Lübnan'ı sarsan 4 Ağustos'taki Beyrut liman faciası sonrası ülkede yeni bir yönelim beklentisi çok hızla dağıldı. Beyrut patlamasından doğrudan sorumluluğu bulunmayan Hasan Diyab hükümetinin istifasının ardından özellikle eski sömürge gücü olarak Fransa'nın Cumhurbaşkanı Macron'uh 'reform süreci' karşılığı bağış konferansı formülüyle öne çıktığı süreçte hızlı hükümet tesisi umutları yeşermişti. Ancak bu umutlar kısa sürede dağılırken, yine yeni yeniden Sünni Müstakbel Hareketi'nin lideri eski Başbakan Saad el-Hariri'nın hükümet kurması gündemde.
Gelişmeleri Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. Yasin Atlıoğlu ile konuştuk.
‘Hariri’yi çekici kılan şey batılı devletlerde para bulabilecek olması’
Yasin Atlıoğlu’na göre Saad Hariri'nin, babası Refik Hariri'nin siyasi mirasını Suudi kraliyetine rehin düşmek de dahil bir dizi skandalla 15 senede 'harcamış' olmasına karşın başbakanlık için yeniden isminin geçmesinde 'kullanılmaya müsait zayıf pozisyonu' ve dış dünyayla ekonomik ilişkileri etkili:
“Her şeyden önce Saad Hariri’nin son 15 yılda yaşadıklarına bakarsak babasının bıraktığı büyük bir mirası 15 yıl içerisinde tamamen tüketen bir zengin çocuğu izlenimi veriyor. Kendi iş yaşamındaki başarısızlıklara artı özel yaşamındaki skandallarını bir kenara bırakırsak siyasal kariyerindeki en önemli dönüm noktalarından biri 2017’de Suudi Arabistan’da rehin alınması olmuştu. Bu tarihten itibaren Hariri’nin aslında gittikçe itibar kaybettiğini, imajının da uluslararası kamuoyunda oldukça zedelendiğini biliyoruz. Bu da Hariri’yi aslında hem Lübnan’la ilgilenen dış aktörler hem de Lübnan içindeki aktörler için kullanılmaya müsait bir siyasetçi haline getirdi aslında. 2018 seçimlerinden sonra ülkeye döndükten sonra hem ülke içindeki hem dışarıdaki aktörlerle ilişkileri oldukça ilginç. Seçimlerden hemen sonra Macron’un tv programında ‘Suudi Arabistan’da rehin düşen bu adamı ben kurtardım’ demişti. Seçimlerden hemen öncesinde rehin alındığı ülkeyi ziyaret etmek zorunda kaldı. Ülke içerisindeki 2010-2015 sonrası rakibi gibi görünen Hizbullah başta olmak üzere aktörlerin de Saad Hariri’yi uygun, kullanılmaya müsait bir siyasetçi olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu noktada Hariri’nin tekrar piyasaya çıkması, tekrar bir lider olarak Lübnan’a sunulmasına birinci faktör bu bence. O kadar zayıf durumda ki Hariri. Hizbullah bir açıklama yapmadı ama muhtemelen kurulacak bir hükümette çok da tepki göstermeyeceğini söyleyebiliriz. Diğer siyasi liderlere baktığımızda onların da benzer bir tavır içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Hükümet kurma meselesi bir hafta ertelendi. Muhtemelen pazarlıklar yapılıyor şu anda. Kurulacak hükümette herkes bir şey istiyor. Dolayısıyla Hariri’nin böyle bir özelliği var. Zayıf olmasına rağmen Hizbullah ve diğer aktörler için çekici kılan şey Hariri’nin aniden batılı devletlerle iletişim kurabilmesi, yani oradan para bulacak kişi olması aslında."
