Mustafa Sönmez ise dövizdeki kur artışının sebebinin dış kaynaklı bir müdahale olmadığını ifade ederek "Hiç dış komplo filan aramasınlar. Bunun içeriyle ilgisi olduğunun herkes yaşayarak farkında. Hangisi komplo? Enflasyonun tırmanması mı, bütçenin bu kadar açık vermesi mi, işsizliğin bu kadar yüksek olması mı?" diye sordu.
'TÜRKİYE'NİN İFLASI BAŞLADI'
Makro ekonomist ve finans tarihçisi Russell Napier, İsviçre'de yayımlanan Neue Zürcher Zeitung gazetesine verdiği mülakat, Türkiye'de de tartışma yarattı. Napier, Türkiye mülakatında ekonomisiyle ilgili açıklamalarda bulunurken küresel piyasalarda 1980'lerin yeniden yaşanacağını ve Türkiye'yi büyük bir krizin beklediğini iddia edip "Türkiye'nin iflası başladı" şeklinde konuştu. En geç seçimlerden sonra, Türk Lirasının muazzam değer kaybedeceğini söyleyen ekonomist, Türkiye'nin 400 milyar doları bulan borcunu ödeyemeyecek duruma geldiğini ifade etti.
'TÜRKİYE EKONOMİSİNE GÜVENSİZLİK VAR, GÜVENSİZLİĞİN SONUCU DÖVİZE HÜCUM VAR'
'HERKESİN BEKLENTİSİ FAİZ ARTTIRIMI, FAKAT MERKEZ BANKASI BUNU YAPAMIYOR'
Türk Lirası'ndaki değer kaybına Merkez Bankası'nın bir müdahalede bulunamadığını kaydeden Sönmez, "Merkez Bankası buna bir müdahalede bulunamıyor, bulunamamasının nedeni de [Cumhurbaşkanlığı] Saray[ı]. Saray faizlerin arttırılmasını istemiyor. Halbuki herkesin beklentisi Merkez Bankası'nın faiz arttırarak TL'yi cazip kılması ve dövizden caydırması. Ama bu konuda Saray hem içeriye hem dışarıya ‘ben faizleri düşürmem' söylemini kullandığı için, kendisini bağladığı için Merkez Bankası da Saray'a karşı çıkamıyor. Bundan dolayı dövizin başı boş kalmış durumda" dedi.
'SEÇİME KADAR TÜRKİYE EKONOMİSİ CİDDİ BİR TAHRİBATA UĞRAYABİLİR'
gün içinde gerçekten Türkiye ekonomisi ciddi tahribata uğrayabilir. Buradan da doğrusu nasıl bir çıkış bulabilirler, seçmene nasıl bir argümanla gidebilirler, bunu görmek mümkün değil. Fakat başta borçlu şirketler olmak üzere herkes ciddi bir tahribatla burun buruna, bunu yaşama kaderiyle de baş başa bırakılmış durumdalar.
Sönmez, seçimlere kadar ekonomide bir düzelme beklemediğini ifade ederek "Bu artık bir güven meselesidir. Bu saatte iktidar içeriye ve dışarıya nasıl güven verir; Merkez Bankası'nın faizleri arttırma yolunda elini serbest bırakarak güven tesis edebilir ama bunun sonuçlarına katlanmak istemiyor. Ayrıca piyasada bir dizi güvensizlik işaretleri dolaşıyor, en başta Cumhurbaşkanı'nın Londra'da global medyaya yapmış olduğu ‘Ben tekrar Cumhurbaşkanı olduğumda ekonomiye daha fazla müdahil olacağım, enflasyonla faizleri indirerek mücadele edeceğiz' söylemi güven değil güvensizlik yaratmış durumda. Bu güvenin yeniden tesis edilmesi pek kolay değil. Muhalefet dış dünyaya ve içeriye güvence verebilir fakat bu da ancak iktidar olursa yapabileceği bir şeydir. Ne yazık ki bu 50 gün kurbanlık koyun gibi bekleyeceğimiz, başımıza ne gelirse yaşayacağımız bir 50 gün olacaktır. Ben bu 50 gün içerisinde bir düzelme değil ciddi bir tahribat bekliyorum. Sadece bu tahribatın az olmasını diliyorum, bundan başka yapılabilecek hiçbir şey yok" diye konuştu.
