Ilgın Su: 'Babam kendi kuşağının babasıydı'
Babam kendi kuşağının babasıydı. Evde disiplinli bir yaşamı vardı. Yemek saati, yatma saati, kalkış saati belliydi. Bu düzenden hiç sapmazdı. Çocukluğundan pek bahsetmezdi. Bahsetmek istemediğini de anlardık. Çünkü çok zorlu bir çocukluk geçirmişti. Kendi deyimiyle, ‘Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardandık biz’ derdi. Van’da doğuyor. Hatırladığı tek şey, bir askerin onu duvar dibinden alıp atının terkisine alması. Türkçe bilmiyor. Askerler, ortada kalan çocukları evlat ediniyor. Babamı alan asker, Adana Saimbeyli’den, muhtemelen Avşar kökenli bir onbaşı. Adana’ya getiriliyor. Aile çok yoksul. Sonra Fransız işgali başlıyor, herkes Toroslara kaçıyor. Çocukluğunu hiç yaşayamamış. Konu komşu onu Darul Eytam’a, yani Öksüzler Yurdu’na veriyor. Orada oyunun ne olduğunu ilk kez öğrenmiş. Babamın ilk hediyesi, toplu sünnetten sonra yatağın başucuna bırakılan renkli leblebi şekerleridir. Onu hiç unutmazdı. Yetimhanede adı Mehmet oluyor. Birçok çocuğun adı Mehmet, baba adı Abdullah, anne adı Hürü olarak kaydediliyor. Abdullah ‘Allah’ın kulu’, Hürü ‘melek’ demek.
Çocukken sesi çok beğenildiği için ezan okuturmuşlar. Ezan makamlarını iyi bilirdi. Fransız işgali sırasında Adana’daki sessiz sinema salonunda piyano çalan Avusturyalı biriyle tanışmış. Müzik ilgisi daha da derinleşmiş. Müzik öğretmeni olmak isterken bir emirle Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne gönderiliyor. Hiç asker olmak istemiyor. Göz muayenelerinde bilerek yanlış okuyor. Yine de sağlam rapor veriyorlar. Okuldan firar edip Ankara’daki müzik okuluna gitmek istiyor. Yakalanıyor, tekrar İstanbul’a gönderiliyor. Sonunda bir askeri doktor anlayış gösteriyor ve ‘uzunyesi yetersiz’ raporu veriyor. Bu şekilde askerlikten ayrılıyor. Ankara’daki okul ek bina yapımı nedeniyle öğrenci alamıyor. Babam tekrar Adana’ya dönüyor. Adana Öğretmen Okulu’na giriyor. Sonra Ankara Müzik Öğretmen Okulu’na yatılı geçiş yapıyor. 1936’da mezun oluyor. Mezuniyet sonrası Balıkesir, Konya ve Ankara’da öğretmenlik yapıyor. İlk evliliğini Konya’da yapıyor. 1934’te Güngör adında bir oğlu oluyor. Daha sonra Hasanoğlan ve Çifteler Köy Enstitüleri’nde müzik öğretmenliği yapıyor. Ankara İkinci Ortaokul’a geçiyor. Aynı zamanda konservatuara giriyor. Opera bölümünden birincilikle mezun oluyor. Ahmet Adnan Saygun’un bir dönem asistanlığını yapıyor. Ankara Radyosu’nda ‘Türkülerle Ruhi Su’ programını hazırlıyor. Politik görüşleri nedeniyle radyodaki görevine son veriliyor. Mesut Cemil, ‘Seni burada harcamayalım’ diyor. Babam ‘Ben bu yolda harcanmaya hazırım’ diyor. Operadan da atılıyor.
Bizim de onunla anlaşmazlıklarımız çok oldu. Bir keresinde eve sinirli gelmiştim. Bıyıklarımla oynuyordum. Babam muziplik yaparak ‘Sıdıka, içeride bir Enver Paşa var, onu yatır’ dedi. Sohbet etmeyi çok severdi. Özellikle değer verdiği dostlarıyla. Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Sabahattin Eyüboğlu, Avni Arbaş, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Nazım Hikmet gibi isimler ev sohbetlerinin katılımcılarıydı. Pazartesi günleri Sabahattin Eyüboğlu’nun, çarşamba günleri Bertan Onaran’ın, perşembe Azra Erhat’ın, cuma Nait Hanım’ın evlerinde toplanılırdı. Yaz aylarında Büyükada’ya ya da Darıca’ya pikniklere gidilirdi.12 Mart öncesi tembihli çocuklardık. Babalarımızın politik kimliği nedeniyle okulda çok dikkatli olmamız gerektiği söylenirdi. Ankara’dan İstanbul’a taşındığımızda mahallede ötekileştirilmiştik. 12 Mart’ta babam gözaltına alındı. Kitapları, tabloları, duvardaki resimlere kadar her şeyi götürdüler. 1975’te Dostlar Korosu kuruldu. Genco Erkal, Nurten Tunç ve Mehmet Akan ile birlikte. Babam koronun başındaydı. Bugüne kadar çeşitli dönemlerde ara vermek zorunda kalındı. Yer problemi nedeniyle hala sıkıntı yaşıyoruz.

