https://anlatilaninotesi.com.tr/20231117/1077501238.html
Sinema dünyasında zombi teması
Sinema dünyasında zombi teması
Sputnik Türkiye
Serhat Ayan, Amerikan film tarihinde önemli bir yer edinen, sınıfsal çatışmadan yabancılaşmaya kadar birçok kavramı işleyen ve bir “düşman” olarak Hollywood’a... 17.11.2023, Sputnik Türkiye
2023-11-17T14:04+0300
2023-11-17T14:04+0300
2023-11-20T12:19+0300
yeni̇ şeyler rehberi̇
radyo
zombi
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/07e7/0b/14/1077578675_0:0:3640:2048_1920x0_80_0_0_2b27d4177c0651a9ba399b267da3c850.jpg
Sinema dünyasında zombi teması
Sputnik Türkiye
Serhat Ayan'la Haftanın Keyfi'nde bugün: Bir inşaat firmasının taşıdığı ürünlerin naylonlarına sanat eseri akşetmesiyle şehri sanat merkezi haline dönüştürmesini, sinema dünyasındaki zombi temasının kullanımının sebeplerini ve detaylarını, Amerikan sinemasının 1900'lerin başlarından beri 'öldürmeyi seçtiğİ' grupları konuşacağız.
Zombi temasının felsefesinde, insan doğası ve ahlaki çöküş yatıyor. Salgın ve kıyamet filmlerinde zombiler, insanların en iyi ve en kötü yönlerini ortaya çıkarmayı, ahlaki ve etik sınırları zorlamayı hedefliyor.Sınıfsal çatışma temasıÖte yandan zombi yapımlarında toplumsal eleştiriler, sınıf çatışması ve sınıf farklılıkları şeklinde ortaya çıkıyor. Hayatta kalan insanlar arasındaki sınıfsal çatışma kimi zaman doğrudan, kimi zaman da sembolizm ile aktarılıyor. Zombilerin kendisi ise genelde toplumun dışlanan ve alt tabakasında yer alan kişileri temsil ediyor. Öte yandan hayatta kalarak güç çatışmasına giren insanlar ise daha üst tabakayı temsil edebiliyor.Örneğin zombi filmlerinin “babası” olarak tanımlanan Amerikalı yönetmen George Andrew Romero, kimi filmlerinde ırkçılık üzerinden, kimilerinde alışveriş merkezi ile tüketim toplumu üzerinden, kimi filmlerinde ise yöneten-yönetilen üzerinden çeşitli sınıfsal çatışma temalarını işledi.Aynı zamanda zombi yapımlarında, kontrolsüz teknolojinin ve bilimin yan etkileri görülüyor. Birçok zombi filminde, bilimsel deneylerin ters gitmesi, teknolojinin kontrolden çıkması yahut çevresel felaketlerin önlenememesi sebebiyle bir kıyamet senaryosu yaşanıyor.İnsanlığın kırılganlığı ve yabancılaşmaZombi filmlerinin ele aldığı bir diğer felsefi konu ise, insanın kırılganlığı. Zombi yapımlarında, insanların binlerce yıllık birikimle kurduğu medeniyetlerin ne kadar çabuk çökebileceği gösteriliyor.Bu çöküş ve sınıfsal çatışma temalarına paralel olarak, zombi yapımlarında öne çıkan bir başka konu da yabancılaşma.Zombi salgınları, insanları birbirlerinden ayırıyor ve izole ediyor. Hayatta kalan insanlar, küçük gruplar kurarak, hem zombilerle hem de birbirleri ile mücadele ediyorlar. Birbirine yabancılaşan ve izolasyon sebebiyle uzaklaşan insanların savaşı, bilhassa Walking Dead çizgi romanının ve dizisinin ana konusuydu.Zombi filmlerinin çıktısıAmerikan sinema tarihinde, her daim bir düşman yer almıştır. Savaş filmlerinde, mafya filmlerinde yahut kovboy filmlerinde her daim ana karakterler ve bunların mücadele ettiği bir “karşı taraf” mevcuttur.