EKSEN

‘Fırat Kalkanı ile Suriye’de tekrar aktör haline gelen Türkiye, İdlib’de karar verici durumda’

Avrupa Birliği ile ilişkilerin Türkiye’nin dünyadaki duruşunu belirlediğini belirten Ahmet Kasım Han’a göre, Türkiye’nin dünyadaki yerini sağlamlaştırması AB ile ilişkilerin iyileşmesine bağlı. Han, Fırat Kalkanı ile Suriye’de tekrar aktör haline gelen Türkiye’nin İdlib’te karar verici durumda olduğunu belirtti.
Sitede oku

Çavuşoğlu-Maas basın toplantısı: Bunların amacı İdlib’i ele geçirmek, teröristler dahil 2 milyon kişi Türkiye'ye gelebilir
Türkiye dış politikası İdlib yüzünden karar aşamasına geldi. Başta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu olmak üzere hükümet yetkilileri Suriye ordusunun müttefiklerinin desteğiyle İdlib'deki el Kaide ve türevlerine yönelik operasyonunu engellemek için seferber olurken, Ankara'nın olanca sorunlara rağmen ABD yönetimi ile aynı duruşta olduğu dikkat çekiyor. Gerek ABD'nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey'nin temasları gerekse Çavuşoğlu'nun AB temasları eşliğinde ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile görüşmesi ve sonrasındaki açıklamaları buna işaret ediyor. Türkiye hükümeti diğer yandan Rusya Federasyonu ile temasları sürdürürken, hangi yönde adım atacağı merak konusu.

İdlib operasyonu yaklaşırken ABD ile artan diyalog sürecini Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han ile konuştuk.

‘ABD KENDİ İSTEDİĞİ ŞEKİLDE ÇÖZÜMÜN ŞEKİLLENMESİNİ İSTİYOR'

Ahmet Kasım Han, ABD'nin Türkiye ile arasındaki sorunları kendi istediği şekilde çözüme kavuşturmak istediğini belirtti. Han'a göre, Türkiye ve ABD farklı önceliklere sahip iki müttefik:

ABD Maslahatgüzarı'ndan İdlib açıklaması: Türkiye ile aynı endişeleri taşıyoruz
"Önceliklerin örtüşmemesi yönünde bir hava var. Burada temel mesele önceliklerin örtüşüp örtüşmemesidir ama pratik olarak anlamlı mesele bu öncelikleri örtüşür hale getirip getiremeyeceğimizdir. Tercih edilen sonuç kendi önceliklerimizi diğer paydaşlarımızın önceliklerini sizinkiler yönünde oluşturmak. Ama olmuyorsa kendiniz ne yapabiliyorsanız, bir biçimde taviz mi vereceksiniz, şunu daha fazla önemseyip, bunu daha mı az önemseyeceksiniz. İstediğiniz sonuç bu olmasa da ona yakın bir sonucu hayata geçirmeye çalışmak. Türkiye'nin şu anda ABD'ye istediklerini kabul ettirebildiği yönünde bir işaret olmadığını görmek lazım. Amerikan tarafı da bir biçimde bir zemin yakalama gayreti içerisindeler. Burada Türkiye açısından daha sorunlu olan tespit şu olabilir: Amerikalılar, Türkiye ile bir çözüme ulaşmayı arzu ediyorlar, bütünüyle köprüleri atmış değiller. Ama Amerika'da birebire yakın kendi istedikleri şekilde çözümün şekillenmesini istiyor gibi bir hava var. Buna mukabil Türkiye'nin de bu alanı onlara yaratma dürtüsünün olmadığını anlıyoruz yani karar vericilerin öyle bir isteklilikleri yok, bir direnç gösteriliyor. Ve bu gösterilen direnç bağlamında da Türkiye kendi tezlerinden kıpırdamış bir görüntü arz ediyor diyemeyiz. Burada hala sonuç itibarıyla bir bilek güreşi var. Bir noktada eğer taraflar bu güreşten vazgeçmezlerse bir noktada sonuçlanacak demek bu bilek güreşi."