'DÖVİZ KURU ÜZERİNDEN SEÇİMLERE ETKİ EDİLMEYE ÇALIŞILIYOR'
düşünüyorum: Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde döviz kuru ve finansal piyasalardaki hareketler üzerinden seçimlere etki edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla sandıkta oy kullanacak seçmenin tercihlerine etki edecek şekilde bir finansal saldırının Türkiye ekonomisi için de geçerli olduğunu ifade edebilirim. Tabii bu tarz şeyler söylendiği zaman bunun altını doldurmak gerekiyor, yoksa komplo teorisinden öteye gitmiyor. Ama burada Türkiye'deki ekonomik göstergelere baktığımızda bunun bir komplo teorisi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin Türkiye'de açıklanan yüzde 7.4'lük büyüme, işsizlik konusunda atılan adımlar, işsiz oranının azalması, özellikle genç işsizlikte sağlanan önemli başarılar var. Diğer taraftan ihracatta artış devam ediyor. Öte taraftan Türkiye'de 17 Aralık [2013] ve öncesinde Gezi olaylarıyla birlikte başlayan süreç var. Bunların ciddi maliyetleri oldu. En son 15 Temmuz'da Türkiye bir askeri darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Bütün bunlara baktığımızda Türkiye'de bunları yönetebilmiş, bu işin içinden çıkabilmiş bir ekonomi var. Bu süreçte biraz zayiat verdi tabii, kurda yukarı yönlü bir hareket oldu, bunu kabul etmek lazım. Ama bütün bunlara rağmen ayakta kalmış, çevresindeki ateş çemberine rağmen ihracatını arttırmış, bütün küresel finansal baskılara rağmen borçlarını zamanında ödeyebilen, faizleri biraz yükselmekle birlikte hazinesinin borçlanabildiği, bankalarının kârlılık oranının yüksek olduğu bir ekonomiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla burada finans tarihçisi Russell Napier'in açıklamalarının ayaklarının yere basmadığını düşünüyorum."
'ERDOĞAN'IN LONDRA'DAKİ AÇIKLAMALARI ÇOK SPEKÜLATİF DEĞERLENDİRİLDİ'
Hükümetin Merkez Bankası'na müdahale ettiği ve faiz artırımına izin vermediği görüşlerini değerlendiren Yılmaz, Merkez Bankası'nın para politikası araçlarını bağımsız bir şekilde kendisi belirlediğini ancak Merkez Bankası'nın uygulamaları sonucunda ortaya çıkan ekonomik atmosferin bedelini siyasetin ödediğini ifade etti. Yılmaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Londra ziyaretinde ‘yeniden cumhurbaşkanı seçildiğinde ekonomiye daha fazla müdahil olacağı' yönündeki açıklamalarının bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini dile getirerek "Bence orada ifade edilmek istenen şey, devlet başkanının oturup para politikalarını belirlemesi değil, para politikalarını belirleyen kurumun hayatın, dünyadaki konjonktürün gerektirdiği şekilde yeniden yapılandırılması olarak yorumlanmalı bence. O kısmın biraz fazla abartıldığını düşünüyorum" ifadelerini kullandı.
'FAİZ ARTIŞIYLA TÜRK LİRASI'NIN DEĞER KAYBININ ÖNÜNE GEÇİLEMEZ'
Türk Lirası'ndaki değer kaybını önlemek için Merkez Bankası'nın faiz arttırması gerektiği görüşüne katılmadığını vurgulayan Yılmaz, "Piyasanın işleyişi içinde Merkez Bankası'nın temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Merkez Bankası'nın bir döviz kuru hedeflemesi olmamalıdır. Merkez Bankası'nın sadece faiz arttırma silahını kullanarak dövizin yükselişini önlemesi talebi var çeşitli piyasa aktörleri tarafından, ancak faiz artışıyla dövizin artışının önüne geçilemediğini görüyoruz. Bütün dünyada dolar endeksi değerleniyor. Küresel gelişmelerden bağımsız, sadece Türkiye'de bir sorun varmış gibi algılayamayız. Her döviz artışına Merkez Bankası faiz artırımıyla cevap verirse bunun sonu yok" diye konuştu.
'24 HAZİRAN'DAN SONRA KURDA GERİLEME DÖNEMİNİN BAŞLAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM'
"Bu algının nasıl bozulduğu da belli; kredi derecelendirme kuruluşları ve çeşitli yatırım bankalarının, Türkiye ekonomisinin gerçeklerini yansıtmayan açıklamaları var. Bu açıklamalara sadece faiz artırımıyla cevap vermek faydalı olmayacaktır. Ben bu süreçte 24 Haziran'dan sonra ortaya çıkacak yeni ekonomi yönetiminin ve politikalarının kurdaki artışın önüne geçeceğini ve hatta kurda gerileme dönemini başlatacağını düşünenlerdenim. Çünkü ben bunun seçimlerde seçmen kararını etkilemeye yönelik finansal hareketin parçası olarak değerlendiriyorum. Tabii Batı'da şöyle bir şey vardır; bir operasyon yapılır, siz o operasyonu yakaladığınız zaman komplo teorisyeni olarak nitelendirilirsiniz. Bu kesinlikle bir komplo teorisi değil. Üst üste gelen açıklamalara bakın; durduk yerde S&P'nin Ağustos ayında yapması gereken Türkiye değerlendirmesini öne çekmesi, IMF'nin rutin ziyaret neticesinde yaptığı Türkiye değerlendirmesinde her şeyin yolunda olduğunu söyleyip ‘Ama ekonomi ısınıyor' demesi gibi piyasa gerçeğinin dışındaki açıklamalar algıyı bozdu, bozmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bunun önüne geçmek için 24 Haziran'da ortaya çıkacak tablonun yeterli olacağını düşünüyorum."
'SEÇİMDEN SONRA KEMER SIKMA POLİTİKALARININ GEREKSİZ OLDUĞU KANAATİNDEYİM'
Seçim sonrası ekonomide ‘kemer sıkma politikaları' uygulanacağı görüşlerini de değerlendiren Yılmaz, "Çok sıkı kemer sıkma politikalarının ben gereksiz olduğu kanaatindeyim; sebebi de şu, şu anda sadece kur üzerinden konuşuyoruz. Türkiye ekonomisinin küçülmesi, ihracatının azalması gibi bir durum söz konusu değil. Türkiye'yi baskılayan petrol fiyatlarındaki artış ile kurdaki artışın üst üste gelmesinden kaynaklanan enerji maliyetlerindeki artış var, bu da cari açığa sebep oluyor. Türkiye cari açığı akşamdan sabaha kapatabilecek bir ülke değil, çünkü enerji kaynaklarına erişimle ilgili yapması gereken projeler var. Rusya'yla devam eden Akkuyu Nükleer Santrali gibi Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılığı azaltacak ve enerji maliyetlerini düşürecek projelere ihtiyacı var, bunların da projelendirildiğini görüyoruz. Dolayısıyla çok sert bir ekonomik atmosferi ben beklemiyorum" diye konuştu.
2019 yılında dünya ekonomisinde küresel bir dalgalanmanın beklendiğini de dile getiren Yılmaz, "ABD'nin ekonomi tarafında dünyaya ciddi zararlar verdiğini düşünüyorum ve bunun dünyaya ciddi dönüşü olacak. Bu açıdan baktığımızda bu küresel dalgaya karşı Türkiye önlem alacaktır ama bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil, bunun altını çizmek gerekiyor" dedi.
'ACI REÇETENİN OLACAĞI KESİN FAKAT FATURANIN KİME BÖLÜŞTÜRÜLECEĞİ BELLİ DEĞİL'
'DIŞ KOMPLO HİKAYELERİ ARTIK İŞE YARAMIYOR'