Dış Politika Uzmanı Özdemir Akbal'a göre Graham'ın "PYD'nin silahlı kanadını desteklediği" bilinen bir gerçek:
"Cumhuriyetçi Parti Güney Carolina Senatörü Lindsay Graham'ın ABD'nin Savunma Sekreterliği görevi Ashton Carter tarafından yürütüldüğü dönemden itibaren terörist yapılanma PYD'nin silahlı kanadını desteklediğini bilmekte fayda var. Graham, 15 yıldır Amerikan senatosundaki görevini yürütüyor ve Amerika'daki stratejik değerlendirme kuruluşları ile de yakın ilişki içinde. Açıklamasına bakıldığında Türkiye'nin Suriye iç savaşına müdahil olduğu takdirde olumlu sonuçlarla karşılaşmayacağını beyan ettiğini görüyoruz. Bu durum aslında bir niyetin ortaya konulması. Yani bu açıklamayı tersi bir yönden ‘Suriye meselesine müdahil olmamanız bizim işimize gelir' diye okumak da mümkün. Graham, PYD terör örgütü ve onun silahlı kanadının en önemli temsilcilerinden. Dolayısıyla Graham'ın bir düşünce ve açıklamasının ötesinde fazlaca bir anlam ifade etmiyor. Graham'ın Türkiye'nin Suriye'de daha fazla müdahil olmaması gerektiği yönündeki açıklaması, aslında Obama döneminden itibaren yaklaşık olarak 2015'ten beri yürüttüğü ve Senato'da arkasında durduğu politikanın çökmesinden ortaya çıkan çekincenin bir yansıması. Eğer Türkiye bu hususta dikkatli ve gerekli stratejik adımları atabilirse belli bir dönem sonra ABD'nin PYD desteği direncinin kırılması mümkün. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de ABD-Rusya heyetinin görüşmesinin ardından ortaya çıkacak olan siyasi iklimde stratejik adımların büyük bir incelikle hesaplanması gerekecek. Graham bu durumun gerçekleşme ihtimaline karşın klasik Amerikan politikacı davranışı olan aba altından sopa gösterme tekniğini kullanmaya çalışırken bir yandan da katkıda bulunduğu politikanın çökmesini engellemeye çalışarak Senato'daki geleceğini kurtarıp belki de bir gün başkanlığa oynama imkanını ortaya koymaya çalışıyor" dedi.
‘ABD, TÜRKİYE'YE 1974'TE UYGULADIĞINA BENZER BİR AMBARGONUN SİNYALİNİ VERİYOR'
İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Naim Babüroğlu'na göre ise Graham'ın sözlerini son 1 ayda birbirini takip eden gelişmeler ışığında yorumlamak mümkün:
"26 Haziran'da ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell, Ankara'nın Rusya'dan S-400 hava savunma sistemleri alma anlaşmasını hayata geçirmesi halinde Washington'ın yaptırımlarıyla karşılaşacağı tehdidinde bulundu. 2 Temmuz'daysa ABD'li Senatör Chris Van Hollen, Türkiye'nin Rusya'dan S-400 sistemini alması halinde Washington'dan F-35 uçakları alamayacağı tehdidinde bulundu. Neden böyle bir tehditte bulunuyor? Çünkü Türkiye S-400'leri aldığı takdirde, Rusya'nın F-35'lerin zayıf yönlerini bulup ve ABD'ye karşı kullanacağını söylüyorlar. ABD'li yetkililerin art arda yaptığı açıklamaları bize ABD'nin Türkiye-Rusya yakınlaşmasına karşı olduğunu açıkça gösteriyor. ABD, Türkiye'nin S-400 anlaşmasına karşı ve Türkiye'nin S-400 alması durumunda uygulanması olası bir ambargodan söz ediyor. Böyle bir ambargoyu ABD, Türkiye'ye en son 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında uygulamış ve ambargo 4 yıl sürmüştü. Ancak o dönem, Türkiye koalisyon hükümetiyle, bu ambargoya rağmen barış harekatını başarıyla gerçekleştirdi. Bu örnek önemli çünkü ABD'den gelebilecek benzer bir hamlenin sinyallerine tanıklık ediyoruz."
