‘SURİYE POLİTİKASINI ABD MÜDAHALESİ ÜZERİNDEN FORMÜLE EDEN TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKAS KRİZ YAŞAMIŞTI'
"2011 yılından bu yana Türkiye, Suriye politikasını yapısal ve üçüncül aktörlere haddinden fazla endeksledi. Bunu eski Başbakan Davutoğlu yazdığı bir makalede de söyledi ve bu açıkçası bir günah çıkarma gibiydi. Türkiye, uzun yıllar boyunca ABD'nin Suriye'ye müdahale etmesini bekledi ve bütün dış politika formülasyonunu da bu beklenti üzerine kurdu. Fakat bu olmayınca yani ABD, Suriye'ye müdahale etmeyince Türk dış politikası önemli bir kriz yaşadı. Tabii bu sadece ABD'nin pozisyonuyla da açıklanacak bir olay değil. Türkiye'nin içinde de AKP'nin siyasi istikbalini etkileyen gelişmeler oldu. Dolayısıyla iki değişken bir araya gelince biz 2015 senesinin sonlarına doğru Türkiye'nin Suriye politikasında önemli bir kriz gördük."
‘ANKARA BAŞARISIZLIĞIN ARDINDAN YENİ STRATEJİ GELİŞTİRDİ'
"Elimizde 2015'te Suriye'nin kuzeyinde güçlenen Kürt gruplar, düşmüş bir Rus uçağı ve Ankara ile Şam yönetimi arasında olmayan bir diyalog vardı. Bu tabii tam anlamıyla bir başarısızlığa işaret ediyordu. Ankara bu başarısızlığın ardından yeni bir dış politika stratejisi geliştirdi. Buna göre ABD'nin artık bölgeye gelmeyeceği kabul edilmiş oldu ve Suriye'den Türkiye'ye yönelik tehditler ya da Türkiye'nin Suriye politikası bölgesel aktörler ya da Rusya'yla iş birliği ile çerçevesinde çözülmeye çalışıldı. Bu birçok açıdan radikal bir dönüştü. Birçoğu Türkiye'nin daha realist, pragmatik ve akılcı davrandığını düşünüyordu. Dolayısıyla bu politikaya destek de verildi. Özellikle Türkiye'de yaşanan 15 Temmuz gibi hadiseler, Kuzey Suriye'deki PYD ile ABD arasındaki ilişkilerin gelişmesi de Türkiye'deki ABD karşıtlığını beslerken, bölgesel konuların çözümü için Rusya ile iş birliğine itti. Dolayısıyla birçok kesim Türkiye'nin Suriye konusunu çözmek için Rusya ile birlikte hareket etmesi gerektiğini bunun akılcı olduğunu dile getirdiler."
‘AKP'NİN DIŞ POLİTİKASI İLE TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKASI ARASINDA FARK VAR'
"Ne var ki bu son yaşadığımız hadise aslında durumun böyle olmadığını, bir yol ayrımına gelindiği vakit, kritik bir aşamaya gelindiği vakit Türkiye'nin dış politika adımlarını salt rasyonalite ve salt pragmatizm çerçevesinde atmayabileceğini ve geçmişi tekrar okumamız gerektiğini gösterdi. Yani acaba AKP, Rusya ile girdiği işbirliğinde de öncelikli olarak Türkiye'nin rasyonel dış politikasını mı düşünmüştü yoksa başka öncelikleri var mıydı? Türkiye'nin geldiğimiz noktada vereceği karar, Suriye konusuna yaklaşımı, Rusya ile ABD arasındaki gerilimde kendine belirleyeceği pozisyon aslında geçmişte de Suriye'de ne yapmak istediğinin Rusya ile işbirliği yaparken neyi murat ettiğini göstermesi açısından çok ilginç. Ben bu noktada Türk dış politikasının bütüncül bir ülke dış politikası olarak değerlendirilmemesi gerekir. Yani AKP'nin dış politikası ile Türkiye'nin kurumsal, ulusal dış politikası arasında aslında bir fark var. Bizim bu farkı algılayamıyor oluşumuzun sebebi AKP'nin kendi gündemini 2002 yılından bu yana başka gündemlerin arkasına gizleme konusundaki hüneridir."
