EKSEN

'Türkiye, Kaşıkçı olayını uzatırsa Suudi Arabistan ile kan davalık olur'

Prof. Hasan Ünal’a göre Trump’ın Kaşıkçı olayında Suudi prensi suçlamayarak pragmatik davranması normal. ABD’nin ‘demokrasi ve insan haklarını’ çifte standartlı kullandığını anımsatan Ünal, Ankara’nın Suriye’deki gibi ideolojik değil pragmatik davranması gerektiğini söyledi.
Sitede oku

Çavuşoğlu'ndan Suudi savcıya yanıt: Bazı açıklamaları tatmin edici bulmadım, Kaşıkçı'nın cesedi nerede?
ABD Başkanı Donald Trump, ABD kurumsal yapısı, CIA ve medyasının büyük baskılarına rağmen Washington Post'un Suudi yazarı Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda öldürülmesi olayından ötürü veliaht prens Muhammed bin Salman'ı (MbS) hedef almadı. ABD'de temaslarda bulunan ve Amerikalı mevkidaşı Mike Pompeo ile görüşen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun da bu konuda ‘tonu daha düşük' bir söylem kullanması dikkat çekerken, dikkatler ay sonunda Arjantin'de düzenlenecek G-20 zirvesine katılacağı belirtilen MbS ile temaslarda.

Trump'ın açıklamasıyla gelişmeleri ve Kaşıkçı vakasında öne çıkan Türkiye'nin yapması gerekenleri Maltepe Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Hasan Ünal ile konuştuk.

‘AMERİKA BAŞTAN BERİ KAŞIKÇI KONUSUNU KAPATMAK İSTİYOR'

Prof. Hasan Ünal, ABD yönetiminin en başından bu yana Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi vakasının üzerine örtmek istediğini belirtirken, ABD Başkanı Trump'ın veliaht prens MbS'ı itham etmekten kaçınan açıklamasının kendisi için ‘beklenilir' olduğunu vurguladı:

Trump: Suudi Veliaht Prensi G-20 zirvesine gelirse kendisiyle görüşebilirim
"Ben Trump'ın bunları söyleyeceğini bekliyordum. Çünkü Trump yönetimi bu şekilde konuyu kapatmış durumda. Trump ve Trump yönetimi açısından Suudi veliaht prensinin yerinden edilmesiyle sonuçlanacak bir yaptırımlar dizisine gerek olmadığı baştan beri çok açıktı. Bunu da Trump gayet güzel izah ediyor, iki argüman kullanıyor. Diyor ki ‘Bu adamlar şu kadar milyar dolarlık savaş uçağı siparişi verdiler bize. Bunlardan dolayı da binlerce Amerikalı iş sağlıyor kendisine. Ayrıca sivil uçak siparişi verdiler bol miktarda ve sürekli bizden alıyorlar. Bundan sonra da bizden almalarını garanti edeceğiz. Bunları yan yana getirdiğimde binlerce Amerikalının işsiz kalmasıyla sonuçlanacak bir süreçten bahsediyoruz.' Şimdi buna değer mi? İkinci kullandığı argümanda diyor ki Suudi Arabistan bize bu ihaleleri vermekle kalmıyor aynı zamanda bizim bölgedeki önemli bir ortağımız. Bölgesel siyasetimizin eski tabirle mihenk noktası. Şunun farkında veliaht prensin üzerine giderse Amerika Birleşik Devletleri, prens kolay kolay teslim olmaz, kavga başlayabilir, Suudiler başka ülkelere yönelebilirler. Mesela İngiltere'den uçak siparişi verirler. Fransa'dan uçak siparişi verirler veya Rusya'ya sipariş verebilirler. Çok açık bu konuda Rusya, konuyu kapatmış durumda. Rusya, Güvenlik Konseyi Üyesi olduğu için önemli bir konumu var. Çünkü bu konuda Suudileri rahatsız edebilecek tek gelişme şu olabilirdi. Büyük bir intihal oluşurdu. Türkiye'nin açıklayacağını ilan ettiği bilgilerle ve delillerle kamuoyunda büyük bir intihal oluşması sonucu Güvenlik Konseyi bu konuyla ilgili özel bir mahkeme kurabilirdi veya özel bir Uluslararası Adalet Divanı'nı mahkeme olarak yetkilendirebilirdi. Bu durumda Suudi Prens de dahil olmak üzere herkesin yargılanmasına gidecek bir mahkeme süreci başlayabilirdi. Çünkü oraya atanacak savcı bilgileri, delilleri tek tek toplayıp bir soruşturma yapacak. Bu bir tür eski Yugoslavya'da savaş suçlarını araştırmakla yetkilendirilmiş güvenlik konseyi tarafından mahkeme gibi olacak. Aynı mesela Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir'in yargılanması örneğinde olduğu gibi. Suudiler dolayısıyla hemen Rusya'ya gidip izahat verdiler. Dediler ki ‘Durum budur'. Ruslar bir açıklama yaptı, ‘Biz Suudi Arabistan'ın yapmış olduğu açıklamalardan ve bize vermiş olduğu izahattan tatmin olduk' dedi. Aynı Rus ajansları bir saat sonra bir açıklama yaptılar. Suudi Arabistan'ın Rusya doğalgaz sektörüne 5-6 milyar dolar yatırım yapacağı açıklandı. Yani Ruslar konuyu kapattı. Amerika da konuyu kapatmak istiyor baştan beri. Dünkü açıklama ilginç. Çünkü açıklamanın arka planında galiba CIA'in ‘Bu işin içinde veliaht prensin elinin olması kuvvetle muhtemel' gibi başkana bir rapor sunmuş olması söz konusu."