‘ABD'NİN TÜRKİYE İLE POZİSYON BENZEŞMESİ VAR AMA NEDEN-SONUÇ İLİŞKİLERİ TAMAMEN FARKLI'

Ahmet Kasım Han'a göre, ABD'nin Türkiye ile bir pozisyon benzeşmesi var fakat neden-sonuç ilişkileri birbirinden tamamen farklı. Han, Rusya'nın İdlib operasyonundan fayda etmesi için oradaki karar verici ülke olan Türkiye ile ilişkilerini yakın tutması gerektiğine değindi:

ABD'nin Ankara Büyükelçiliği: Jeffrey, 'İdlib'e saldırı, Suriye'deki krizi tırmandırır' görüşünü yineledi
"Amerikalıların bizimle bir pozisyon benzeşmesi var ama bunların arkasındaki neden-sonuç ilişkileri birbirinden tamamen farklı. Onu anlamadan da bu mevzuyu iki tane büyük güç arasında yönetmek çok mümkün gözükmüyor. Amerikalılar, Rusların elini serbest bırakmamak adına böyle konuşuyorlar. Dünyanın hiyerarşisinin en tepesinde oturan iki ülke. Ve bu iki ülkenin temel rakipleri Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail, Suriye değil, temel gündemleri de aslında bunların hiçbirisi değil. Temel gündemleri birebirleriyle olan güç mücadelesinde ne avantaj veya ne dezavantaj yaşadıkları ve kendi aralarındaki dereceli güç ilişkisinin nerede durduğudur yani ‘kimin eli daha yukarıda' durumu. İdlib bu hesabın bir parçası olarak görüldüğünde dışarıdan yapılacak bütün etkilere Rusya açısından kapalı, Amerikalıların da söyledikleri her şey ‘Ruslar orada istedikleri gibi ayı oynatıp, canları istediği noktaya meseleyi getirmesinler' üzerinden. Yani Rusya özellikle Türkiye'nin canını sıkmak için özellikle İdlib'te operasyon yapmak arzusunda, aslında Rusya'nın Türkiye ile ilişkilerine de birtakım faydaları var. En başta da yine o küresel masadaki fayda çok ön planda. Batı ittifakı içerisinde Türkiye kırılması yaşanıyor olması Moskova'dan hoşnutsuzlukla takip edilen bir manzara olmasa gerek. İdlib'teki manzaranın Türkiye aleyhine dönüşmesindense Rusya'nın büyük Suriye resmi ve daha büyük küresel bir resim ötesinde bir faydası yok. Çünkü İdlib operasyonundan faydayı elde etmek adına Türkiye ile ilişkilerinin yakın olması lazım ve İdlib'te harekete geçtiği zaman bunu sürdüremez o nedenle Türkiye orada bir karar verici. Rusya öncelikle bütünüyle ona teslim olduğu bir manzara çizmek durumunda ve bunun bütün sonuçlarının bedelini de ödemek durumunda kalacak."

‘İDLİB OPERASYONU, TÜRKİYE'YE NÜFUS BASKISI YARATACAK'

Ahmet Kasım Han, İdlib operasyonunun Türkiye'ye bir göç dalgasını başlatacağı görüşünde. Han, İdlib'ten Türkiye'ye sığınacaklar arasında cihatçıların da olma ihtimalinin yüksek olduğunu vurgulayarak Türkiye'nin bu unsurların bir kısmıyla diyalog halinde olması gerektiğini belirtti:

'BM, İdlib için yüksek alarmda'
"İdlib özelinde buranın Türkiye'ye yaratacağı nüfus baskısı, bu nüfusun bir kısmının da cihatçı teröristler olması. Onların Türkiye'ye girmesini Türk makamları da arzu etmiyorlar. Davulla zurnayla ilan edecek durum da yok. Nihayetinde İdlib'te mevcut vaziyette Türkiye'nin bu grupların en azından bir kısmıyla diyalog içerinde olma zarureti var. Bu tür güvenlik enteresan ikililer yaratabilir. Hepsiyle görüşmez ama bir kısmıyla görüşür Türkiye bu grupların. Onlar birbirlerini ayrıştırmadıkları müddetçe Türkiye'nin bugüne kadar söylediği hep aynıydı zaten. ‘Burada birtakım radikal gruplar var ama o kadar radikal olmayan Astana mutabakatının tanımladığı parantezin içerisine girmeyen unsurlar da var' diyor Türkiye. Bunu demeye devam edecektir. Ama bu sonucu değiştirmez. Türkiye'nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı bölgelerindeki ÖSO ile hem Kuzey Suriye'nin geleceği YPG-ABD ilişkileri dahil olmak üzere hem de Suriye'nin geleceği ve Suriye'nin ötesi, yani İsrail'i, Ürdün'ü, Lübnan'ı bunları düşünerek bir genel yaklaşım geliştirmesi gerekecektir. O genel yaklaşımın tercihlerinin ne olacağını görmek lazım. Eğer özgül ağırlıkla yuvarlanmak ya da fizikteki serbest düşüş denilen şeyin uluslararası ilişkilerde bir karşılığı varsa sanki o taş oraya doğru düşüyor gibi biraz isteyerek biraz istemeyerek. Diplomatik dil olarak buralarda bir kabul ilanı Türkiye'den beklememek gerekir ama fiiliyat o şekilde şekillenir."

‘AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİN İYİLEŞTİRİLMESİ ÖNEMLİ'

Avrupa Birliği ile ilişkilerin Türkiye'nin dünyadaki duruşunu belirlediğine dikkat çeken Ahmet Kasım Han, AB ile ilişkilerin iyileştirilmesi gerektiğini söyledi. Han, Türkiye'nin Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye'de tekrar aktör haline geldiğini belirtti:

TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Bozkır: AB havayı da suyu da temizler
"Türkiye'nin dünyada bulunduğu yerden dolayı bir denge siyaseti gütmek durumunda olduğunu söylemek lazım. AB her zaman bu hikayenin önemli bir parçasıydı. 2005'ten itibaren Avrupa Birliği üyeliği ihtimali Türkiye açısından çok önemliydi. O kadar önemliydi ki bizde kısa dönem bir hafıza kaybı sorunu olur genelde. Ama şunu hatırlatırsak manalı olur: Beşar Esad ile en güzel günlerimizde Esad, Avrupa Birliği üyesi Türkiye'nin Suriye için ilginç bir müttefik olduğunu söylüyordu. Mefhumu muhalifinin çok da ilginç olmadığını bu cümle içinde okumak da mümkün. Biz o tarihte bunları duymamayı tercih ettik. Avrupa Birliği ile ilişkimiz kötüleşirken dünya ile bölgemizdeki duruşumuz da daha müşkül bir hale gelmeye başladı. Duymamayı tercih ettiğimiz, yerini o ilişkileri üzerinden kurduğumuzu düşündüğümüz birtakım ilkeler de iflas etmeye başlayınca hakikaten kendimizi müşkül bir durumda bulduk. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 15 Temmuz sonrasında gösterdiği fedakârlıkla Fırat Kalkanı Harekatı'nın yapılmasına yönelik gösterilen siyasi irade ve Silahlı Kuvvetleri'mizin bunu başarmış olmasının üzerinden Suriye'de tekrar aktör haline geldik. Yoksa tümüyle meselenin dışındaydık. Bunun bir bacağı da Rusya ile ilişkilerin iyileştirmesi konusundaki diplomasiydi. Şimdi bu ilişkiler Amerika'da garip bir iradede başlarken Türkiye'nin genel olarak ilişkilerini düzenlemek, dünyada bulunduğu yeri sağlamlaştırmak, kendi pozisyonlarını tahkim etmek bakımından Avrupa Birliği ile ilişkilerin iyileştirilmesi önemli. Bu yönde bir tercih olduğunu da gözlemliyorum, yapılan açıklamalar onu gösteriyor. Bu böyle serbest bir elimizin olduğu ve istediğimiz şekilde p'leri masaya sürüp çekebileceğimiz bir ilişki olmayacaktır. Daha dün Alman Dışişleri Bakanı, ‘Türkiye'nin ekonomideki istikrarı bizim için önemlidir ama bugün Türkiye'ye yardım etmekten ziyade bunun olabilmesi için Türkiye'nin karşılığında neler yapmaya hazır olduğu tartışacağımız bir gündü' dedi. Demek ki bu Avrupa Birliği'nin demokrasi, insan hakları vs. konularda bizim kadar alıcılarımızın her zaman pek de müttefik olmadıkları pozisyonlarından kolay kolay da taviz vermeyeceğini gösteriyor."