'Lübnan her konuda battı, umut ışığı aranıyor'
Hizbullah'ın Hariri'nin yeniden başbakanlığı için tepki göstermediğini ancak Batılı devletlerle ilişki kurma ve para bulacak kişi olmasına önem atfedildiğini belirten Atlıoğlu, Lübnan içerisindeki ciddi ekonomik krize dikkat çekti. Bu kriz hali karşısında Sünni cephenin kendi içinden başka bir aday çıkartabilmesi de mümkün olmadığını vurgulayan Atlıoğlu, Lübnan'ın 'umut ışığı aradığını' belirtti:
"Fransa da Hariri’nin başbakan olmasına razı. Kendi twitter hesabından paylaştı, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ile sanırım Amerika’da görüşmüşler. Biri başbakan olsun da bir düzene girsin ülke şeklinde Hariri’ye bir destek veriliyor. Hariri’nin başbakan olduğu takdirde en azından adayları tekrar açıklama süreci bile ülkedeki dolar karşısında Lübnan lirası sürekli değer kaybediyor. Bir toparlanma sürecine de girdi. Belki böyle bir şey bir umut olabilir. Her konuda Lübnan batmış durumda. Patlamanın Beyrut’ta yol açtığı tahribat. Diğer taraftan Kovid-19’un inanılmaz boyutlara ulaşması. Bu noktada muhtemelen içerideki liderler de dışarıdan bir kurtarıcı arıyor ama içeriden bu işi yürütebilecek, üzerinde uzlaşma sağlanabilecek birini arıyorlar. O yüzden Hariri belki de bir umut ışığı olarak görünüyor, belki de değil. Sokaktaki tepkileri bastırmak için yapılmış açıklamalar olarak görülebilir. İşin ciddiyeti olsa zaten bu konuda bir süreklilik arz eder. Zaman zaman farklı liderlerden böyle açıklamalar geliyor. Hariri’ye alternatif birileri var mıydı? Muhtemelen 2017-18’den sonra bu arayış içinde oldu bazı aktörler. Başta Suudi Arabistan olmak üzere acaba alternatif biri olabilir mi şeklinde. Hariri’nin adamlarından eski güvenlikçi biri vardı, onu biraz ön plana çıkardılar ama seçimlerde pek bir şey yapmadı. Son zamanlarda Hariri’nin kardeşi kendi birtakım girişimlerde bulunuyor. Kendi sosyal medya hesapları üzerinden bir izlenim veriyor. Ama bu aile dışında var olan ailelerin mensuplarıysa bu kadar sıkıntılı bir dönemde böyle bir işe girmek istemiyorlar. Zaten o ailelerin hepsi de Hariri’nin ailesi gibi zengin adamlar, farklı kentlerden olmasına rağmen. Kendilerini böyle bir risk altına sokmak istemiyorlar. Biz hep teknokratlar hükümeti dedik ama kurulsa bile başında Hariri’nin olması biraz garip ve ilginç bir durum. Bu hükümetten ne bekleniyor? Reform yapması mı ülkeyi seçime mi götürmesi bekleniyor, hepsi soru işareti. Ama içeride bir uzlaşma sağlandığı takdirde pazarlıklardan bir şey çıkarsa Hariri’yi tekrar başbakan olarak görürsek şaşırmamak gerekiyor.
‘Denizden çıkacak enerji kaynağı Lübnan açısından bir mucize’
Diğer yandan Lübnan'ın İsrail'le 'normalleşme' sürecine girilmeyeceği vurgusuyla 'deniz alanlarını sınırlandırma' görüşmelerine başlaması dikkat çekiyor. Atlıoğlu'na göre meseleye, Lübnan için denizden elde edilecek herhangi bir enerji kaynağına ekonomiyi düzlüğe çıkaracağı için 'mucize' gibi bakılıyor. Atlıoğlu, bu müzakerelerin arkasındaki şirketler faktörüne de dikkat çekti:
"Bu müzakerelerin temelde iki nedeni var. Biri bölgedeki Körfez ülkelerinin İsrail’le normalleşme sürecinin devamı acaba Lübnan üzerinden olabilir mi, zaten sıkışmış bir ülke. Bu sayede Amerika da olaya müdahil olmaya başladı. Bu olasılık üzerinden düşünebiliriz. İkincisi de Lübnan içerisinde İsrail’e karşı hoşgörüyle bakan bir kesim olabilir ama genelde ciddi bir tepki var. Devlet politikası da bu şekilde şekillenmiş, özellikle 90 sonrası dönem. Deniz sınırları meselesini Doğu Akdeniz meselesi çerçevesinde düşündüğümüzde Lübnan’da çoğu kişi tarafından denizden çıkacak bir enerji kaynağı doğal gaz veya petrolün ülkedeki ekonomik sorunları giderecek bir mucize olarak da görüyorlar. Lübnan’ın son 4-5 yıl içerisinde Doğu Akdeniz’deki kendi alanlarında petrol arama çalışmalarını yürüten şirketlere baktığımızda arkadan Fransa, Rusya ve İtalyan şirket çıkıyor. Bu şirketlerin de bu sürece bir etkisi olmuş olabilir diye düşünüyorum. Zaten Lübnan’da güçlü bir iktidar olmadığı için bu şirketlerin bir yönlendirmesi olabilir ama buradan bir şey çıkar mı?”