‘ABD DEMOKRATİKLEŞME PROPAGANDASINI İSTEDİĞİ ÜLKEYE KARŞI İSTEDİĞİ BİÇİMDE KULLANABİLİYOR'

ABD yönetiminin ‘demokratikleşme' ve ‘insan hakları' propagandasını istediği ülkeye istediği şekillerde kullanmakta olduğuna dikkat çeken Ünal, Türkiye'nin de bu argümanlarla hedef olduğunu söyledi. Ünal, aynı zamanda ABD'nin de Türkiye hükümetinin de Arap isyanları sırasında Bahreyn gibi ülkelerde yaşananlardan hiç söz etmemesindeki çifte standartlı tutuma dikkat çekerek şu değerlendirmede bulundu:

İran: Trump'ın Kaşıkçı'ya rağmen Suudi Arabistan'a desteği utanç verici
"Özellikle Türkiye gibi insan hakları, demokratikleşme propagandasına ya da savaş malzemesine büyük ölçüde maruz bırakılmış bir toplumdan bahsediyoruz. Biz yıllarca adeta bununla dövüldük. Dayak yemedik, hiçbir tarafımız kalmadı bu konuda. Hem Avrupa Birliği'nden hem Amerika'dan. Ama aslında bütün bunların arka planında Amerikalıların ve Avrupalıların büyük Kürdistan projesini bölgeye artı Türkiye'ye dayatma niyeti olduğu da belliydi. Buna Türkiye'deki elitin önemli bir kısmı buna başta inanmadı. Ama şu anda geldiğimiz noktada görüyoruz. Bu konular Amerikan dış politikasındaki bir boyut. Bunu istediği ülkeye karşı istediği biçimde kullanabiliyor. Buna istediği içeriği takabiliyor. Mesela bize bu kadar insan hakları ve demokratikleşme dayatan Amerika ve Avrupalı ülkeler Çin ile işlerini tıkır tıkır yürüttüler. İran ile hemen hemen hiçbir sorun olmadan Avrupalı ülkeler ticarete, ekonomik ilişkilere devam ettiler aynı yıllarda. Bu mesela Türkiye için korkunç bir silaha dönüştü. Neredeyse biz Türkiye'de birbirimizi gırtlaklayacak hale geldik. Amerika Birleşik Devletleri yönetimi ‘Kardeşim tamam bu malzeme kullanılmış olabilir bugüne kadar. Ama bunun da kullanma süresi doldu. Ben bunu alıyorum atıyorum' veya ‘Bu başka ülkelere karşı kullanılabilir argümandır ama bazı ülkelere de kullanılamaz' diyebilir. Suudi Arabistan kullanılamayacak ülke listesinin başında geliyor. Hatta bu argümanlar Türkiye tarafından da 2011 Arap Baharı olaylarının ardından birtakım ülkelerine karşı Ortadoğu'da kullanıldı. Bunların başında da Suriye geliyor. Ama ne Amerika Birleşik Devletleri ne de Suriye Bahreyn'de olup bitenlere tek kelime söz etmedi, Türkiye de etmedi. Öte yandan Trump'ın açıklamalarında 400 milyar dolarlık bir para söz konusu. Bu büyük bir rakam. Buna ilave Birleşik Arap Emirlikleri'nin varlıklarını da ekleyelim. Bu ülkeler sadece Amerika Birleşik Devletleri'ne silah, sivil uçak almakla yetinmiyor aynı zamanda Amerikan firmaları buradaki bütün ihaleleri alıyorlar. Öyle ki Amerikan firmaları ihaleleri alıyorlar. Büyük ölçüde karını alıyor, taşeron kullanıyor, Türk firmalarını kullanıyor. Onlara ufak tefek karlar verip yaptırıyor işleri. Sonuçta büyük parayı vuranlar yine Amerika şirketleri ve onlarla hareket eden şirketler. Trump ‘Ben şimdi bunu yapmayayım da pazarı Çin ve Rusya'ya mı bırakayım?' diyor."

