"Sadece İdlib krizi değil tüm Suriye'nin güvenliği ve bütünlüğü de, Türkiye'yi doğrudan ilgilendiriyor" diyen Barlas "Bu noktada artık bizler, Arap Baharının CIA tarafından körüklenmiş rüzgârı Suriye'yi vurmadan önce yaptığımız gibi, Esad rejiminin Suriye'de anayasa reformunu ve seçimleri yapmasını amaçlayan çalışmalarına katkıda bulunmalıyız" diye yazdı. Barlas'ın yazısındaki hususları da dahil ederek Türkiye'nin Suriye politikasını TBMM Dışişleri Komisyonu'nun CHP'li üyesi Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz ve Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Ünal, Sputnik'e değerlendirdi.
TBMM Dışişleri Komisyonu'nun CHP'li üyesi Ardahan Milletvekili Öztürk Yılmaz, Suriye'deki süreci başından beri Türkiye'nin doğru okuyamadığını söyledi. Milletvekili olarak TBMM'de yaptığı ilk konuşmalarından birinde, Esad rejimi ile doğrudan bir iletişim kurulması, Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini sağlayacak adımlar atılabilmesini dile getirdiğini ifade ettiğini kaydeden CHP'li Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu konuda bir noktaya gelinmediğini üzülerek hep birlikte gördük. Türkiye'ye bu sürecin çok ağır maliyeti oldu. 4 milyon Suriyeli geldi milyarlarca dolar para harcandı, Türkiye'nin güvenliği allak bullak oldu ve Türkiye terörü destekleyen ülkeler ile anılmaya başlandı. Bu süreç maalesef hem ekonomik hem de güvenlik olarak Türkiye'ye ağır yansıdı.
‘GELİNEN AŞAMADA SİYASİ ÇÖZÜM ESAD'IN LEHİNE OLACAK'
Esad'ın Fırat'ın batısındaki toprakların önümle bir bölümünü toparlamaya başladı. Fırat'ın doğusunu şu anda ABD kontrol ediyor, batısını ise İran ve Rusya'nın desteği ile Esad kontrol ediyor. Gelinen aşama itibariyle artık Suriye'de siyasi bir çözümün bulunması Esad'ın lehine olacak önemli ölçüde. Suriye'de her ne kadar başlangıçta gibi üniter bir yapı olmayacağı görülse de, yani Fırat'ın doğusundaki bölgelerde ABD'nin himayesiyle Kürtlere yeni bir otonom bölge verilmesi söz konusu olabilecek, buna rağmen Suriye'nin toprak bütünlüğü genel manada kırılgan bir idari yapılanmada olsa sağlanması ihtimali belirmiş durumda. Böyle bir süreçte Türkiye'nin artık yapması gereken şey şudur. İdlib'deki cihatçıların defedilmesi lazım sınırdan. Onun için Esad ile bir diyalog gerekiyor her şeyden önce. İki, Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması, siyasi birliğinin sağlanması konusunda şu anda genel bir havanın oluşabilmesi için Türkiye'nin bu noktada Esad ile mecbur bir kanal açıp, Esad'ın karşısında değil Esad ile birlikte, yani Esad dediğimiz konu Suriye'nin toprak bütünlüğüdür. Yoksa biz Esad'ı şahsi olarak görmüyoruz. Zaten seçimler olduktan sonra Esad'ın kalıp kalmayacağı belli değil. Kaldı ki, Suriye'nin toprak bütünlüğü sağlandıktan sonra Esad kalsa ne olur, kalmasa ne olur. Önemli olan orada Suriye'nin toprak bütünlüğünü sağlamak. Esad bir figür olduğu için onu söylüyorum yoksa şahsiyle ilgili bir değerlendirme yapmıyorum."
