ABD'nin kararına rağmen İran'ın ülkenin güneybatısındaki bir petrol sahasını geliştirmek için bir İngiliz konsorsiyumuyla ön anlaşma imzalaması da Avrupa'nın ABD'nin kararına rağmen attığı bir adım olarak öne çıktı.
Trump'ın İran'a yönelik olarak aldığı karar ile birlikte ABD ve Avrupa ilişkilerini Kadir Has Üniversitesi'nden Prof. Dr. Serhat Güvenç ile konuştuk.
Serhat Güvenç, ABD Başkanı Donald Trump'ın son hamlelerinin George Bush dönemindeki tek taraflı hareket etme eğilimini canlandırdığını söylerken, bu tek taraflı hareket etme durumunun Transatlantik'in iki yakasındaki yarığı derinleştirmesi ihtimalinin bulunduğunu belirtti:
"Transatlantik ilişkilerde çok ciddi bir krizle karşı karşıya olduğumuzu şu aşamada söylemek için erken. Ama ciddi bir durumla karşı karşıyız ve bu ABD'nin 2003 yılındaki Irak işgaliyle ilişkide yarattığı yarılmanın bir kopmaya dönüşmesine zemin hazırlayabilecek bir gelişme. Çünkü İran ile yapılan nükleer anlaşmanın tarafları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ve Almanya idi. Bu Almanya'ya uluslararası siyasette bir statü sağlıyordu. ABD bundan tek taraflı olarak çekilerek G. Bush dönemindeki tek taraflı hareket etme eğilimini canlandırmış oldu. Obama'nın seçilmesinden sonra yeni ABD yönetimi, dünya meselelerini ortaklarla çözme yolunda işbirliğine dönük girişimleri destekliyordu. Çok taraflılığı savunan bir yönü vardı. Obama seçilir seçilmez de bir Nobel Barış Ödülü'ne layık görülmüştü. Yani Obama yapacakları bakımından peşin peşin bir ödüle layık görülmüştü. ABD'nin tek taraflılığı, ‘ben yaptım oldu'culuğu geri dönmüş gibi görünüyor. Trump'ın hamleleri buna işaret ediyor. Bu anlamda devam edersek Transatlantik'in iki yakasındaki yarığın derinleşmesi ihtimali daha fazla. Zaten Avrupa'da giderek daha fazla ‘galiba biz kendi güvenliğimiz bakımından kendi başımızın çaresine bakmalıyız' sesleri de yükselmeye başladı."
Güvenç, ABD'nin ‘düşmanla ticaret yasası'nın Avrupalı firmaları İran ile ticaret konusunda çaresiz bıraktığını ve bu firmaların menfaatlerini riske atmayı göze alamayıp İran ile yaptıkları anlaşmaları iptal edecekleri düşüncesini dile getirdi:
"Gerçekleşen olaylar bu düzenin eskisi gibi işleyemeceğini bize gösteriyor. Bu düzenin koruyucusu ve merkez ülkesi ABD'ydi. Şimdi ABD, amiyane tabirle mızıkçılık yapıyor ve kendisini ekonomik, ticari anlamda dezavantajlı duruma soktuğunu düşündüğü durumları tek taraflı olarak törpüleme peşinde. Bu dönemin özelliği bu. Avrupalı firmaları çaresiz bırakan bir şey ABD'nin ‘düşmanla ticaret yasası'dır. ABD'nin meseleyi o boyuta getirmesi durumunda Avrupalı firmaların İran ile birtakım arka yollar bularak ticaret yapması imkansız hale gelecek ve ABD'deki ticari çıkarlarını, menfaatlerini riske atmayı göze almayacaklar. Pek çok ülkenin bunu yapamayacağı söyleniyor. Çünkü ABD pazarı, İran pazarına göre çok daha cazip ve fırsat maliyeti bakımından düşündüğümüzde firmalar ABD'deki bağlı şirketleri, ortaklıkları üzerinden cezalandırılmamak için İran ile yaptıkları anlaşmaları ya askıya alıp gözden geçirekler ya da iptal edecekler."
