bir kesime yayılmış genel bir öfke, memnuniyetsizlik, genel düzene güvenin artık neredeyse yok olması söz konusu. Bunu da bize açıklayan birçok anahtar sunuyor. Sarı yeleklerin o yüzden kim olduğunu anlamak mümkün değil. Ben de sağda solda görüyorum, kimisi esas olarak aşırı sağcılar diyor, kimisi sadece sosyo-ekonomik bir realite üzerinden alt gelirliler diyerek açıklamaya çalışıyor. Bunların hepsi yetersiz. Çünkü belki de ilk defa son yıllarda kelimenin gerçek anlamıyla bir halk hareketiyle karşı karşıyayız. Halk hareketi içinde solcusu da olan sağcısı da olan hiç politize olmayan kesimleri de olan fakat sonuç olarak mevcut düzene karşı halkın hissiyatının büyük çoğunluğunu oluşturan bir kitle söz konusu. O yüzden en son bu sabah yeni yapılmış anket sonuçlarını gördüm. Hemen hemen bütün anketlerde ortalama olarak son şiddet olaylarına rağmen Fransız halkının yüzde 70-80'i bu hareketi destekliyor. Böyle bir durumda da bu bir aşırı sağ hareketidir, sol hareketidir demek çok anlamlı değil. Tam tersine bunun arkasındaki genel buraya nasıl geldiğimizi açıklayan sebeplere bakmak daha faydalı olur."
‘NEOLİBERALLER KENDİLERİNİ CUMHURİYET'İN KURTARICISI OLARAK KABUL ETTİRİYORLAR'
"Burada iki tane farklı nokta var. Biri aşırı sağın yükselişine karşı neo-liberal partilerin birer bütünleştirici Fransa'da bazı zamanlar kullanılan tabiriyle cumhuriyetin kurtarıcısı olarak kabul ettirilip aslında neo-liberal siyasetlerle kendisini hiç özdeşleştirmeyen kitlelerden büyük ölçüde merkez solu kastediyorum, hatta kısmen hakiki sol ya da solun solu diyeceğimiz kitlelerde Le Pen gibi aşırı sağ bir liderle karşılaşıldığında liberal sağ en azından bir kısmı oy verdi. 2002'de ilk defa Fransa'da alıştığımız merkez sol-sağ partilerden olmayan bir aşırı sağ parti ilk defa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jean-Marie Le Pen ikinci tura çıkmıştı. Bu Fransa'nın o zamandan bu yana gelen yaklaşık 15 yıllık siyasetinde çok belirleyici ve travmatik bir rol oynadı. Bu da aslında ister istemez büyük ölçüde liberal düzene kısmen yarıyor. Daima aşırı sağ bir tür korkuluk işlevi görüyor. Eğer aşırı sağ faşizmi ve ırkçılığı istemiyorsanız içinizde bölünmek, sol sağ tartışmalarına kapılmak yerine bütünleşelim ve bunu sağlayabilecek tek hareket de daima ultra liberal düzen partileri. Macron bunun en çarpıcı örneği olmuş oldu."