CHP'li Öztürk Yılmaz, gelinen noktada Esad'ın elinin güçlendiğini, masaya güçlü oturacağını vurgulayarak, Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin sağlanmasının Türkiye'ye kazanç getireceğini kaydetti. Bunun Türkiye'deki ekonomik krizin aşılmasına da yararı olacağını anlatan Yılmaz, "Türkiye'ye yeni imkânlar sunacaktır. Türkiye bugün ekonomik krizle boğuşuyor, Suriye'de bir kanal açılırsa, Türkiye'nin firmaları, inşaat sektörü ayrıca gıda endüstrisi, her konuda biz yeni bir kapı açmış olacağız. Kapattığımız kapıyı tekrar açabileceğiz. Buradan herkes kazançlı çıkacak, bölgede kazançlı çıkacak, Türkiye'nin güvenliği de ölçüde güçlendirilmiş olacak güney sınırında" diye konuştu. Yılmaz şöyle devam etti:
"Yoksa hala diretmek hala Esad'ı götürme politikası artık işe yaramayacaktır. Bu saatten sonra da zarar katlanarak devam edecektir. Çünkü Esad en zayıf döneminde bile gitmedi, şimdi daha güçlendi, şimdi hiç gitmez."
Konuyu Sputnik'e değerlendiren bir diğer isim ise Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Ünal oldu. Prof. Dr. Ünal, Barlas'ın yazısında yer verdiği ve Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian tarafından sarf edilen "Beşar Esad savaşı kazandı ancak barışı kazanamadı. Bunu Esad rejimini destekleyenler için de söyleyebiliriz" ifadelerini ise şöyle değerlendirdi:
"Bence Suriye'nin barışı kazanma gibi bir gündemi yok. Böyle bir uluslararası gündem de yok. Çünkü uluslararası meşruiyeti olan ‘Suriye' diye bir devlet ve hükümet var. Ve bu Suriye hükümetinin, toprakları üzerinde yeniden etkili egemenlik kurup kuramayacağı tartışması var. Bu tartışma da büyük ölçüde sona ermiş durumda. Özellikle son iki yılda ve bu sürenin ikinci yarısında Suriye hükümeti, alandaki askeri üstünlüğüyle topraklarının büyük bir kısmını kendi etkili egemenliğinin altına almış durumda. Amerika'nın Fırat'ın doğusunda ne kadar kalacağı, ne kadar direnebileceği tartışmalı olduğuna göre, geriye bir tek Türkiye'nin elindeki topraklar kalıyor. Türkiye oralara da kalıcı olmak için gitmiş olmaz. Türkiye, terör örgütü IŞİD ve PKK ile mücadele için o topraklara gitmişti ve geri dönecektir. Yani o topraklar yeniden Suriye hükümetine transfer edilecektir. Bu çerçevede bakan Mehmet Barlas, Suriye'nin savaşı kazandığını söylüyor. Az önce söylediğim gibi Suriye'nin ‘barışı kazanma' gibi bir durumu olmadığı için de Suriye kazanmış durumda. Tam bu noktada Barlas da ‘Bir gerçeklikten hareket edip bu ülkeyle uzlaşalım, barışalım' demeye getiriyor. Doğru olan da budur. Daha en başından Suriye'yle bu savaş girişmemek en doğrusuydu. Ama en azından bugün bunun hükümete destek veren yazarlar tarafından görülmüş olması önemli bir aşama."
Türkiye'nin Suriye'yle uzlaşması ve bu süreçte Suriye hükümetine herhangi bir anayasal dayatmada bulunmaması gerektiğine işaret eden Ünal "Bence bizim bu uzlaşma döneminde Suriye'ye ‘Şu anayasal reformu yap veya anayasanı şu şekle dönüştür' gibi tavsiyelerde bulunmamız hiç yerinde olmaz. Çünkü zaten Suriye hükümeti bizim zaten Suriye'yi bölmek, parçalamak ya da federal bir yapıyı çevirmek istediğimizden kuşkulanıyor. Eğer biz bu şartları yeniden Suriye'nin önüne sürersek, bizim Suriye'yle ilişkilerimizin toparlanması mümkün olmayabilir. Bunun yerine Türkiye, Suriye'nin milli, üniter yapısına, savaş başladığı zamanki anayasal sistemine destek vermeli. Anayasal sistemde ne tür reformlar yapılacağı Suriye hükümetine bırakılmalı. Çünkü 7 yıl boyunca süren çok kanlı ve çok vahşi bir iç savaştan çıkan bir Suriye var ortada. Bu ülke, kendisinin doğrularını bizden çok daha iyi biliyor. Ve sen toprakları üzerinden egemenlik kurmuş bir devlete, ‘anayasal reformlar yap' tavsiyelerinde bulunmak, ülkede bir takım özerk bölgelerin oluşturulmasının önünü açar. O zaman da PYD'nin özerk bölge oluşturmasının önüne geçmek nasıl mümkün olur? Böyle bir şey Türkiye'nin kendi ayağına kurşun sıkması olur, böyle bir şeyi Suriye hükümeti asla kabul etmez" yorumunda bulundu.