“Karşı taraf”, alabildiğine kötü olmak zorunda iken, kahraman olan ana karakterler de onları dövmek ve öldürmek ile yükümlüdür. Özellikle 2. Dünya Savaşı filmleri ile başlayan bu fenomende, Nazi askerleri karşısına çıkan bir Amerikan askeri, tek seferde onlarca Nazi’yi öldürür. Bu tarz filmlerde, silahların mermi sayısı yahut çatışma gerçekçiliği gözardı edilmiş, Amerika’nın düşmanlarını öldüren “kahraman” ana karakterlere odaklanılmıştır.Soğuk Savaş’ta ise “en kötü düşman” temasında değişim yaşanmıştır. Nazi Almanyası’nın yerini, SSCB ve komünizm almıştır.Fakat 1980’lerin sonundan itibaren, Amerikan sinemasının ana düşmanları, dönemin jeopolitik ortamının da etkisiyle, Araplar ve Orta Doğulular oldu. Daha önceleri tek bir şarjör ile yüzlerce Nazi öldüren Amerikan askerleri, artık Hollywood filmlerinde aynı şekilde yüzlerce Arap öldürmeye başladı.Fakat Amerikan sinemasının düşmanları, gerçek dünyadaki gruplarla sınırlı değildi. 1960’lardan itibaren yaygınlaşan bir fenomenin etkisiyle, uzaylılar da Amerika’nın bir numaralı düşmanlarından biri haline geldi.Tam olarak bu noktada, zombiler sinema dünyasına adeta “ilaç gibi” geldi. Zira dünyada zombi yok ve zombiye empati duyulmuyor. Amerika’nın Vietnam Savaşı dönemi çektiği filmlerdeki Vietnam direnişçilerine izleyiciler yoğun sempati duyduysa da, zombilere karşı empati yapan olmadı. Bu sebeple zombiler, Amerikan sinemasının kurtuluşu haline geldi.Genelde yavaş ve kalabalık olan zombiler, sıradan ve kahraman olmayan Amerikalılar tarafından öldürülebiliyordu. Filmlerin bu teması, özellikle izleyicilerin hayatta kalan insanlarla bağ kurmasını ve düşmanı umursamamasını sağladı.Zombilerin izleyicilerde vicdan azabı yaratmamasının sebeplerinin başında, insan olmamaları yatıyor. Çok zor ölen, ısırarak zombilik bulaştıran ve saldırgan olan zombiler, adeta canavar imgesi ile eşdeğer hale geldi.İnsanlıktan uzaklaşan, bireysel kimliğini ve insanlığını yitiren zombiler, tam anlamıyla yabancı ve insanlık kırıntısı taşımayan birer yaratık olarak algılanıyor.Zombi filmlerindeki metaforlar da aynı şekilde bu algıları güçlendirerek, izleyicilerin Amerika’nın diğer düşmanlarından farklı olarak, zombiler ile en ufak bir bağ kurmalarını dahi engelliyor.Zombilerin gelişimiZombi filmleri ekranlarda 1930-1940’larda görülmeye başlandı. Bu erken dönem zombileri, günümüzdeki algıya uymasa da, geriye dönen ölü yahut “canlandırılan ceset” konseptini işliyordu. Haiti’deki voodoo büyülerinden esinlenen erken dönem zombileri, 1932’deki “White Zombie” filmi ile sinemaseverlerle buluştu.1950-1960 döneminde ise, zombiler kötü bilim insaları tarafından yaratılan veya kontrol edilen, iradesiz yaratıklar şeklinde yeni bir kimlik kazandı. Soğuk Savaş atmosferinin de tesiriyle, “faşist asker” benzetmesi ile paralel düşünülen zombiler, özünde kötü olmasa dahi, “Hitler’in ordusu” gibi, kötü niyetli birisi tarafından yönetiliyor.Fakat 1968’de, adeta zombi filmlerinin “anayasası” olarak tanımlanabilecek, George A. Romero’nun “Night of the Living Dead” filmi vizyona girdi.Hayatta kalma, barikat kurma, ancak kafadan vurarak yahut yakarak etkisiz hale getirilebilen zombiler, hayatta kalanlar arasındaki dinamikler, et yiyen dirilen ölü şeklinde işlenen zombiler ve hem ırksal hem sınıfsal çatışma ile toplumsal göndermeleri bulunan film, daha sonra çıkacak bütün zombi filmleri için bir emsal teşkil etti. Film aynı zamanda bir siyahi ana karakterin başrolde olması ve beyaz karakteri hayatta kalabilmek için öldürmesi ile, Amerikan sinemasındaki ırkçı tabuları altüst etti.Romero’nun etkisi ile, şiddet ve korku teması artıyor ve 1970’lerde ve 1980’lerde, kanlı ve vahşet dolu zombi filmlerinin sayısı artıyor. Salgın gibi bütün dünyaya yayılan zombilerin saçtığı dehşet, filmlerin ana teması haline geliyor.1990’larda ve 2000’lerin başında ise, korkunun yerini mizah almaya başlıyor. 