‘AKP, SURİYE'DE ARKASINDA SAKLANDIĞI ULUSAL GÜVENLİK SÖYLEMİNDEN AYRILMAK ÜZERE'
"Hatırlayalım AKP, aslında iktidarı ele geçirmek, bürokrasiyi ele geçirmek ve tam olarak sistemi merkezileştirmek için, kendi gücünü konsolide etmek için ilk önce liberal değerler arkasına gizledi kendi gündemini daha sonra barış sürecinin arkasına gizledi. Daha sonra da ulusal güvenlik maskesi arkasına gizledi. Fakat AKP'nin arkasına gizlendiği bütün bu maskelerle bir noktada yolunu ayırdığını görüyoruz. Dolayısıyla da şu anda benzer bir süreci yaşıyoruz. AKP son iki senedir Suriye'de arkasına saklandığı ulusal güvenlik söyleminden ayrılmak üzere. Onun kendi bir gündemi olduğunu varsayabiliriz. O bakımdan şu anda yaşadığımız dönemi ben çok manidar görüyorum."
‘İKBAL KAYGISINDAN BAĞIMSIZ BİR ULUSAL GÜVENLİK POLİTİKASI YOK'
AKP'nin siyasi ikbal kaygılarından bağımsız bir ulusal güvenlik politikası olmadığını söyleyen Özpek, Suriye'deki Kürt grupların çözüm süreci denilen sürecin bitmesi sonucu tehdit olarak algılanmaya başlandığına dikkat çekti:
"Bu hikâyeyi biraz daha geriye sarmamız lazım. Türkiye'nin Kuzey Suriye'deki Kürt gruplara alerjik yaklaşması dolayısıyla ABD ile arasında ihtilafların oluşması 7 Haziran 2015 tarihine kadar gidiyor. Türkiye'de çözüm süreci var iken haliyle Kuzey Suriye'deki gruplarla da bu kadar fazla şeytanlaştırılmamıştı. Kuzey Suriye'deki grupların tehdit olarak algılanması çözüm sürecinin bitmesiyle oldu. Dolayısıyla Türkiye'nin, AKP'nin siyasi ikbal kaygısından bağımsız ulusal güvenlik politikası yoktur. AKP'nin siyasi kaygılarıyla ulusal güvenlik paradigması bütünleştiği zaman Kuzey Suriye'deki Kürt gruplar şeytanlaştırılmış ve ABD ile meseleler o zaman başlamıştır."
‘ZAMANLAMASI ŞÜPHELİ OLAN AFRİN OPERASYONU…'
"Bazı soru işaretleri uyandıran başka gelişmeler de var. ABD ile sorun yaşayabilirsiniz, Kürtleri muhatap almadan, ABD üzerinden bu sorunu çözmeyi deneyebilirsiniz, bu mantıklı olabilir. Veyahut Kürtlerle konuşması için Astana Süreci'ndeki muhataplarınızı devreye sokup onlardan garanti isteyebilirsiniz. Türkiye burada yapmaması gereken bir şey yaptı. Zamanlaması açısından ve rasyonalitesi açısından son derece şüpheli bir operasyon olan Afrin operasyonuna girişti.