‘SURİYE'NİN FEDERALİZME SÜRÜKLENMESİ BAŞKA BÖLÜNMELERİ DE TETİKLER'
Türkiye'nin Suriye politikasının geleceğine ilişkin halen soru işaretleri olduğuna değinen Ünal " Gelinen noktada Türkiye'nin Suriye politikasının genel çerçevesi doğru gibi ancak bu doğrunun içerisinde bir sürü yanlış var. Başka bir açıdan baktığınızda da genel çerçevesi yanlış olan bir politikanın içerisinde de bazı doğru unsurlar var. Bu sebeple Türkiye'nin Suriye politikası bir bütünlük ifade etmiyor. Mesela, Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsediyoruz ama sanki öte yandan da belli otonom bölgelerin oluşması için mücadele ediyoruz. Habulki eğer Suriye federalizme sürüklenir veya mecbur kalırsa; o zaman toprak bütünlüğünün bir anlamı kalmaz. Çünkü federalizm Balkanlar'da Yugoslavya örneğinde, Orta Avrupa'daki Çekoslovakya örneğinde, Avrupa'daki İspanya örneğinde veya Kıbrıs'ta yani hiçbir yerde tutmamış bir yöntem. Ortadoğu gibi herkesin karıştığı ve büyük devletlerin çıkarlarının bulunduğu bir yerde Suriye'ye federalizm dayatmak, bir sonraki bölünmenin alt yapısını hazırlar. Bu yanlış olur ve Türkiye'nin çıkarlarına da uygun değildir" dedi ve şöyle devam etti:
"Bu yanlışlıklar, İdlib'e de taşınmış durumda. Bir yandan terör örgütlerinin varlığından ve Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsediyoruz; öte yandan da İdlib'e operasyon yapılmamasını söylüyoruz. Peki, İdlib'e operasyon yapılmazsa, bizim de ‘terör örgütü' olarak tanımladığımız gruplar nasıl tasfiye edilecek? Bu topraklar nasıl Suriye hükümetinin kontrolüne geçecek? Eğer hiçbir şey yapılmazsa burada filli bir ‘İdlib devleti' çıkacak. Veya biz İdlib'in de dâhil olduğu toprakların otonom bölge olmasını mı istiyoruz? Eğer bunu istiyorsak, o zaman yine tam manasıyla Suriye'nin toprak bütünlüğünü, destekliyor değiliz demektir. Çözüm nasıl olur şu aşamada ben de bilemiyorum. Ancak eğer gerçekten bir kimyasal saldırı mizanseni daha ortaya konur, ABD, İngiltere ve Fransa Suriye'yi yeniden ve daha kapsamlı bir füze yağmuruna tutarsa, Türkiye tekrar bu ülkelere destek verir mi? Eğer verirse bu Türkiye, Rusya ve İran arasındaki işbirliğini nasıl etkiler? Dolayısıyla bu konu çok bilinmeyenli bir denklem olarak devam ediyor. 7 Eylül'deki liderler zirvesinin bunlara çözüm olabileceği konuşuluyor. Ancak Türkiye'nin tavrı tam olarak belli oluncaya, İdlib'in Suriye'nin etkili egemenliği altına girene kadar bu soru işaretleri devam edecek. Ve acaba hükümet, Barlas gibi bugüne kadar hükümetin tüm politikalarına destek vermiş olan yazarları dinler mi? Hatta daha da önemlisi bu hükümetin yapmayı planlamış olabileceği Suriye politikası revizyonunun ilk ipucu mu? Bunları önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz ve umuyorum bu soruların yanıtları olumludur" diye ekledi.