‘İsrail ve Lübnan’ın bakış açısı birbirlerinden çok farklı’
Atlıoğlu, İsrail ile deniz alanlarıyla ilgili müzakerelerde Lübnan tarafının 'kara sınırlarını 'da konuşmak istediğini belirtirken, tarafların görüş ayrılıklarının keskinliğine dikkat çekti. Atlıoğlu, Netanyahu’nun ‘Hizbullah ortadan kalkmadan barış da olmaz’ açıklamalarına Lübnan’ın sıcak bakma olasılığının düşük olduğunu söyledi:
“Müzakereler sırasında Lübnan tarafı kara sınırını da konuşalım diyor. Fakat İsrail dediğimiz ülke sınırları belli olmayan bir ülke. Kimse İsrail’in sınırlarının nerede başlayıp bittiğini açıklayamaz. Müzakereler sırasında 1923’te İngilizlerle Fransızların yaptığı bir sınır anlaşması var Suriye ile Filistin arasında ki o zaman İsrail yok. Bu anlaşmaya atıf yapıldığı zaman Suriye’nin de bu işe müdahil olması söz konusu. Filistin’i o dönemdeki manda Filistin’in mirasçısı olarak İsrail’i mi kabul edeceksiniz? Filistin devleti bu işin neresinde gibi oldukça karmaşık durum. Siyasi otorite bir tarafta Suriye ile Fransızlar öbür tarafta İngilizler sınırı çizmek için bir anlaşma yapıyorlar. Bunun üzerine yine Golan’ın hemen yanında çok önemli bir problem var. İsrail ve Lübnan’ın bakış açısı çok farklı. Suriye bu işin aktörlerinden biri. Netanyahu da bir açıklama yaptı. Hizbullah’ı ortadan kaldırmadan bir barış olmaz gibi bir çıkış da yaptı. Lübnan tarafı bunu kabul eder mi, buradan gelecek ekonomik yarar nasıl bir paylaşım olacak? Devletlerin dışında uluslararası petrol şirketlerinin de işin içinde olduğu karmaşık bir mesele var. Onlar arasında bir uzlaşma olur mu? Bu anlaşmayı siyasi aktörler ya da yeni kurulacak hükümet kabul eder mi? Nebih Berri'nin bu kadar ön plana çıkması da ilginç. Sanki Hizbullah ile ittifak kopmuş gibi algılandı. Aslında bir rekabet var iki örgüt arasında. Berri’nin siyasi pozisyonu meclis başkanı olması be batılı aktörlerle istediği gibi görüşebilecek durumda olması. Hizbullah bunu yapamıyor, İranlı devlet temsilcileriyle görüşebiliyor. Ama Fransa ile gizli saklı görüşüyorlar. Dolayısıyla Berri’nin pozisyonu biraz daha farklı. Bu süreçte de diğer aktörler gibi kendilerine pozisyon açmaya çalışıyor. Nebih Berri de ülkenin en zenginlerinden biri diğer siyasetçiler gibi. Muhtemelen diğer konuşmamızda Hariri’nin hükümetini değerlendiriyor olacağız.”