00:00
01:00
02:00
03:00
04:00
05:00
06:00
07:00
08:00
09:00
10:00
11:00
12:00
13:00
14:00
15:00
16:00
17:00
18:00
19:00
20:00
21:00
22:00
23:00
00:00
01:00
02:00
03:00
04:00
05:00
06:00
07:00
08:00
09:00
10:00
11:00
12:00
13:00
14:00
15:00
16:00
17:00
18:00
19:00
20:00
21:00
22:00
23:00
HABERLER
07:00
7 dk
HABERLER
09:00
6 dk
HABERLER
11:00
5 dk
DÜNYA HABERİ
11:07
13 dk
PARANIN HAREKETİ
11:21
16 dk
HABERLER
12:00
6 dk
HABER MASASI
13:30
35 dk
HABERLER
15:00
5 dk
HABERLER
16:00
5 dk
HABERLER
17:30
4 dk
HABERLER
19:00
5 dk
ARAMIZDAN AYRILANLAR
20:30
15 dk
HABERLER
07:00
5 dk
HABERLER
09:00
6 dk
HABERLER
11:00
4 dk
HABERLER
12:01
5 dk
YAPAY ZEKA GÜNLÜĞÜ
14:05
54 dk
HABERLER
16:00
5 dk
HABERLER
17:30
3 dk
HABERLER
19:00
14 dk
DünBugün
Geri dön
Adana107.4
Adana107.4
Ankara96.2
Antalya104.8
Bursa101.4
Çanakkale107.2
Diyarbakır89.6
Gaziantep104.3
Hatay106.1
İstanbul97.8
İzmir91.0
Kahramanmaraş92.3
Kayseri105.5
Kocaeli90.2
Konya88.6
Malatya106.0
Manisa101.0
Mardin92.2
Ordu99.6
Sakarya90.2
Samsun107.7
Sivas104.2
Şanlıurfa95.3
Trabzon102.4
Van88.0
 - Sputnik Türkiye, 1920
Ukrayna krizi
Batılı ülkelerin Ukrayna'ya silah tedarik etmeye dönük hamleleri ülkede krizi tırmandırdı. Ukrayna ordusu, güçlerinin neredeyse yarısını ülkenin doğusundaki çatışma hattına yığdı. 2021'de Ukrayna'ya 650 milyon dolardan fazla askeri yardım sağlayan ABD, Kiev’e silah göndermeyi sürdürüyor.

Eski AP üyesi: ABD'nin Rusofobik eliti, Maydan yardımıyla Rusya'yı zayıflatmaya çalıştı

© Sputnik / Andrey Stenin / Multimedya arşivine gidinMaydan olayları
Maydan olayları - Sputnik Türkiye, 1920, 18.02.2024
Abone ol
2014 yılında Kiev'de gerçekleşen ve Maydan Olayları olarak da adlandırılan darbenin ardından ABD’nin bariz Rus düşmanı elitlerinin Rusya'yı zayıflatmaya çalıştığını söyleyen eski Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi Javier Couso, Sputnik’e konuştu.
Darbeye rağmen Rusya’yı zayıflatma hedeflerinin başarısız olduğunun altını çizen İspanyol siyasetçi, AB'nin Ukrayna yüzünden kendi güvenilirliğini nasıl baltaladığı ve ABD çıkarları uğruna mevcut krize sürüklenmesine nasıl izin verdiği konusundaki görüşlerini paylaştı.
AB neden Ukrayna ile Avrupa ülkeleri arasında bir ortaklık anlaşması yapılması için bastırdı? Anlaşmanın hangi maddeleri özellikle önemliydi? Anlaşma hemen imzalanmış olsaydı, durumun farklı bir şekilde gelişeceğine güvenebilir miydik?
Turuncu Devrim olarak adlandırılan 2004 yılındaki iç işlerine müdahale girişimini hatırlamadan, 10 yıl önce Kiev’de olanları anlayamazsınız. Daha sonra ve daha büyük ölçekte Maydan olayları sırasında darbe sahnelendiğinde bir araya gelen benzer tüm unsurlar da mevcuttu. ABD makamlarının her düzeyde açık müdahalesi söz konusuydu. Birinci şahısların açıklamalarıyla siyasi müdahaleden, belirli yasalar uyarınca ABD hükümet fonlarının görünüşte eski Sovyet coğrafyasında demokrasiyi teşvik etmek üzere tahsis edildiği mali müdahaleye kadar.