2004’te çıkan Shaun of the Dead, sinema tarihinin en komik filmlerinden birisi olarak gösterilse de esasında bir zombi filmidir.Fakat 2000’lerde yapımcılar ve senaristler, zombilerin “aptal ve beceriksiz” olmasını sorgulamaya başladı. 28 Gün Sonra ve 28 Hafta Sonra adlı İngiliz filmleri, özellikle enfekte olan kişilerin hızlı olduğu ve motor becerilerini tamamen kaybetmediği kıyamet senaryolarını ele aldı.Romero ve modern zombilerGeorge A. Romero, modern zombi konseptini sinema dünyasına kazandırdı. Zombi filmlerinin öncüsü olarak kabul edilen Romero, 1985’te AVM’de geçen “Ölülerin Günü” adlı filmi ile, tüketim toplumu eleştirisini ve kapitalizm metaforlarını da zombi filmlerinde popüler hale getirdi.Zombi sinemasına damgasını vurmuş bir başka isim: Zack Snyder1966 doğumlu Zack Synder, 300 Spartalı, Watchmen, Justice League ve Batman Superman'e Karşı filmleriyle tanınıyor. Çizgi roman hayranlığı ile bilinen Zack Synder, karanlık temalar işlemeyi tercih ediyor.Romero’nun “Ölülerin Günü” filmini tekrar yorumlayan ve kendi bakış açısıyla çeken Zack Synder, 2004’te “Ölülerin şafağı” ile adını duyurdu. AVM konseptini ele alan filmde, insanların hayatta kalma ile özgürlük arasında yaşadığı ikilem, zombilerin “AVM’ye akın eden kitleler” olarak tasvir edilmesi ve insanın dayanışma isteği ile bencilliğinin karşı karşıya geldiği film, büyük beğeni topladı.
Sputnik Türkiye
feedback.tr@sputniknews.com
+74956456601
MIA „Rossiya Segodnya“
2023
Serhat Ayan
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/103204/86/1032048631_138:0:801:663_100x100_80_0_0_58eb37d6ef7689030fff4d60e6d411fe.jpg
Serhat Ayan
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/103204/86/1032048631_138:0:801:663_100x100_80_0_0_58eb37d6ef7689030fff4d60e6d411fe.jpg
SON HABERLER
tr_TR
Sputnik Türkiye
feedback.tr@sputniknews.com
+74956456601
MIA „Rossiya Segodnya“
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/07e7/0b/14/1077578675_909:0:3640:2048_1920x0_80_0_0_981fe912c6762a40262242d113005514.jpgSputnik Türkiye
feedback.tr@sputniknews.com
+74956456601
MIA „Rossiya Segodnya“
Serhat Ayan
https://cdn.img.anlatilaninotesi.com.tr/img/103204/86/1032048631_138:0:801:663_100x100_80_0_0_58eb37d6ef7689030fff4d60e6d411fe.jpg
аудио, radyo, zombi
Sinema dünyasında zombi teması
14:04 17.11.2023 (güncellendi: 12:19 20.11.2023) Serhat Ayan, Amerikan film tarihinde önemli bir yer edinen, sınıfsal çatışmadan yabancılaşmaya kadar birçok kavramı işleyen ve bir “düşman” olarak Hollywood’a yeni bir soluk getiren zombileri anlattı.
Zombi temasının felsefesinde, insan doğası ve ahlaki çöküş yatıyor. Salgın ve kıyamet filmlerinde zombiler, insanların en iyi ve en kötü yönlerini ortaya çıkarmayı, ahlaki ve etik sınırları zorlamayı hedefliyor.
Öte yandan zombi yapımlarında toplumsal eleştiriler, sınıf çatışması ve sınıf farklılıkları şeklinde ortaya çıkıyor. Hayatta kalan insanlar arasındaki sınıfsal çatışma kimi zaman doğrudan, kimi zaman da sembolizm ile aktarılıyor. Zombilerin kendisi ise genelde toplumun dışlanan ve alt tabakasında yer alan kişileri temsil ediyor. Öte yandan hayatta kalarak güç çatışmasına giren insanlar ise daha üst tabakayı temsil edebiliyor.