‘TÜRKİYE KAŞIKÇI OLAYINI UZATIRSA SUUDİ ARABİSTAN İLE KAN DAVALIK OLUR'

Türkiye'nin Suudi Veliaht Prensi'ni yerinden etmek gibi bir düşünceyle hareket etmemesi gerektiği görüşünde olan Ünal, Türk hükümetinin yeni bir Esad devirme vakasıyla karşı karşıya kalma riskine dikkat çekti. Ünal'a göre Türkiye bu konuda ısrarcı olursa Suudi Arabistan ile kan davalık olur:

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Cubeyr: Erdoğan, Kaşıkçı talimatının Veliaht Prens'ten geldiğini kastetmedi
"Çavuşoğlu orada Veliaht Prens demiyor, Suudi kralının bu işlerle alakası olmadığını söyledi. Ben de aynı kanaatteyim diyor. Çavuşoğlu eğer prensin bir ilgisi olmadığını söylüyorsa ve Türkiye, veliaht prens ile uğraşmayı bırakacaksa bence doğru yola giriyor demektir. Sebebine gelince ortada vahşi bir cinayet var. Bunun bizim topraklarımızda işlenmiş olması bizim açımızdan da meseleyi önemli hale getiriyor. Fakat öbür taraftan Suudi konsolosluğu bizim toprağımız olmadığına göre ne yapalım, Suudi Arabistan'da da işler böyle yürüyor. Ama biz bir devletiz. Türkiye bu işin örtbas edilmesine izin vermemeliydi, bunu da yaptık. Türkiye bu işin üzerine gitmeseydi yani polisin topladığı deliller, istihbaratın topladığı deliller gayet profesyonelce özellikle Amerikan gazetelerine, basın kuruluşlarına sızdırılarak süreç gayet profesyonelce yönetilmeseydi Amerikan basınının hışmı bize yönetilecekti. ‘Siz rüşvet aldınız. Suudiler sizi parayla satın aldı. Bu işi bu yüzden örtbas ediyorsunuz. Oysa siz konsolosluğa o adamın girdiğini görüyorsunuz ama oradan çıkmıyor olduğunu da biliyor olmalısınız' diyeceklerdi. Türkiye'nin elinde bu işi örtbas edecek malzeme de vardı. Kaşıkçı'nın elbiselerini giyen ve ona çok benzeyen birisi dışarıda çıkıyor, bir yerlerde geziyor. Aslında Suudiler işi kendi çaplarında profesyonelce planlamışlar. Ama Suudi profesyonelliği yani Türkiye'nin elindeki delil toplama yeteneğinin gölgesinde kaldı ve sonuçta Türkiye bunun örtbas edilmesine izin vermedi. Türkiye'nin bu profesyonelce kriz yönetimi Suudilere cinayeti kabul ettirmek zorunda kaldı. Suudiler bunun sonucunda ‘Evet. Böyle bir cinayet işlendi. Biz şimdi işleyenleri buluyoruz' dediler. Sonra yaptıkları açıklamalar çok mantıklı ve birbirini tamamlayan açıklamalar olmamakla birlikte konu dünya tarafından kabul edilmiş durumda. Burada hakem olacak ülke Amerika Birleşik Devletleri. Suudi Arabistan'a zarar verme yeteneği olan tek ülke o. ‘Ben Suudiler ile ilişkilerimi ne olursa olsun olduğu biçimde devam ettireceğim' diyorsa o ülke, bizim veliaht prensi yerinden etmek için elimizdeki verileri bu olayı bu şekilde kullanmaya zorlarsak içinden çıkamayabiliriz. Yeni bir Esad devirme vakasıyla karşı karşıya kalabiliriz. Uğraşırız ama hiçbir şey yapamayız. Belki de Suudi Arabistan'ı önümüzdeki elli yıl daha yönetmesi zorunda olacak birisiyle kan davalık oluruz."