Gerçekte, Ukrayna ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki bu ortaklık anlaşması, AB’nin imzaladığı tüm ortaklık anlaşmaları gibi, önemli ölçüde iç işlerine müdahale anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle her zaman siyasi reformları zorlar ve aslında bu anlaşmanın normlarına veya belirli maddelerine girmediğiniz sürece, Ukrayna'nın Rusya ile olan iyi ilişkilerini yok etmek için bir kaldıraç görevi görmüştür.
Bu, ortaklık anlaşmaları yoluyla ya da iç işlerine müdahale ve renkli devrimler olarak adlandırılan darbeler yoluyla bu ülkeyi yeniden biçimlendirerek eski Sovyet alanı boyunca yapıldı.
Eğer bu anlaşma hemen imzalanmış olsaydı ve Ukrayna gibi bir ülkenin hem batısıyla (Avrupa Birliği) hem de doğusuyla (Rusya) ilişkilerini dengeleme konusunda endişelenmeye gerek olmayabilirdi. Ancak ülkenin Batı'ya daha yakın olan ama aynı zamanda Ukrayna milliyetçiliğini faşist tonlarla körükleyen kültürel yapısını göz önünde bulundurmalı, aynı zamanda Rusya ile dilsel, kültürel ve etnik açıdan ortak kültürün bir parçası olan ülkenin geniş doğu kısmı dikkate alınmalıydı.
Bu darbeden sonra ortaya çıkan, önce Poroşenko ve ardından Zelenskiy liderliğindeki hükümetlerin, Avrupa Birliği içinde hiçbir koşulda kabul edilemeyecek yasalar çıkardığını açıkça gördük. Dil yasalarından, desovyetizasyon gibi ülkenin tarihini değiştiren yasalardan, ya da Ukraynalıları birinci sınıf ve ikinci sınıf vatandaşlar olarak ayıran etnik yasalardan bahsediyorum. Anlaşma, ülkenin çoğunluğu ve meşru hükümet tüm taraflar için faydalı olacaktı. Daha sonrasında yaşananlar, Ukrayna'nın hem AB hem de Rusya ile ticaretini ve jeopolitik alanını çeşitlendirecek bir anlaşmayı uygulamaya çalışmak yerine bu ortaklık anlaşmasıyla birlikte uygulanan baskı girişiminin arkasında kimlerin olduğunu açıkça gösteriyor.

'Rusya'yı zayıflatma planı Britanya İmparatorluğu ile başladı'

Kiev'deki kanlı darbenin üzerinden 10 yıl geçti. O dönemde Batı, bu darbenin yardımıyla sorunu kökten çözmek istedi ancak hedeflerine ulaşamadı. Sizce yanlış giden neydi?
Bu sorunun cevabı çok açık: ABD elitinin açıkça Rusofobik (Rusya ve Rus karşıtı) olan belli bir kısmının ve ona tabi olan Avrupalı elitlerin, gerçekliği kendi ideolojileri temelinde inşa etmeye çalışan hayalleri olduğunu söyleyebiliriz. Bu ideoloji sadece Rusya'yı kontrol altına alma ve zayıflatma arzusuna değil, aynı zamanda çok büyük olduğu ve devasa doğal zenginliklere sahip olduğu için ülkeyi parçalama arzusuna da dayanmaktadır. Bu ideolojinin teorik temeli de onlarca yıldır oluşturulmaktadır.
Bu fikir, Britanya İmparatorluğu ve ardından ABD ile başlayan, tek kutuplu ve iki kutuplu formatlarda var olan, Avrupa Birliği ile sona eren tüm Anglo-Amerikan güç teorilerinde de mevcuttur. Kısa bir süre önce, Avrupa Parlamentosu himayesinde ve Avrupa Birliği yapılarının desteğiyle, Rusya'nın bir dizi cumhuriyetini ve bölgesini bölme ve bağımsız hale getirme ihtiyacından bahsedilen birkaç konferans düzenlendi.
Neyin yanlış gittiğine gelince, Ukrayna'nın kendilerini Romen, Macar ve Rus hisseden kesimleri de dahil olmak üzere çeşitli kültürel ve dilsel azınlıklara sahip çok çeşitli bir ülke olduğu fark edilemedi bile. Yine de Nazi destekçisi Stepan Bandera gibi Ukraynalı savaş suçlularının korkunç geçmişini haklı çıkaran, özünde neo-faşist veya neo-Nazi unsurlar barındıran Batı yanlısı bir Ukrayna milliyetçiliği dayatılmak istendi.
Açıkçası, bu tam bir başarısızlıktı. Ülkenin etnik, dilsel ve kültürel olarak birleştirilmesi askeri harekat olmadan mümkün değildi ve askeri harekat başlamadan önce gördüğümüz de tam olarak buydu. 2014'ten 2022'ye kadar, darbeye karşı çıkan, başka bir Ukrayna'yı ve yaşama haklarını savunan, aynı zamanda anadilleri olan Rusçayı korumak isteyen 14 binden fazla insan, Donbass’ta bu neo-Nazi gruplar tarafından yönetilen silahlı oluşumların doğrudan saldırılarının kurbanı oldu.
Kiev tarafından tüm bunlar terörle mücadele operasyonu olarak gösterilse de ağır silahlar, toplar, çoklu roketatarlar ya da bombardıman uçakları kendi halklarına karşı kullanıldı. Poroşenko bu konuda netti: ‘Bizim Kiev ya da Lvov’daki çocuklarımız anaokullarında oynarken, onların çocukları, yani Donetsk ve Lugansk'taki çocuklar bodrum katlarında yaşamak zorunda kalacak’ Yapamadıkları şey ise şuydu: Ukrayna'nın çok yönlü doğasını ve o dönemde Ukraynalı olan nüfusun bir kısmının, sözde AB ve demokrasi yanlısı, ancak aslında faşizm ve Nazizmi yücelten bir darbe tarafından ayaklar altına alınmasına kimsenin izin vermeyeceğini anlayamadılar.
Son yıllarda yaşananlar bize Avrupalı siyasetçilerle yapılan anlaşmaların değersiz olduğunu açıkça göstermiştir. Örneğin Minsk anlaşmaları, Ukrayna'nın 2014'teki yakın yenilgisinden kaçınmak ve çatışmayı sona erdirmek yerine uzatmak ve daha da şiddetlendirmek amacıyla yeniden silahlanmasını sağlamak için sadece bir sis perdesiydi. Günümüz Avrupalı siyasetçilerinin doğuştan gelen ikiyüzlülüğü göz önüne alındığında, gelecekte Rusya ile AB arasındaki anlaşmalara uyulmasını garanti etmek nasıl mümkün olabilir?
Avrupa Birliği ve özellikle de kendi tarihlerinin bir bölümünü terk eden büyük ülkeler, ki burada Almanya ve Fransa'dan bahsediyorum, diplomasi ve uluslararası politikadaki güvenilirlik kavramına büyük zarar vermiştir. Neden bu iki ülkeden bahsediyorum? Çünkü Minsk anlaşmaları ve ardından Ukrayna ve Rusya'ya ek olarak Almanya ve Fransa'yı da içeren Normandiya Dörtlüsü olarak bilinen süreç yaratıldı. Bu müzakerelerin teorik olarak bir çözüm bulmak amacıyla yürütüldüğü açıktı ve taraflardan biri de buna inanıyordu.
Ayrıca bana göre Minsk anlaşmaları barışı tahsis etmek, yeni Ukrayna'da entegrasyonu sağlamak, bombalanan kısım için bir yer bulmak için açık bir fırsat sundu. Ancak kötü niyetle hareket eden bir taraf vardı. Daha sonra dönemin Almanya Başbakanı Angela Merkel (Almanya Başbakanı) ve Fransa Cumhurbaşkanı François Holland tarafından ‘Minsk anlaşmalarının uygulanmayacağı, asıl amacın Ukrayna ordusunu Avrupa'nın en güçlü ordusu haline gelene kadar silahlandırılması sürecinde Rusya'yı kandırmak’ olduğu yönünde, AB olarak güvenilirliğimizi zedeleyen korkunç açıklamalar duyduk.
Ve biz buna şahit olduk. Savaş hala devam ediyor ve bazı tahminlere göre bu orduya 200 milyar Euro’dan fazla yatırım yapıldı. Açıkçası AB için kaybettiği güvenin yeniden tesis edilmesi uzun yıllar alacak.
Neyse ki diplomasinin bunu yeniden inşa etmek, her iki tarafın ortak kontrolü ve varılan anlaşmalara uyulması yoluyla barışı tahsis edebilmek için bir fırsatı var. Ancak bunun çok zor olacağını düşünüyorum. Umalım ki bir gün diplomaside aklıselim ve terbiye Avrupa'ya geri döner ve komşularımızdan biri olan ve her halükarda ilişkilerimizi sürdürmemiz gereken Rusya için yeniden güvenilir bir ortak haline gelir.
Batı neden eylemlerinin sonuçlarını düşünmeden Kiev'e silah sağlamaya devam ediyor? Sizce de AB kaçınılmaz olarak hatalarının bedelini çok pahalıya ödemek zorunda kalmayacak mı?
Sözde kolektif Batı, yani ABD, AB, Kanada, Avustralya, Japonya ve Güney Kore, yani ABD'nin etki alanındaki tüm ülkeler için, Rusya'yı zayıflatmak ve çevrelemek adına Kiev'e silah sağlamaya devam edilmesi gerektiği açıktır. Bunu hem doğrudan hem de dolaylı olarak söylediler.
Hatta ABD'li bir politikacı, ‘Bu yardımların ABD ve Avrupa için en iyi yatırım olduğunu, yatırım yaparken kendi askerlerini kaybetmediklerini, öte yandan bu sayede Rus askerlerinin öldüğünü’ söyledi. Bu bağlamda en kötüsü, bu iki yıl içinde Rusya'nın işaret ettiği ‘kırmızı çizgileri’ geçmiş olmalarıdır. Bu çizgiler arasında Kırım Köprüsü saldırılarından Rus topraklarına saldırı amacıyla gönderilen uzun menzilli silahların kullanılmasını sayabiliriz. Batı’dan savaşın seyrini değiştirmeyen ancak daha uzun ve daha zor hale getiren, giderek daha yıkıcı hale gelen silahların tedarik edilmesinden bahsediyorum.
Bu tür bir tutum Rusya'yı kendi varlığının tehdit altında olduğunu hissettirecek ve nükleer savunma doktrinini kullanmaya zorlayacak kırmızı çizgiye taşıyabilir ve bu Batı için tamamen sorumsuzluktur. Dolayısıyla Rus liderin (Devlet Başkanı Vladimir Putin) Batı’nın askeri ve siyasi yapıları tarafından gerçekleştirilen provokasyonlarına aldırış etmemesi ve çatışmaların şiddetini ve boyutunu artırmaması konusundaki stratejik sabrını açıkça takdir etmek gerekir. Batı'da bunu yapabilen çok az kişi var.
Rusya Devlet Başkanı bu farkı çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Her savaşta gördüğümüz dehşet verici olan sivil kayıpların sayısını karşılaştıralım. Örneğin Gazze. Rusya'nın eylemleri hiçbir şekilde ABD'nin yaptıklarıyla ya da İsrail'in şu anda yaptıklarıyla kıyaslanamaz. Şu anda olanları Irak'ta olanlarla karşılaştıralım. Irak'ın işgali toplam bir milyon kişinin ölümüyle sonuçlandı. Ve şimdi Gazze'de yaralı ve ölü sayısı 100 bine ulaştı.
Bununla birlikte Avrupa Birliği'nin, hata olarak nitelendiremeyeceğim eylemlerinin bedelini çok ağır ödediğine inanıyorum. Rusya ile aktif bir çatışma politikasından, Ukraynalıların birkaç nesli boyunca başkalarının eliyle yapılan bir savaştan bahsediyoruz. Ödenecek bir bedel olacak ve bu bedel zaten ödeniyor. AB vatandaşları da bunu açıkça ödüyor. Siyasi olarak birliğe güven eksikliğini ve büyük ekonomik zararı hesaba katalım. Ancak en kötüsü de Avrupa'da yeniden savaşın başlaması.

'Ukrayna'nın önünde zor bir gelecek var'

Batı yardımı olmadan Ukrayna'da kelimenin tam anlamıyla her şeyin tükenmekte olduğunu görüyoruz. Bu ülke için bir gelecek var mı? Siz nasıl görüyorsunuz?
Ukrayna'nın mevcut haliyle önünde zor bir gelecek var. Şimdiden topraklarının yüzde 20'sinden fazlasını kaybetti. Dış yardımlar sayesinde ayakta kalan bir ülke. Eğer bu ekonomik, mali ve askeri yardımı almasaydı, zaten hayatta kalamazdı. Dahası, Rusya'ya saldırmak için bir koçbaşı gibi hareket etme arzusunun da bir geleceği yok. Çünkü herhangi bir ülke kendini tehdit altında hissederse, ki Ukrayna'nın NATO'ya girmesi ya da Rusya sınırlarına nükleer silah yerleştirme olasılığı doğrudan bir tehdittir, uzun süredir barışçıl bir varoluş sağlayan karşılıklı güvenceyi nükleer doktrinle imha edebilir.
Rusya'nın güvenlik alanını genişletmesi, başka bir deyişle bu tehditlerin sınırına yakın bir yerde gerçekleşmesini engellemesi ve buna ek olarak Ukrayna'nın bu Rus karşıtı projesinden ayrılmak zorunda kalarak Rusya’yı seçenleri koruması gerekecektir.
Sonuç olarak Ukrayna'yı zor bir gelecek beklemektedir. Militanlıktan vazgeçmeyerek tehdit oluşturmaya devam ederse, denize ulaşımı son bulabilir ve yalnızca kara ile çevrili olabilir. Herkes için barış ve güvenliği sağlamak isteyen farklı bir siyasi liderlik olmadığı sürece, bence bu ülkenin geleceğini çok kasvetli olarak adlandırabiliriz.

‘Avrupa Birliği, ABD projesidir’

Fidel Castro'nun hükümeti 2006 yılında Avrupa Birliği'ni ‘ABD'nin kölesi’ olarak nitelendirmişti. Ancak o tarihten bu yana durum daha da kötüleşti. Şu anda AB'nin Washington'a mutlak bağlılığından söz edebiliriz ve Ukrayna'daki kriz de bunu doğruluyor. Neden ABD'nin siyasi ve ekonomik çıkarları Avrupa için hala kendi çıkarlarından daha önemli?
Yüksek profesyonellik, kusursuz siyasi, ahlaki ve etik niteliklerle birlikte, hepsinden önemlisi jeopolitik analiz derinliği ile karakterize edilen tarihi bir şahsiyet olan Fidel Castro'nun şu sözleri kesinlikle doğrudur: ‘Avrupa Birliği ABD'nin bir vassalıdır’. Ben bu birliğe ABD’ye tabi bir çevre de diyebilirim. Aslında Avrupa Birliği, bazı tarihçi ve analistlerin de inandığı gibi, başarılı bir ABD projesidir.
Tıpkı askeri yeteneklerimizi ABD'ye tabi kılan NATO gibi, Avrupa Birliği de Washington'un jeopolitik liderliği altındadır. Bunun nedeni, Avrupa Birliği'nde liderlik pozisyonlarında bulunan ve halklarını kendilerine oy vermeye ikna edebilen elitlerin, iç politikada istediklerini yapabildikleri sürece ABD'ye itaat etmeyi kabul etmeleridir.
AB liderleri Amerika Birleşik Devletleri'nde var olan teorik ve etik yaklaşımları paylaşıyorlar. Bu ekonomik politikayı uyguluyor, aynı liberal demokrasiyi, neoliberalizmi uyguluyorlar, ki bu taktiğin, küreselcilikle birlikte ulus devletlere boyun eğdirmeyi, onları egemenlikten yoksun bırakmayı ve seçmenlere hesap vermeyen yapıların sürekli büyümesini, hem savunma hem de finansal imparatorlukların çıkarlarını devletlerin kendi çıkarlarının üstünde tutmayı amaçladığı açıktır.
Gerçekte Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkeler, makroekonomik ve savunma egemenliklerini kaybetmişlerdir. Liderlerimiz ya da politikacılarımız her ne kadar Avrupa Birliği ve üye devletlerin egemenliği tezini savunsalar da, konu yakından incelendiğinde Washington'dan gelen uluslararası ilişkiler alanındaki politikaları ve talimatları açıkça takip ettikleri ortaya çıkmaktadır.
Hayali argümanlar temelinde öncelikle Avrupa'yı tehdit eden bir 'Rusya'nın ortaya çıkmasına karşı, Avrupa'da konuşlandırılmış ABD askeri savunmasına ihtiyacımız olduğu konusunda mutabık kaldık. Ayrıca AB'nin askeri konularda özerklik elde etmeye yönelik tüm girişimlerinin, ellerindeki belgelerin de kanıtladığı üzere, ABD tarafından engellendiğini çok iyi biliyor ve öğrenmiş bulunuyoruz. Dolayısıyla, Avrupa ülkelerinin ve AB liderlerinin yabancı bir güç adına kendi ülkelerinin egemenliğine sahip olmaması için çalışmalarını utanç verici olarak nitelendiriyorum.