Trump'ın Almanya'ya savunma harcamaları konusunda yaptığı sert eleştirilere değinen Güvenç'e göre ABD ile ilişkilerinin eskisi gibi sürmeyeceğinin farkında olan Avrupa, yeni yol arayışlarına girecek:
"Bu arada bütün bunların üzerine Trump'ın Almanya'ya yönelik sert çıkışları oldu. Yeterince para harcamıyorlar diye. Mutlak anlamda bakarsak Almanya, azımsanmayacak bir para harcıyor. Ama NATO üyelerinin Gayri Safi Millî Hasıla'larının (GSMH) yüzde 2'si kadarını savunmaya harcama taahhüdünü yerine getiremiyor. Bunu 2025 yılına kadar da yüzde 1.5 seviyesine taşıyıp, taşıyamayacakları meçhul. Bu ABD'li yetkililerin uzun süredir şikayet ettikleri bir konuydu. Trump bu konuda dilin kemiği yoktur denecek kadar sert ve net açıklamalar yaptu. Bu anlamda ABD'nin çizgisinde süreklilik var. Trump ise konuya maliyet ve vergi perspektifinden baktığı için ‘kendileri yeterince para harcamıyorken ben bunların savunma masraflarını niye karşılayayım' şeklinde belki dobra sayılacak belki de patavatsız denilebilecek sözlerle Avrupa'yı iyice sıkıştırıyor. Önümüzdeki günlerde Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk'ın attığı tweette de ‘kendimiz onca yıl konuşsak bu noktaya varamazdık, Trump bu noktada gözümüze açmamıza yardım etti' şeklinde ifadeler kullandı. Sanırım Avrupa'da böyle bir yol ayrımına gelindiği ya da en azından ilişkilerin eskisi gibi süremeyeceğine dair bir anlayışın yeşerdiğini görüyoruz. Bundan sonra Avrupa dünya siyasetinde gerçekten etkili olmak istiyorsa kendine yeni bir rol biçmeli. Bu biçtiği rol geçmiş dönemde kah ABD'nin destekçisi olarak kah da yumuşak güce dayanan normatif güç kavramlarıyla bu kadar yol alınabiliyor. Sanırım önümüzdeki dönemde Avrupa'nın yeni rol arayışlarını göreceğiz. Böyle devam ederse giderek etkisiz hale gelecekler."
Güvenç, Almanya'da Merkel'in günü kurtarmaya yarayan politikalar uyguladığını ve Almanya'nın dünyaya yön verme konusunda giderek başarısız hale geldiği yorumunu yaptı:
"Merkel şu ana kadar Alman dış politikasını idare etti. Ne ülkesine ne de Avrupa Birliği'ne bir yön verebildi. Sadece günü kurtarmakla yetindi. Putin'e yaptığı ziyareti de bu anlamda palyatif önlemlere dayalı politikanın bir parçası gibi geliyor. Üzerinde düşünülmüş bir siyaset olduğuna dair izlenim edinebilmiş değilim. Almanlar dünyaya yön verme konusunda giderek başarısız oluyorlar. Aslında bütün sıraladığımız şeyler ortada birtakım ticari çıkarların söz konusu olduğunu gösteriyor. ABD, ticari olarak dezavantajlı olduğunu düşündüğü bütün konularda siyasi hamleler yapıyor. Bunu esirgemiyor. Ben de aslında Kuzey Akımı 2'yi benzer şekilde okuma taraftarıyım. Bu proje Almanya açısından maliyetleri düşürecek, kesintisiz ve daha ucuz doğalgaza ulaşımı sağlayacak. Bunun da Alman ekonomisine rekabet bakımından getirileri olacaktır. Bu hamlenin sanki böyle bir boyutu da varmış gibi geliyor."