‘ZAM BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA OLDU'
"Macron'u diğerlerinden ayıran ne? Macron öncesinde ya merkez soldan sosyalist parti ya da merkez sağdan sağ parti adayları hep cumhurbaşkanlığını kazanmıştı. Macron ilk defa son seçimlerde bu iki harekete de ait olmadığını söyleyerek, ne solcuyum ne sağcıyım sloganıyla hatta belli bir söz vadederek, karşısında özellikle ikinci turda Le Pen'i bulduğu için yine kucaklayıcı bir üslupla kendisini sunmuş oldu. Bahsettiğimiz düzen sonuçta büyük ölçüde neo liberal bir düzen ve Macron daha önce Rothschild bankasında ortak olarak çalışıyordu. Aday olmadan hemen önce François Hollande hükümetinin ekonomi bakanıydı. Ne sağcı ne solcu belki ama herhangi bir kopuş aslında söz konusu değil. Bununla beraber Macron'un ilk turda aldığı oy oranı yüzde 24'tü. Bu yaklaşık yüzde 25'lik bir oy kullanmama oranı olan seçimlerde oldu. Kısacası Macron'un programına ilk turda gönül verip, oy veren Fransız seçmenin oranı beşte birin altında. Bunun üzerine Macron ikinci turda aşırı sağa karşı toparlayıcı lider olarak iktidara geldi. Maalesef birçok ülkede gördüğümüz gibi bu kadar hassas bir çoğunlukla iktidara gelmesine rağmen son derece sert ve iddialı reformları hatta parlamenter tartışmayı bile bypass ederek çok otoriter şekilde yürüttü. Bu reformlar büyük ölçüde en varlıklı sınıfın işine gelen alt-orta sınıfları kötü etkileyen reformlar. Macron iktidara geldiğinden beri geçen 1.5 yılı bir dizi çok sert reformlara sahne oldu. Bunlardan en çok konuşulanları bir yandan servet vergisinin kaldırılması bir yandan da iş hukukun dair düzenlemelerle normal çalışanların işten çıkarılma yolarını kolaylaştıran reformlar oldu. Bu da haliyle bu vergi başlamadan önce dahi orta ve alt sınıflarda bir kendilerine saygı gösterilmemesi hatta tam tersine iki yüzlü siyasetin kurbanı olma hissiyatı yaratmıştı. Zaten bu açıdan da mazot vergisini getirdiler. Zam adeta herkesin söylediği tabirle bardağı taşıran son damla oldu. Belki de o alt orta sınıf kategorinin gündelik hayatını en fazla olumsuz etki eden reformlardan biriydi. çünkü kabaca işine gitmek için her gün araba kullanmak zorunda olan bir kategoriden bahsediyoruz. Küçümseme hele kitlesel halk hareketlerine karşı hiçbir zaman doğru bir tavır değil."
‘FRANSA'DA SENDİKALARIN VE SOLCU ÖĞRENCİLERİN DE BİR YÜRÜYÜŞÜ OLDU'
"En başında bir mesafe bir temkin vardı. Zira herkes gibi o kesim de ilk başta bu hareketin ne olduğunu neyi temsil ettiğini anlamaya çalışıyordu. Bu sırada belli bir kesimin hor görüsü, şiddetli şekilde özellikle sosyal medyada ifade buldu. Fakat bu tavır en azından sendikalar ve sol partiler nezdinde çok süratli şekilde değişti. Bu konuyla ilgili yazıyı yazmaya başladığım tarihle bitirdiğim tarihi arasında bile ki bir iki gün geçmişti çok fazla şey hızlıca değişti. Ne zaman ki bunun ‘aşağı Fransa' kitlenin hakiki bir halk hareketi çok meşhur taleplerle ortaya çıkmış bir öfkenin ifadesi olduğu anlaşıldı ki sendikaların ve sol partilerin tavırları değişti. Uzak durmaktan mesafeli yaklaşmaktan başlayana tavır gittikçe biz bu kitlelerle nasıl diyalog kurabiliriz, belki bizimle aynı dünya öngörüsüne sahip olmasa dahi aynı şeye karşı öfkesini ifade eden kitleyle nasıl buluşabiliriz, bunun nasıl parçası olabiliriz şeklinde bir sorgulamaya evrildi. En son herkesin şiddet olaylarına odaklandığı Paris olaylarında kendinden