‘AFRİN İÇİN RUSYA'NIN KARAR VERMESİ KOLAY OLMAMIŞTIR'
Türkiye'nin Afrin operasyonunu yapılabilmesi için karar vermenin Rusya açısından kolay olmadığı tespitini yapan Özpek, bu icazetin alınması için Türkiye'nin bazı sözler ve tavizler vermiş olabileceğini vurguladı:
"Afrin operasyonunu yapabilmek için Rusya'nın kontrolündeki bölgeye girmesi gerekiyordu ve bu icazetin Rusya tarafından alınması gerekiyordu. Rusya açısından buna karar vermek kolay olmamıştır. Buna karar vermek Kürtler ile Ruslar arasındaki ilişkilerin zedelenmesi demektir. Fakat Türkiye öyle sözler ve tavizler vermiş olmalı ki Ruslar için Kürtleri kaybetmek sindirilebilir bir pozisyona dönüşmüş olmalı. Bunlar arasında S-400'lerin alımı, Akkuyu santrali, Türkiye'nin NATO ile ilişkilerin bozulması gibi şeyler olabilir. Eğer Türkiye, Rusya'dan icazet alabilmek için bu sözleri verdiyse ve bunu da iç politikada ülkenin ulusal güvenliği için zaruret olarak yansıttıysa dışişlerinin geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama bende soru işaretleri uyandırır hale geliyor."
‘İNCİRLİK'TEN KALKAN UÇAĞIN NE OLDUĞUNA RUSYA NASIL KARAR VEREBİLİR, HAVA SAHASINI KAPATMAZ MI?'
"İncirlik Üssü'nün bu operasyon için kullanılması, Rusya'nın ve Esad'ın tavrı ortadayken Türkiye'nin ABD ve Batı ülkelerinin yanında yer alacağını beyan etmesi ya da bu yönde politika belirlemesi şu ana kadar Afrin ve İdlib'te yaptığı verdiği bütün sözlerin aniden masadan kalkması anlamına gelmez mi? İncirlik'ten kalkan bir uçağın koalisyon uçağı mı yoksa Afrin'e yardım taşıyan bir Türk uçağı mı olduğuna Rusya nasıl karar verebilir? Dolayısıyla hava sahası Türkiye'ye kendiliğinden kapanmaz mı? Bu durumda verdiğimiz sözler karşılığında ulusun güvenliğini temin etme amacıyla Afrin'e yapılan harcamalar, gönderdiğiniz askerler, orada verdiğimiz şehitler bir anda rehineye dönüşmez mi? Açık konuşmak gerekirse, asıl sizin meseleniz ulusal güvenliğini kurmak mıydı? Siz Afrin'e baktığını zaman Türkiye'nin sınırlarına göz dikmiş, tecavüz etmeye hazırlanan Kürt militanlar mı görüyordunuz yoksa Afrin meselesini Türk kamuoyuna milli güvenlik meselesi olarak yansıtarak kendi desteklediğiniz, size yakın grupların etki sahasını genişletmek için fırsat olarak mı gördünüz? Eğer böyle bir fırsat olarak gördüyseniz şu noktada ABD'ye verilen destek çok normal gözüküyor. Fakat eğer ulusal güvenlik için zaruret olarak gördüyseniz bu noktada sizin bu koalisyon içerisinde yer almamanız gerekiyor. Çünkü orada verilen emekler, toprağa gömülen şehitler açıkçası şu anda beyhude yere harcanmış kaynaklar olarak ortaya çıkıyor ve var olan oradaki askeri varlığı da tehlikeye atabilecek bir adım olarak gözüküyor."