Örneğin zombi filmlerinin “babası” olarak tanımlanan Amerikalı yönetmen George Andrew Romero, kimi filmlerinde ırkçılık üzerinden, kimilerinde alışveriş merkezi ile tüketim toplumu üzerinden, kimi filmlerinde ise yöneten-yönetilen üzerinden çeşitli sınıfsal çatışma temalarını işledi.
Aynı zamanda zombi yapımlarında, kontrolsüz teknolojinin ve bilimin yan etkileri görülüyor. Birçok zombi filminde, bilimsel deneylerin ters gitmesi, teknolojinin kontrolden çıkması yahut çevresel felaketlerin önlenememesi sebebiyle bir kıyamet senaryosu yaşanıyor.
İnsanlığın kırılganlığı ve yabancılaşma
Zombi filmlerinin ele aldığı bir diğer felsefi konu ise, insanın kırılganlığı. Zombi yapımlarında, insanların binlerce yıllık birikimle kurduğu medeniyetlerin ne kadar çabuk çökebileceği gösteriliyor.
Bu çöküş ve sınıfsal çatışma temalarına paralel olarak, zombi yapımlarında öne çıkan bir başka konu da yabancılaşma.
Zombi salgınları, insanları birbirlerinden ayırıyor ve izole ediyor. Hayatta kalan insanlar, küçük gruplar kurarak, hem zombilerle hem de birbirleri ile mücadele ediyorlar. Birbirine yabancılaşan ve izolasyon sebebiyle uzaklaşan insanların savaşı, bilhassa Walking Dead çizgi romanının ve dizisinin ana konusuydu.
Zombi filmlerinin çıktısı
Amerikan sinema tarihinde, her daim bir düşman yer almıştır. Savaş filmlerinde, mafya filmlerinde yahut kovboy filmlerinde her daim ana karakterler ve bunların mücadele ettiği bir “karşı taraf” mevcuttur.
“Karşı taraf”, alabildiğine kötü olmak zorunda iken, kahraman olan ana karakterler de onları dövmek ve öldürmek ile yükümlüdür. Özellikle 2. Dünya Savaşı filmleri ile başlayan bu fenomende, Nazi askerleri karşısına çıkan bir Amerikan askeri, tek seferde onlarca Nazi’yi öldürür. Bu tarz filmlerde, silahların mermi sayısı yahut çatışma gerçekçiliği gözardı edilmiş, Amerika’nın düşmanlarını öldüren “kahraman” ana karakterlere odaklanılmıştır.
Soğuk Savaş’ta ise “en kötü düşman” temasında değişim yaşanmıştır. Nazi Almanyası’nın yerini, SSCB ve komünizm almıştır.
Fakat 1980’lerin sonundan itibaren, Amerikan sinemasının ana düşmanları, dönemin jeopolitik ortamının da etkisiyle, Araplar ve Orta Doğulular oldu. Daha önceleri tek bir şarjör ile yüzlerce Nazi öldüren Amerikan askerleri, artık Hollywood filmlerinde aynı şekilde yüzlerce Arap öldürmeye başladı.
Fakat Amerikan sinemasının düşmanları, gerçek dünyadaki gruplarla sınırlı değildi. 1960’lardan itibaren yaygınlaşan bir fenomenin etkisiyle, uzaylılar da Amerika’nın bir numaralı düşmanlarından biri haline geldi.
Tam olarak bu noktada, zombiler sinema dünyasına adeta “ilaç gibi” geldi. Zira dünyada zombi yok ve zombiye empati duyulmuyor. Amerika’nın Vietnam Savaşı dönemi çektiği filmlerdeki Vietnam direnişçilerine izleyiciler yoğun sempati duyduysa da, zombilere karşı empati yapan olmadı. Bu sebeple zombiler, Amerikan sinemasının kurtuluşu haline geldi.
Genelde yavaş ve kalabalık olan zombiler, sıradan ve kahraman olmayan Amerikalılar tarafından öldürülebiliyordu. Filmlerin bu teması, özellikle izleyicilerin hayatta kalan insanlarla bağ kurmasını ve düşmanı umursamamasını sağladı.
Zombilerin izleyicilerde vicdan azabı yaratmamasının sebeplerinin başında, insan olmamaları yatıyor. Çok zor ölen, ısırarak zombilik bulaştıran ve saldırgan olan zombiler, adeta canavar imgesi ile eşdeğer hale geldi.