çok fazla bahsedilmemiş olsa dahi sendikaların da bir yürüyüşü oldu, banliyölü gençlerin de solcu öğrencilerin de bir yürüyüşü oldu. Bunlar her koşulda sarı yelekli hareketinde buluşmak zorunda değil. Fakat desteğin kitleselleşmesi çok net olarak görülen bir faktör. Aşırı sağa gelince son yılların anlaması en önemli unsurlarından biri. Nasıl ki merkez sağ dediğimiz özellikle Sarkozy örneğinde iyi gördüğümüz hareket gittikçe söylemini ve temel taleplerini aşırı sağa kaydırdıkça bazı aşırı sağ hareketlerini Fransa'daki Le Pe hareketlerinin bir parçası en azından ekonomik söyleminin nispeten o zamana kadar solun da savunduğu bir düzeye çektiğini görüyoruz. radikal sol hareketi, Le Pen'in ekonmi programının adeta çalınmış olduğunu iddia ettiler. Bu çok da yanlış bir şey değil. Çünkü iki durumda da bu partilerin tabanını oluşturacak potansiyele sahip kitle farklı dünya görüşlerine sahip olsalar dahi yine mevcut düzeni eleştirdikleri noktada buluşuyorlar. Dolayısıyla buradan hareketle sorulması gereken soru artık karşıda kimin olduğu değil, Macron'un temsil ettiği düzen olduğu artık aşikârlarmış bir şey, fakat buna karşı önerilen düzenin ne olduğu. Dolayısıyla da sendikalar ve genç solcular hareketinin sarı yeleklilerle buluşma potansiyeli belki de Fransa'nın önümüzdeki birkaç yılında belirleyici olabilecek bir etken."
‘MUHALİF EYLEMLERE KARŞI İKTİDARLARIN TAVIRLARI ESKİSİNE GÖRE ÇOK DAHA SERTLEŞTİ'
"Temelde Gezi ve buradaki protestoların karşılaştırılmasının taraftarı değilim. Bu ortak bir nokta olmadığı anlamına gelmiyor. Devletin bu hareketlere karşı tavrı tabii ki çok benzer. Bu sadece Fransa ve Türkiye özelinde değil. Geçtiğimiz 15-20 yıl içerisinde genel olarak muhalif eylemlere, grevlere vs. karşı devletlerin ve iktidarların tavırları eskisine göre çok daha sertleşti. Polis şiddeti de birçok yerde öne çıkarılıyor. Böyle bir benzerlik var. Fakat bunun dışında çıkış noktasında Gezi hareketinin çıkışında çok daha genç ve şehirli ve neredeyse varoluşsal taleplerin yaşam hakkı alanına dair taleplerin önde olduğunu görüyorduk. Burada ise çok daha nispeten muhafazakâr bir çoğunluğu olan daha alt bir sınıfın çok daha ekonomik ve gündelik hayata dair taleplerinin çıkış noktasında olduğunu görüyoruz. Bence yine de azımsanamayacak bir faktör. İki gruptaki örnekte de kitlesellik öne çıkarılarak farklı ve birbirinden karışık grupların bir araya gelmesinden bahsediliyor. Gezi'de bunun belli durumlarda varlığını gördük. Fakat Gezi'nin ardından bu gruplar beraber siyasi bir dil üretti, beraber bir tavır takınmaya devam ediyor mu, etmiyor mu? Bana öyle geliyor ki bu belki de kısa bir süre içinde öne çıkarılan belki bir umut olarak öne çıkan fakat sonradan devamlılığının aslında çok yaşanmadığı bir şey. Böyle bir bütünleşme en azından Gezi'nin sonrasında emin değilim ortada hala olduğundan. Burada ise çok sosyo ekonomik bir düzenin sadece Fransa'da değil dünya düzeninde özellikle Avrupa'da hakim olan neo liberal düzene karşı bir hareket olduğu için buradan ortak bir dil üremesi bana çok daha muhtemel gözüküyor. En azından somut koşullar icabında."
‘BU HAREKET MACRON'A SON DARBEYİ İNDİREBİLİR'
Fransa'da Macron'a desteğin çok düşük olduğunu anlatan Tayla, Fransız liderinin istifasını pek olası görmüyor. Tayla'ya göre Macron bu protesto dalgasından cumhurbaşkanı kalarak ‘sağ çıksa' bile yeniden seçilmesi de mümkün görünmüyor: