‘IŞİD'İN BERTARAF EDİLMESİ İÇİN OLUŞAN YUMUŞAMA DÖNEMİ BİTMİŞ GÖRÜNÜYOR'
IŞİD'le mücadele sürecinde İran'a yönelik sert ve kısıtlayıcı tutumun ertelendiğine işaret eden Akbal "ABD Başkanı Trump'ın iktidara geldiğinden beri en çok eleştirdiği konulardan biri İran ile yapılan nükleer anlaşmaydı. Bu anlaşmada temel olarak İran'ın nükleer faaliyet kapasitesinin kısıtlanması —ki bunun başında İran'da faal bulunan santrifüj sayısının azaltılması gelmekteydi- buna istinaden de İran'a uygulanan ambargonun belli bir ölçüde kaldırılması amaçlanmaktaydı. Bu süre zarfında, Irak'ın kuzeyinde ortaya çıkan ve daha sonra Irak'ın kuzeyindeki de-facto yapının kifayetsizliğinden kaynaklı sebeplerle Suriye'nin kuzeyinde de kendisine hayli geniş bir alan bulan IŞİD ile mücadele döneminde ABD-Rusya Federasyonu ve İran arasında zımni bir kabul oluştu. Buna göre asıl öncelik anılan her üç ülkenin de hakkında hassasiyette sahip olduğu IŞİD'in ortadan kaldırılmasıydı. Bu sürece dayalı olarak ABD-İran ilişkilerinde de bir yumuşama dönemi gözlemlendi. Zira ABD'nin görmezden gelinen bölgesel sorunların bölgedeki müttefikleri eli ile çözülmesi stratejisine katkıda bulunabilecek bir davranış İran tarafından sergilenmekteydi. Böyle bir durumda ABD'nin çıkarları doğrultusunda hareket eden İran'ın politikalarına yönelik olarak yumuşak bir tavır sergilendi" dedi.
Süreçte kırılma yaşandığına işaret eden Akbal "Ancak, Suriye'nin kuzeyindeki IŞİD tehdidinin gözle görülür bir şekilde azalması, ABD'nin temel hedefi olan Esad'ın iktidardan ayrılması meselesinin yeniden gündeme gelmesine sebep oldu. Bu noktada Esad'ı destekleyen Rusya ve İran karşısında daha zayıf bir bölgesel koalisyona sahip ABD'nin atması gereken adımlar vardı. Zira ABD'nin bölgedeki geleneksel müttefikleri olan İsrail ve Suudi Arabistan'ın çıkarları da ne Esad'ın iktidarda kalmasını ne de Akdeniz kıyısında da politik olarak varlık gösteren bir İran'ın varlığını kabul edebilecek seviyedeydi. İşte bu gelişen politik ortamda ABD,dün kararını duyurdu" ifadelerini kullandı.
Gelinen noktada ABD'nin İran'a yönelik kısıtlayıcı bir etki yapma hedefi olduğuna işaret eden Akbal "Bu açıdan bakıldığında ABD'nin kendi lehinde stratejik bir adım atarak anlaşmanın İran'a kazandırdığı rahatlığı kısıtlayıcı bir etkiye dönüştürme çabası içine girdiği söylenebilir. Üstelik, Rusya ve Çin'in İran'ın arkasında durduğu ve buna istinaden ABD'nin aldığı karar dolayısıyla sıkıntılı günler yaşayabileceği görüşü karşısında; ABD'nin Kuzey Kore ile varmak üzere olduğu anlaşma, bu röportaj yapılırken Devlet Sekreteri Pompeo'nun Kuzey Kore'de Trump-Kim görüşmesinin son şeklinin verilmesi için yola çıktığını hatırlatmakta fayda var. Bir hatırlatma daha yapmak mühim bu konuda Çin'in asıl faaliyet bölgesi Asya-Pasifik bölgesidir. Buna dayalı olarak da söz konusu bölgedeki bir sorunun çözümü yani Kuzey Kore sorunun çözülmesi ile İran'ın desteklenmesi arasında ağırlık Kuzey Kore'de olacaktır. Yani İran, Çin gibi önemli bir küresel ekonomik güçten belli bir seviyede destek alabilecektir" diye konuştu.
ABD için asıl sorunun Almanya-İran ekonomik ilişkileri dolayısıyla, Almanya'nın ABD'ne göstermesi muhtemel olan tepki olduğunu savunan Akbal "Zira Almanya anlaşmaya BMGK üyesi olmadığı halde imza koyan tek ülke pozisyonunda olduğu gibi ekonomik açıdan da AB'nin lokomotifi sayılabilecek konumdadır. Bu durumun ABD-Almanya ilişkileri hususunda düşük ölçekli de olsa bir gerilim yaratması mümkündür. Ancak, ABD'nin Esad'ın gitmesi için bölgesel müttefiklerini daha aktif rol oynamaya çağırdığı stratejisi açısından İran'la olan nükleer anlaşmadan çekilmesi olumlu bir etki yaratacaktır. Trump'ın anlaşmadan çekildiğini ifade etmesinin hemen ardından İsrail ve Suudi Arap yetkililerin yaptıkları açıklamalar da bunun en temel göstergesidir. Buna dayalı olarak ABD, Suriye'de kurmaya çalıştığı koalisyon için bir adım daha yaklaşmıştır denilebilir" diye ekledi.
‘ABD VE İSRAİL, İRAN'I SURİYE VE LÜBNAN CEPHELERİNDEN YIPRATMAYA ÇALIŞACAK'
ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilmesinin hemen ardından Suriye'ye saldırı girişiminde bulunan İsrail'in birbirini takip eden bu hamlelerini değerlendiren bir diğer isim ise Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu oldu. Washington ve Tel Aviv'in adımlarının İran'a yönelik Suriye ve Lübnan üzerinden yürütülecek bir savaşın sinyali olduğuna işaret eden Babüroğlu "ABD, öteden beri İran'la yapılan bu nükleer anlaşmayı askıya alacağını söylüyordu. 12 Mayıs'ta yapılması beklenen açıklama düşünülenden biraz erken yapıldı. İran'ı zaten çoktan ‘şeytan' ilan etmiş olan Trump dünkü konuşmasında da İran'ı ‘teröristlere yardım eden ülke' diye nitelendirdi. Özetle ABD, İran'a karşı fiillen savaş başlatmış oldu. Tabii (ABD) bu savaşı tabii ki İran coğrafyasında başlatmadı" dedi.
Babüroğlu "ABD alacağı ciddi ekonomik ve diğer alanlardaki yaptırımlarla İran içindeki toplumsal çalkantıya neden olmayı hedefliyor. Yani ABD, İran'ı sıkıştırma çabası içerisinde olacak. Böylelikle rejimi içeriden zayıflatmaya çalışacak. Peki bu fiili savaşın cephesi neresi olacak? Ne İsrail ne ABD, İran'a doğrudan bir saldırı gerçekleştirmeyecek. Birinci hedef Suriye'deki İran üsleri, İran askerleri ve İran tesisleri olacak. Zaman zaman bu hedefleri vuran ABD ve İsrail, bunu daha da sıklaştıracak ve bu saldırıların şiddeti ve sıklığı artacak. Bu iki ülkenin ikinci hedefi de Lübnan'daki Hizbullah olacak. İsrail, Lübnan'daki Hizbullah'a savaş aşacak ve bu saldırı aslında İran'ı hedef alacak. ABD ve İsrail, Hizbullah'a saldırı düzenleyerek İran'a ders vermeye çalışacak. Bunun sonucunda hedef, Suriye ve Irak'taki ama özellikle Suriye'deki İran varlığını sonlandırmak olacak" diye devam etti.
İkinci hedefin İran-Lübnan bağını kesmek olduğuna değinen Emekli Tuğgeneral "Bir diğer hedef ise İran'dan Irak'a, Suriye'nin güneyinden Lübnan'a ulaşan ‘Şii hilali' dediğimiz Hizbullah'a yönelik desteği engellemek olacak. Bu hedef de, Fırat'ın doğusunu, yani Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30'unu PYD ile birlikte ele geçirerek, işgal ederek neredeyse sağlanmış durumda" dedi.
Bölgenin ilerleyen günlerde, şiddeti gittikçe artan, gerginliği adım adım tırmandıran İsrail ve ABD politikalarına tanıklık edeceğine işaret eden Babüroğlu "Bu politikalar en çok Suriye ve Irak'a ama sonrasında da Türkiye'ye zarar verecek. Trump'ın İran'a karşı gerginliği artırma sürecini hayata geçirirken kullandığı iki figür var. Bunlardan biri Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve kullandığı diğer bir figür ise İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu var. Bu iki aktör Trump için bulunmaz iki oyuncu konumunda. Tam kendisi gibi düşünen bu iki aktör vasıtasıyla Trump söz konusu hamleleri atıyor" dedi.
Türkiye'nin süreçten doğrudan ve son derece olumsuz etkileneceğini söyleyen Babüroğlu "Türkiye'nin İran'la sınırları var ve yüzyıllardır burada barış var. Bugün İran'ın karışması, İran'da bir sosyal çalkantı yaşanması ve iç çatışma yaşanmasının etkileri, İran'ın komşularını Suriye'de yaşanan çatışmalardan çok daha fazla etkiler. İran köklü bir devlet, Pers İmparatorluğu. Oradaki çatışma çok daha fazla kanlı olur ve teslim olacak bir devlet değil. Böyle bir durumda sığınmacı akını Türkiye'ye gelir. Bu da Türkiye'yi demografik, kültürel, sosyal ve ekonomik anlamda olumsuz etkiler. Türkiye zaten 911 kilometrelik sınırında ateş çemberiyle karşı karşıya. Türkiye, güney sınırlarının ardından güneydoğu ve doğusunda da ateş çemberiyle karşı karşıya kalır. Terörist giriş çıkışları mı dersiniz, insan kaçakçıları mı…. Bu tehdit Türkiye'nin sınırlarının çok daha büyük bölümüne yayılır" diye konuştu.
‘BÜYÜK TEHDİT KAPIDA, SIRA TÜRKİYE'YE DE GELEBİLİR'
Sürecin Türkiye'nin güvenliğine yönelik oluşturacağını öngördüğü tehditleri de anlatan Babüroğlu "ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) devam ettiği düşüncesindeyim. Bazen yavaşlasa, bazen bir adım geriye gider gibi olsa da istikamette hiç bir değişiklik olmuyor. Iran'ın ardından sıranın Türkiye'ye gelmesi çok olası. Peki sıra Türkiye'ye gelecek? Türkiye'nin sınırlarının 600 kilometrelik bölümüne yerleştirilen 60-70 bin PKK'lı, Türkiye'ye baskı yapacak. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'da 34 yıldır mücadele ettiğimiz PKK terör örgütünün varlığı söz konusu. Bu örgütün Kuzey Irak uzantısı da var. Onlar da Suriye'nin kuzeyindeki terör faaliyeti yapan PYD/PKK'ye paralel olarak huzursuzluğu artırıcı adımlar atacaktır. El Nusra, DAEŞ (IŞİD) ve FETÖ'nün varlığı da bunun cabası… Bütün bunlar Türkiye'nin içinde bulunabileceği büyük tehdidi ortaya koyuyor" diye konuştu.
‘TÜRKİYE BÖLGE ÜLKELERİYLE YAN YANA DURMALI'
Artan gerginlik süresince Türkiye'nin nasıl bir tutum takınması gerektiği sorusu üzerine ise Babüroğlu şu yanıtı verdi:
"Türkiye'nin ABD'nin kararını tanımadığı yönündeki açıklamaları ve karara yönelik sert tepkileri son derece yerinde hamlelerdi. Bundan sonra Türkiye'nin yapması gerek AB, NATO ve uluslararası örgütlere bu kararın hatalı olduğunu fikrini taşımak olmalı. Tabii Türkiye bu süreçte Irak, İran, Suriye ve Rusya'nın yanında yer almalı. Türkiye böyle yaparsa kendisine yönelmesi olası tehdidi azaltır veya elimine edebilir. Aksi bir durum Suriye'deki süreci, Astana görüşmelerini ve sistemi tamamen etkiler."