‘TÜRKİYE'NİN HEM NATO'NUN HEM DE RUSYA'NIN GÜVENEBİLECEĞİ BİR AKTÖR OLDUĞU KONUSUNDA SORU İŞARETLERİ VAR'
Arabuluculuğun zor bir iş olduğunu, taraflara güven vermeyi gerektirdiğini söyleyen Özpek'e göre Türkiye'nin hem NATO'nun hem de Rusya'nın güvenebileceği bir aktör olduğu konusunda soru işaretleri var:
"Herhâlde şu konuda hemfikiriz: Türkiye'nin son iki senedir Rusya ile ilişkilerde gösterdiği başarı Türkiye'nin NATO ülkeleri ile ilişkilerde gösterdiği başarının çok üstündedir. Yani Türkiye son iki senedir Batı blokunun ülkeleriyle mi yoksa Rusya ile mi iyi ilişkiler içerisindedir sorusunun cevabı çok net açık. Dolayısıyla Türkiye'nin hem NATO ülkelerine hem Rusya'ya eşit uzaklıkta olduğu, dolayısıyla ikisinin de güvenebildiği, sözleşmeyi emanet edebileceği bir aktör olarak Türkiye'yi görebileceği konusunda kafamda soru işaretleri var. Yani arabuluculuk çok zor bir iştir, meziyet ister ve eşit uzaklıkta olmayı iki tarafa da güven telkin etmeyi gerektirir. Rusya ile ilişkileri çok iyi seyreden daha geçen hafta kameralar karşısında samimi pozların verildiği bir ilişki modelinden bahsediyoruz. S-400'lerin teslimatını hızlandırın diye dışişlerinde müzakere yapıldığını biliyoruz ve bu konuda NATO'nun alerjik davrandığını biliyoruz. Şimdi bu noktada NATO gerçekten Türkiye'nin tarafsız davranabileceğine güveniyor mu? Ya da NATO'nun Türkiye'nin tarafsız olmasına dair güvendiği aktör gerçekten AKP hükümeti mi?"
‘TÜRKİYE, RUSYA'YI DA ŞAŞIRTAN BİR ŞEKİLDE ASİMETRİK İLİŞKİ MODELİ GELİŞTİRDİ'
"Ben Türkiye'nin arabuluculuğunun söz konusu edildiği açıklamayı okudum. Açıklamada Rus yetkili ısrarla bizim meslektaşlarımız ifadesini kullanıyor. Arabuluculuk görevi gören aktör TSK mı yoksa hükümet mi? Bence üzerinde durulması gereken asıl soru bu. Bu birçok içerme barındırır. Bir de arabulucu olabilmek için yani iki tarafın güvendiği aktör olabilmek için iki tarafla da çok fazla asimetrik ilişki modeli içerisine girmemek gerekiyor. Türkiye'nin NATO'nun güvenini sağlayabilmesi için Rusya ile son iki dönemde yaşadığı ilişkileri daha kurumsal bir şekilde ilerletmiş olması gerekiyordu. Türkiye bunu yapmadı. Bana sorarsanız Rusya'yı da şaşırtan bir şekilde asimetrik ilişki modeli geliştirdi. Bu Türkiye'nin arabuluculuk rolü oynamasını önemli ölçüde engelliyor. Dünkü açıklamalar içerisinde İsrail'in arabulucu rolü oynamasını Türkiye'den ziyade daha muhtemel görüyorum. Çünkü hem ABD üzerinden etki sahasına sahip hem de Rusya ile ilişkilerinde çok fazla asimetrik ilişki geliştirmemiş."
‘TARAFSIZLIK HARİÇ HER KARARDAN TÜRKİYE ZARARLI ÇIKACAK'
Özpek, Türkiye'nin tarafsızlık dışında her tercihinden zararlı çıkacağını görüşünde:
"Türkiye'nin bazı tercihleri çok dramatik sonuçlar doğurabilir. Türk ekonomisi sıcak paraya bağlı ve dünya ile entegre olmak zorunda. Sadece Batı ile değil, Rusya ile de entegre olmak zorunda. Dünyada tek bir odağa bağlı olup onun üzerinden ekonomiyi yürütmek çok zor bir mesele. Hangi bloğun yanında olmaya karar verirse versin —tarafsızlık dışında- Türkiye'nin iktisadi bundan zararlı çıkacağı kanaatindeyim. Yani vereceği her karar Türkiye için şu andaki durumundan daha kötü bir duruma işaret ediyor. Tarafsızlık hariç."