Menbiç'te ABD ile varılan anlaşmanın ne oranda ve şekilde uygulandığına ilişkin soru işaretleri olduğunu paylaşan Babüroğlu "Türkiye, hem Bab hem Afrin'i kontrol altına aldı ama onun hemen doğusunda bir Menbiç cebi kaldı. Menbiç'te sayıları 5 bin ila 7 bin arasında olduğu tahmin edilen PYD, YPG, PKK (mensupları) var. ABD ve Türkiye arasında sağlanan anlaşma kapsamında, YPG'lilerin silah teslim edip, Fırat'ın doğusuna çekileceği açıklanmıştı. Ama DSG'ye bağlı Menbiç Askeri Meclisi Komutanlığı çıkıp bir açıklama yapıyor ve diyor ki ‘YPG, kentte kalan 12 danışmanını da Menbiç'ten çekti'. İyi de nasıl oluyor? Orada sadece 12 danışman yoktu ki. Orada 5 bin ila 7 bin arasında YPG/PYD/PKK teröristi vardı. Bunlar çekildi mi? ABD Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Philip Kosnet, 2 gün önce ‘YPG ıslah oldu, bizimle işbirliği yapacak' diyor ama herhangi bir çekilmeden bahsetmiyor. Bu kişiler çekildi mi? Bunlar silahlarını teslim etti mi? Yoksa bu PKK'lılar sivil halkın içine mi karıştı? Bu soruların yanıtlarını bulmamız lazım. Türkiye'nin istihbaratı var. Oradaki teröristlerin kimlikleri biliniyor olmalı. Menbiç Askeri Meclisi Komutanlığı'nın verdiği bu bilgiye bağlı kalmamak gerekir. Eğer bu silahların sayısı veya Fırat'ın doğusuna çekilen terörist sayısı belirtilmemişse veya bahsedilen bu silahlar Türk, Amerikan istihbarat yetkililerine verilmediyse, bu Menbiç'teki teröristlerin kılık değiştirerek orada bulunduğu anlamına geliyor" ifadelerini kullandı.
‘TRUMP-PUTİN ZİRVESİ TÜRKİYE AÇISINDAN YAŞAMSAL ÖNEMDEDİR'
ABD'nin 16 Temmuz'da gerçekleşecek olan Trump-Putin Zirvesi'ne kadar zaman kazanma çabası içerisinde olduğunu savunan Babüroğlu "Fırat'ın doğusunda PYD/PKK'ya özerklik verilecek ve taraflar bu konuda muhtemelen anlaştı. Suriye'nin güneybatısında da İsrail'in güvenliğini sağlayacak bir tampon bölgeden söz ediliyor. Geriye Menbiç, Afrin, El Bab ve İdlib kalıyor. Şahsi kanaatim, ABD'nin, Türkiye'yle 4 Haziran'da anlaşma yürürlüğe soksa bile PYD/PKK'yı gözden çıkarmayacağı yönünde. Zira Fırat'ın doğusu Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 27-28'ini kapsıyor. Burada PYD, YPG yani PKK var. ABD oradan PKK'yı uzaklaştırırsa orayı kim kontrol edecek? Bunun cevabı ABD'de de yok. Ancak ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ‘Suriye'de PKK/PYD'yi dışlayıp bunun yerine askeri güç getirirlerse 50 bin Amerikan askerine ihtiyaçları olduğunu' söylüyor. ABD, bu 50 bin askeri getirmeyeceğine göre de YPG'yi dışlamayacak. Zaten yetkililer, Türkiye'nin güvenlik kaygılarını anladıklarını ancak YPG'yi de dışlamayacaklarını söylüyorlar. ABD ne Türkiye'den vazgeçiyor; ne de YPG'den…Bu sebeple 16 Temmuz'daki Trump-Putin zirvesi Türkiye açısından yaşamsal önemdedir. Zira eğer Suriye'nin doğusunda özerk bir yapıda anlaşılırsa, bu ilerleyen yıllarda Türkiye için büyüyen bir terör riski anlamına gelir" ifadelerini kullandı.
Esad'ın Dera'da stratejik üstünlüğü sağlamak üzere olduğuna işaret eden Babüroğlu "Dikkat ederseniz, bu ilerleyişe İsrail ve ABD ses çıkarmıyor. Çünkü Esad'ın Dera'yı kontrol altına alması konusunda Rusya, ABD ve İsrail anlaştı. Ama istenilen buradan İran'ın tamamen çekilmesi. Peki, Esad, Dera'yı tamamen kontrol altına aldıktan sonra ne yapacak? Kuzeye, yani İdlib'e yönelecektir. İdlib'te Türkiye'nin 12 gözlem noktası ve çok sayıda askerimiz var. İdlib'te sadece ılımlı muhalifler değil, El Kaide motifli Heyet Tahrir Eş-Şam ve IŞİD motifli örgütler var. O yüzden Esad, Dera'da yaptığı gibi saldırıya geçerse o zaman bizim askerlerimizin güvenliği ne olacak? Esad, oraya bir saldırı düzenlerse ve Rusya Esad'ı durdurmazsa ne olacak? Türkiye gözlem noktalarını mı çekecek? Yoksa başka bir anlaşma mı yapılacak? Şu anda İdlib'in nüfusu 2.5 milyon. Bunların 200 bini Türkiye'nin ‘terör örgütü' diye kabul ettiği örgütlerin militanı. Bunlar Türkiye'ye sızarsa veya oradan bir sığınmacı akını gelirse o zaman Türkiye'deki 4 milyon sığınmacının sayısı tırmanır. Bu yüzden Türkiye'nin, Trump-Putin zirvesini dikkatle takip etmesi ve İdlib konusunda bir B planı olması şart" dedi.
Türkiye, YPG'yi, PKK’nın Suriye’deki uzantısı olarak görüyor ve bu yapıyla ilişkili DSG gibi örgütlerin de 'terör örgütü' olarak kabul edilmesini istiyor. Ancak, Başta ABD olmak üzere Batılı güçler, Ankara’nın bu görüşünü kabul etmiyor. Ankara, ayrıca YPG'ye silah verilmesine de sert bir şekilde karşı çıkıyor.