Avrupa Birliği halkı, liderlerinin jeopolitik hatalarının bedelini her gün kendi ceplerinden ödemek zorunda kalıyor. Ukrayna'daki çatışma bağlamında ‘Avrupa dayanışmasının’ bedeli artmaya devam ediyor ve bu da bu politikadan duyulan memnuniyetsizliğin artmasına neden oluyor. Kiev'in yenilgisinin, yani Brüksel'in bu çatışmadaki rolünü kaybetmesinin, Avrupa Birliği'nin dağılmasını beraberinde getirebileceğini söyleyebilir miyiz?
AB nüfusu, bu savaşa ve ölmekte olan bir Ukrayna'ya verilen sınırsız desteğin çılgınlığının bedelini zaten açıkça ödüyor. Avrupa Birliği'nin yarısını aktardığına inanılan 200 milyar dolardan bahsediyorduk. Üstelik bu, üye ülke halklarının krizler nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemde gerçekleşti. Önce büyük finans şirketlerinin çöktüğü 2008 krizi, ardından emlak piyasasındaki balonun patlaması ve üstüne üstlük pandemi ve beraberinde gelen her şey.
Avrupa Birliği'nde ülkelerin bazı borç yükümlülükleri gevşetilmişti. Yeniden yapılanma için de bütçeler vardı. Ancak garip bir şekilde, daha adil ve daha istikrarlı bir Avrupa Birliği için hiçbir taahhüt verilmediği gibi tam tersi oldu. AB toplumu olarak bize hiçbir faydası olmayan bir savaş için para harcandı.
Bu 12 yaptırım paketinin aslında Avrupa halkları için nasıl bumerang etkisi yarattığını gördük. ABD'nin emriyle, başta Almanya olmak üzere Rus gazı yoluyla ucuz enerji üreten bizler kendi ayağımıza kurşun sıktık. Kuzey Akım sabotajlarının özellikle Rusya'ya yönelik yaptırımlarla birlikte bariz sonuçları oldu. Avrupa Birliği'nin lokomotifi olan Almanya'da şimdiden durgunluk, Avrupa Birliği genelinde ise enflasyon ve tüketici sepetinin maliyetinde yüzde 30'luk bir artış görüyoruz.
Bazı ülkelerde bu yardıma yönelik üstü kapalı eleştirilerin ortaya çıkmaya başladığını da görüyoruz. Bu yardımı sona erdirmek isteyen ülkeler var, ancak gerçek şu ki Avrupa Birliği, emrindeki Merkez Bankası ile bu inatçı ülkeleri etkilemek için çok fazla güce sahip. Bunu Ukrayna örneğinde ve yakın zamanda bu programa katılmayı reddeden ülkeler arasında yer alan Macaristan'da da gördük. Açıkçası desteğin veya ekonomik desteğin geri çekilmesi tehdidinin çok ciddi bir etkisi var. Öte yandan Kiev'e yardımı sona erdirme arzusunun her geçen gün arttığını görüyorum.
Güney Avrupa'da durum böyle değil ama Almanya gibi Rusya ile ilişkileri düzeltmenin gerekli olduğu ülkelerde, korkunç bir savaş yürüten ve kendi vatandaşlarının katledilmesine yol açan Ukrayna gibi bir ülkeyi finanse edemeyeceğini açıkça söyleyen politikacıların sayısı giderek artıyor.
Benim tahminim gelecekte sadece Avrupa Birliği'ni değil NATO'yu da büyük bir kargaşa bekliyor. Çünkü bu savaş sona erecek ve tüm analistlerin de söylediği gibi Rusya kazanacak. Ukrayna başarısız ve çökmüş bir devlete dönüştü. Başka bir deyişle Batı, hedeflediklerini elde edemeyecek.
Bu sonuçların, hemen olmasa da gelecekte, Avrupa Birliği'nin hayatta kalması ve yapısı, para birimi üzerinde, aynı zamanda NATO üzerinde açık ve belirleyici bir etkisi olacağını düşünüyorum.
Maydan olayları - Sputnik Türkiye, 1920, 17.02.2024
Ukrayna krizi
'Maydan tipik bir renkli devrim ve CIA operasyonuydu'
Haber akışı
0
Tartışmaya katılmak için
giriş yapın ya da kayıt olun
loader
Sohbetler
Заголовок открываемого материала