‘ÖSO, TÜRK ASKERLERİNİ TEHLİKEYE ATACAK HAREKETLERDE BULUNABİLİR'
"Kendisi Afrin'deki askerlerin ve İdlib'teki gözlem noktalarındaki askerlerin başına bir şey gelirse bu da Türk kamuoyunda önemli siyasi tepkimeler yaratabilir. ÖSO dün bir açıklama yaptı. Eğer operasyon başlarsa biz de Esad'a karşı yerlerimizi alacağız ve savaşı başlatacağız dedi. Şimdi devlet ile çete arasındaki fark tam olarak budur. Devlette hiyerarşi ve karar alma süreci vardır. İnsanların görev yetkili sahaları kanunla belirlenmiştir. Devlet için çalışan insanların bazı sorumlulukları ve yetkileri vardır. Bu devlettir. TSK bu. Öte taraftan ÖSO ise bunların hepsine bunların hepsinden arınmış sadece konjonktürel politik gelişmelerden kar etmek için örgütlenmiş bir yapı. Şimdi Türkiye, kendisini ÖSO ile birlikte tanımlıyorsa muhtemeldir ki başı çok belaya girecek. Kendi askerlerimizin hayatını tehlikeye atacak hareketlerde bulunabilirler."
‘İÇ POLİTİKADA AFRİN VE İDLİB TEMELLİ KRİZLER YAŞANABİLİR'
Özpek, önümüzdeki günlerde AKP'nin kamuoyu önünde yaptığı Batı karşıtı politikaların sorgulanabileceğini ve Afrin ve İdlib temelli krizlerin yaşanabileceğini belirtti:
"Dolayısıyla iç politikada da Afrin ve İdlib temelli bazı krizlerin yaşanmasını bekliyorum. Artık AKP'nin kamuoyu önünde yaptığı Batı karşıtı politika sorgulanabilir. AKP'nin arkasına gizlendiği ulusal güvenlik paradigması artık Suriye konusunda gerçek niyetlerini yani ağırlıklı olarak İslamcı grupların etki sahasını genişletmesi amacını —bu anlamda Davutoğlu etkisinin sürdüğünü düşünüyorum- gizlemek kâfi gelmeyebilir. Dolayısıyla AKP yeni bir dönüş yapıp iki senedir iktidarına ortak ettiği kişileri, kurumları aynen geçmişte 17-25 aralıkta yaşadığımız gibi iktidardan uzaklaştırabilir. Bu uzaklaşan kişiler de AKP'ye karşı asimetrik ve meşru olmayan faaliyetlerde bulunabilirler. Bu ihtimalleri siyaset bilimci olarak ortaya koymak istiyorum. Dolayısıyla alınacak karar —tarafsızlık dışında- Türkiye'nin içerisinde ciddi anlamda tepkimeler ortaya koyacaktır."
‘TÜRKİYE'NİN TARAFSIZ KALMASI ZOR OPSİYON VE TERCİH'
"Afrin meselesi olmasaydı tarafsızlık meselesi çok daha kolay olurdu. Fakat eğer Türkiye tarafsız kalmak istiyorsa öncelikli olarak rehine kavramı üzerinde düşünecek ve Afrin'deki askerlerin tahliyesi konusunda plan geliştirecek ve şu ana kadar elde ettiği kazanımlardan vazgeçmeyi kabul edecek. Bu kolay gözükmüyor. Tarafsız kalmak için Rusya'nın size verdiklerini ya da ABD'nin verdiklerini artık istemiyor olmanız lazım. Yani Afrin'den askerlerinizi çekip İncirlik'i operasyonlara kapattığını zaman sizin tarafsız olduğunuz konusunda bir kanaat verilir. Bu yüzden tarafsız kalmak zor bir opsiyondur ve zor bir tercihtir. Türkiye eğer tarafsız kalıp kendisini bu fırtınadan korumak istiyorsa bu iki eylemi aynı anda yapmak zorundadır."