İnsanlıktan uzaklaşan, bireysel kimliğini ve insanlığını yitiren zombiler, tam anlamıyla yabancı ve insanlık kırıntısı taşımayan birer yaratık olarak algılanıyor.
Zombi filmlerindeki metaforlar da aynı şekilde bu algıları güçlendirerek, izleyicilerin Amerika’nın diğer düşmanlarından farklı olarak, zombiler ile en ufak bir bağ kurmalarını dahi engelliyor.
Zombi filmleri ekranlarda 1930-1940’larda görülmeye başlandı. Bu erken dönem zombileri, günümüzdeki algıya uymasa da, geriye dönen ölü yahut “canlandırılan ceset” konseptini işliyordu. Haiti’deki voodoo büyülerinden esinlenen erken dönem zombileri, 1932’deki “White Zombie” filmi ile sinemaseverlerle buluştu.
1950-1960 döneminde ise, zombiler kötü bilim insaları tarafından yaratılan veya kontrol edilen, iradesiz yaratıklar şeklinde yeni bir kimlik kazandı. Soğuk Savaş atmosferinin de tesiriyle, “faşist asker” benzetmesi ile paralel düşünülen zombiler, özünde kötü olmasa dahi, “Hitler’in ordusu” gibi, kötü niyetli birisi tarafından yönetiliyor.
Fakat 1968’de, adeta zombi filmlerinin “anayasası” olarak tanımlanabilecek, George A. Romero’nun “Night of the Living Dead” filmi vizyona girdi.
Hayatta kalma, barikat kurma, ancak kafadan vurarak yahut yakarak etkisiz hale getirilebilen zombiler, hayatta kalanlar arasındaki dinamikler, et yiyen dirilen ölü şeklinde işlenen zombiler ve hem ırksal hem sınıfsal çatışma ile toplumsal göndermeleri bulunan film, daha sonra çıkacak bütün zombi filmleri için bir emsal teşkil etti. Film aynı zamanda bir siyahi ana karakterin başrolde olması ve beyaz karakteri hayatta kalabilmek için öldürmesi ile, Amerikan sinemasındaki ırkçı tabuları altüst etti.
Romero’nun etkisi ile, şiddet ve korku teması artıyor ve 1970’lerde ve 1980’lerde, kanlı ve vahşet dolu zombi filmlerinin sayısı artıyor. Salgın gibi bütün dünyaya yayılan zombilerin saçtığı dehşet, filmlerin ana teması haline geliyor.
1990’larda ve 2000’lerin başında ise, korkunun yerini mizah almaya başlıyor. 2004’te çıkan Shaun of the Dead, sinema tarihinin en komik filmlerinden birisi olarak gösterilse de esasında bir zombi filmidir.
Fakat 2000’lerde yapımcılar ve senaristler, zombilerin “aptal ve beceriksiz” olmasını sorgulamaya başladı. 28 Gün Sonra ve 28 Hafta Sonra adlı İngiliz filmleri, özellikle enfekte olan kişilerin hızlı olduğu ve motor becerilerini tamamen kaybetmediği kıyamet senaryolarını ele aldı.
Romero ve modern zombiler
George A. Romero, modern zombi konseptini sinema dünyasına kazandırdı. Zombi filmlerinin öncüsü olarak kabul edilen Romero, 1985’te AVM’de geçen “Ölülerin Günü” adlı filmi ile, tüketim toplumu eleştirisini ve kapitalizm metaforlarını da zombi filmlerinde popüler hale getirdi.
Zombi sinemasına damgasını vurmuş bir başka isim: Zack Snyder
1966 doğumlu Zack Synder, 300 Spartalı, Watchmen, Justice League ve Batman Superman'e Karşı filmleriyle tanınıyor. Çizgi roman hayranlığı ile bilinen Zack Synder, karanlık temalar işlemeyi tercih ediyor.
Romero’nun “Ölülerin Günü” filmini tekrar yorumlayan ve kendi bakış açısıyla çeken Zack Synder, 2004’te “Ölülerin şafağı” ile adını duyurdu. AVM konseptini ele alan filmde, insanların hayatta kalma ile özgürlük arasında yaşadığı ikilem, zombilerin “AVM’ye akın eden kitleler” olarak tasvir edilmesi ve insanın dayanışma isteği ile bencilliğinin karşı karşıya geldiği film, büyük beğeni topladı.