ABD'nin kendi konumunu koruyabilmek için her türkü tedbire başvuracağını söyleyen Güvenç'e göre bu hamleler Avrupa'nın ABD'den bağımsız hareket etme arayışlarına ivme kazandıracak:
"ABD ‘biricik' konumunu, örselenmiş de olsa korumak için her türlü tedbire başvuracak. Kısmi bir başarıya ulaşacak gibi de görünüyor. Çin, taleplerin hepsini yerine getirmese de ABD ile uzlaşarak bu ticaret savaşlarının yol açabileceği yaptırımların uygulanmasını bir süre erteledi. Bu hamlelerin bir bölümü sonuç getirebilir. Bunlar arkası boş kalmayacak hamleler olabilir. Avrupa'nın ABD'den bağımsız hareket etme arayışlarına da ivme kazandıracağını söylemek gerekir."
‘LİBERAL SİSTEMİN AYAKLARINI OLUŞTURAN BÜTÜN NORMLAR, ONLARI KOYANLAR TARAFINDAN AYAKLAR ALTINA ALINDI'
Serhat Güvenç son olarak askeri güçten yarar elde edebilmek için çok daha fazla askeri gücün sahaya sürülmesi gerektiğini söylerken, uluslararası liberal sistemdeki normların bizzat onları koyanlar tarafından hiçe sayıldığı yorumunu yaptı:
"Değer meğer kalmadı. Değerlerin ikinci plana atıldığı düşüncesine katılıyorum. İnsan hakları, demokrasi gibi normlar, hatta liberal uluslararası sistem dediğimiz şeyin ayaklarını oluşturan bütün normların hepsi —üstelik bu normların koyucuları tarafından- ayaklar altına alındı. ABD'nin hala mukayeseli bir üstünlüğüne sahip olduğu alanlar var. Bunların bir kısmı ekonomik ve hatta bir kısmı toplumsal diyebiliriz. Özgürlükçülük ve çeşitlilik bakımından gerilemeler yaşanmış olmakla birlikte askeri gücü ise tartışmasız. Ama bugünün dünyasında askeri gücün politik yararı azalan verim kanununa göre işliyor. Yani aynı politik etkiyi elde edebilmek için çok daha fazla askeri gücü sahaya sürmeniz gerekiyor. ABD bunu yapmıyor hatta Trump'ın ‘Verin parasını halledelim ya da siz kendi başınıza halledin' yaklaşımı var. Dolayısıyla ABD'nin askeri gücünü daha önceki dönemlerdeki gibi dünyanın değişiklik yerlerine dağıtma eğilimi yok. Tam tersine bunları konsantre halinde tutma ve bu üstünlüğü muhafaza etma çabası var. Dolayısıyla ABD, sadece askeri üstünlüğe dayanarak elde edebileceklerinin çok sınırlı olduğunu geçtiğimiz 20 yılda deneyimledi ve gördü. ABD'nin bu durumu yüksek maliyete sebep oluyor. Yumuşak güç veya itibar kaybı da çok ciddi boyutta ABD'nin. Kaba güce dayanarak, yaptırımlarla bir noktaya gelirsiniz. O noktadan öteye geçemezsiniz. ABD'nin sahada rekabet içinde olduğu aktörlerin de normlar ve değerler gibi kaygıları olmadığını da teslim etmeliyiz. Çin, Rusya, İran ve ortağı Suudi Arabistan bize değerler meselesinin bu güç konfigürasyonunda çok önemli olmadığı gösteriyor. Bu değerlerin sancaktarı AB'ydi. AB üye ülkelerinin demokrasi bazlı kaydettiği gerilemeleri hep birlikte gözlemliyoruz. Özellikle Doğu ve Orta Avrupa'da yaşananlar buna örnek. Bir de Merkel'in Türkiye'ye gelip kotardığı göç anlaşması aslında Avrupa'nın normatif güç olma niteliğini örseledi. Türkiye ile yapılan anlaşma ne AB müktesabatına ne de BM'nin mültecilerle ilgili programına uygun değil. Dolayısıyla dünya üzerinde ahlaki üstünlük zemininden hareketle politika yürütebilecek bir aktör kalmamış görünüyor."