‘TÜRKİYE'NİN ELİNDE DOĞU AKDENİZ'DEKİ KUŞATILMIŞLIĞINI KIRMA FIRSATI VAR'

Kaşıkçı olayını Suudi Arabistan ile ilişkileri yola sokabilecek bir fırsat olarak gören Ünal, Türkiye'nin bu sayede sadece Suudi Arabistan ile değil, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile de ilişkileri düzeltebileceği kanısında. Türkiye'nin Suriye savaşına ideolojik bakış açısıyla girerek hükümet devirmeye kalkıştığını anımsatan Ünal, bu politikaların sonucu olarak Türkiye'nin Mısır sayesinde Doğu Akdeniz'de iyice kuşatılmış hale geldiğini anımsattı. Ünal, Kaşıkçı olayının bu kuşatılmışlığı kırma fırsatı sunabileceğini belirtti. Ünal'a göre Kaşıkçı olayıyla Türkiye eline geçen fırsatları pragmatik biçimde değerlendirmeli:

Türkiye'den 'Yunanistan-Mısır-Güney Kıbrıs Ortak Bildirisi'ne tepki
"Suudi Arabistan ile ilişkilerimizi düzenlemek, yeniden ele almak bizim için daha iyi olabilir. Çünkü bir de Suudi kralı Türkiye ile bir şekilde bu vesileyle ilişkileri toparlama niyetinde. O halde biz de bunu kullanalım. Suudi prensin bu işin içinde olduğuna dair elimizde birtakım veriler olduğunu söylesek, ima etsek bile Suudi krala ve prense, ‘Kendi vatandaşları, kendi toprağı, kendi konsolosluğu, fiilen bu işi yapanlar da cezalandırılacağına göre' diyerek bırakıp Suudi Arabistan ile ilişkilerimizi düzeltirsek onlar vasıtasıyla Mısır ile ilişkileri düzeltme fırsatı buluruz. Şu anda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır bunların hepsi bir cephe halinde ve bize karşılar. Elimizdeki bu fırsatı bu ülkelerle ilişkilerimizi toparlamak için kullanırsak aynı zamanda Doğu Akdeniz'deki kuşatılmışlığımızı da Mısır yoluyla kırma fırsatı olur. Bu bir sonraki aşamada İsrail ile bile ilişkileri ortalama ve sürdürebilir hale getirmeye yarar. Eğer olaya ideolojik değil pragmatik bakarsak. Bütün bunların olabilmesi için Suriye'deki politikalarımızdan vaz geçmemiz lazım. Çünkü Suudilerle, Mısırla vs. bozuşmanın başlangıcı 2011 Arap Baharı olayları. Orada biz Müslüman Kardeşler merkezli bir siyasetten yana olduk Mısır'da. Suriye savaşına aynı ideolojik bakış açısıyla girdik. Suriye'deki hükümeti devirmeye kalkıştık ya da devrilmesine büyük ölçüde yardımcı olduk. Eğer biz Suriye'deki bu iç savaşa destek vermesek ve tam tersine Şam hükümetinin yanında olsaydık ki Şam hükümeti nezdinde muazzam kredimiz olurdu ve ona yaptığımız telkinlerin bir kısmını Şam hükümetinin dinlemesi ve yerine getirmesi mümkün dahi olabilirdi adım adım. O zaman Suriye'de iç savaş katiyen bu boyutlara ulaşmazdı. Bunun için demek ki Suudilerle uzlaşabilmenin yolu da dış politikayı belirleyen ideolojik bakış açısının bir kenara bırakılıp pragmatizme yani faydacılığa dönmek. Benim ülkem için faydalı olan nedir konusuna yönelmek lazım. Bu da o zaman işleri toparlar. Bu Rus matruşkası gibi bir şey. Bir şey çıkartıyorsunuz bu zannediyorsunuz, içinden başka bir şey daha çıkıyor."