‘TÜRKİYE, BATININ YERİNE RUSYA VE ÇİN'İ KOYARAK KENDİNİ KURTARABİLECEK KONUMDA BİR ÜLKE DEĞİL'

Ahmet Kasım Han, Türkiye'nin batının yerine Rusya ve Çin'i koyarak mevcut krizlerden kurtulamayacağının altını çizdi. Han, Avrupa Birliği ile ilişkilerin evrensel standartlarda çözülmesi gerektiğine değindi:

'Türkiye'nin BRICS üyeliği şu an için imkansız'
"Türkiye'nin yeni bir hikaye yazması, o yazdığı hikayeyi de üç aşağı beş yukarı 2005'ten 2013'e kadar işlemiş olan parametreler üzerinden yazması yapılması gereken ilk şey. Avrupa Birliği ile ilişkilerin iyileştirilmesi ve Türkiye'nin doğu-batı arasında dengeli bir noktaya kendini oturtabilmesi, tercihlerini bu noktaya getirmesi önemli. Öte taraftan bu işleri zorlaştıran Türkiye'nin beka sorunu olarak algıladığı bir PKK sorunu var. İdlib'te en önemlisi olmak üzere yeni bir göçmen dalgasına ilişkin riskler var. Ve bu göçmen dalgası içinde kimin Türkiye'ye sığınmaya çalışıp çalışmayacağı yönündeki başka bir problem de var. Suriye'de çözüm söz konusu olursa üç aşağı beş yukarı sahadaki yöntemin sonucu belirleyeceğini düşünürsek bugünkü manzaranın çok ötesinde de bir şey olmayacak herhalde. Bir de iş çözüldükten sonra Suriye ile ilişkiler var. 911 km sınır buhar olup uçmayacak. Yine o tarafta kimin olduğu kimin olmadığı meselesi bizim açımızdan son derece kritik ve önemli olacak. O bakımdan buralarda biraz daha geleneksel tercihler ve denge siyasetine dönmek gerekecek. 2005'in dünyasının olmadığı muhakkak ama yine de Türkiye'yi koruyacak olan formüller 2005 dünyasının içinden çıkabilecek formüller. Türkiye ilişkilerinde Rusya ve Çin'i, batının yerine koyarak kendini bu durumun içerisinden kurtarabilecek konumda bir ülke değil. O kadar küçük ki Türkiye, bunu görmek lazım. Tam da Türkiye'nin ne kadar büyük bir devlet olduğunu söyleyenlerin argümanlarındaki haklılık nedeniyle bu olamaz. Çünkü ne Rusya'nın elinde böyle kaynaklar var ne de Çin'in elinde böyle kaynaklar var. Son tahlilde Türkiye kendine bir gelecek inşa etmeye çalışan bir ülkedir ve o geleceğin içerisinde Rusya ve Çin'in yeri olduğu gibi eğer Amerikalılar bu kadar çıldırmışsa Avrupa Birliği'nin çok daha önemli bir yeri olduğunu düşünmek gerekir. Dolayısıyla ekonomik hikaye de dahil olmak üzere genel hikayenin olumlu olabilmesi için Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde sürekli önümüze konulan birtakım dosyaların Avrupalılar istiyor diye değil, bizim iyiliğimize olduğu için ama şöyle veya böyle evrensel standartlarda çözülmesi lazım. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, güçler ayrılığı gibi birtakım başka konulara da girmemiz gerekiyor."

Yorum yaz