‘YUNAN TARAFINA İSRAİL VE MISIR'I MÜTTEFİK OLARAK HEDİYE ETTİK'

Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de kendi kendisine dışlanmayı sağladığını belirten Ünal'a göre Türk hükümeti uyguladığı politikalarla Yunan tarafına İsrail ve Mısır'ı müttefik olarak hediye etti. Ünal, Türkiye için doğru olanın Şam yönetimi ile uzlaşmak olduğuna da değindi:

Dışişleri Bakanlığı'ndan Yunanistan ve Mısır’a Rodos’ta askeri tatbikat uyarısı
"Veliaht prens ihvan karşıtı politikaların şu anda liderliğini yapıyor. O çerçevede Mısır'ı ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni yanına almış durumda. Son günlerde şu haberler geliyor. Suudi Arabistan'ın Suriye ile de uzlaşmış olabileceği yönünde. Bu bizim için de çok faydalı olur. Suudi Arabistan yakın zamanda PYD'ye 100 milyar dolar ödeme yaptı, Amerika öyle istiyor diye. Biz Suudi Arabistan ile yakınlaşırsak, o zaman ‘Yapma bu yardımları. Bizi rahatsız edecek şekilde Suriye'de faaliyette bulunma' diyebiliriz. Ama bunu diyebilmemiz için bizim Suriye ile uzlaşmamız lazım. Öyle bir noktaya gidiyoruz ki dış politikada. Bir defa Doğu Akdeniz'de tümüyle kendi kendimizi dışlamış bir durumdayız. Yunan tarafına İsrail'i Mısır'ı müttefik olarak hediye ettik. Onlar da bunların hepsini tepe tepe kullanıyorlar bize karşı. Eğer Suudiler, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır Suriye ile de uzlaşırsa o zaman Suriye ile uzlaşmayan ülkeler listesinde tek biz kalacağız. Bu taraftan da kuşatılmış olacağız böylece. Suriye ile uzlaşmamanın aynı zamanda Irak merkezi hükümeti ile, İran ile ve Rusya ile ilişkilerimizde pürüzler yaratmakta olduğunu söylemeye gerek yok zaten. Bizim dış politikamız nerede bozulduysa orada düzeltmek lazım. İşin özüne inmek gerekiyor. Bunun için de Afrin'di, İdlib'di gibi konulara çok büyük önem addetmeyi bırakıp Türkiye'nin çıkarları açısından Şam ile uzlaşmanın doğru yol olduğuna gelip PYD'nin üzerine gitmek, bu arada da Suudilerle, Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkileri düzeltmek, dengelemek ve oradan Mısır'a açılmak. Mısır'ı Rum Yunan tarafının elinden almak lazım."

Yorum yaz